Son zamanlarda artan ölüm haberleriyle birlikte ölümü daha sık hatırlar olduk. Genç, yaşlı demeden gidenler, toplumda bir tedirginlik oluşturdu. Ölümü hesap, kitap, ayrılık, yokluk olarak görmek; hakikaten büyük bir korkuya sebep olabiliyor. Ancak ölüm sanıldığının aksine; sevdiklerimize kavuşma, huzurlu ve ebedi hayatın başlangıcı. İmtihan olarak gönderildiğimiz bu dünyada, her şey aşikar olamazdı. Ölüm korkusunu yenmek için ölümü aşmak gerekiyor. Yani ölüme hazır olmak.
Psikiyatri Uzmanı Mustafa Ulusoy da, ölüm korkusunun bir nimet olduğunu ve hayatın sırrını bu sayede çözdüğümüzü söylüyor. Yaptığımız röportajı istifadenize sunuyoruz.
Ölüm korkusu nedir, ölüm korkusunu yenmek mümkün mü?
Ölüm korkusunun birkaç yönü var. Birincisi bu dünyadan ayrılış. İnsanın dünya ile bir bağlılığı var. Dünyada sevdikleri var. İnsan sevdikleri ile bütünleşmek, bir olmak, yan yana olmak, daimi olmayı arzu eder. Ölüm, sevdikleri ile insanın arasına girer ve onlardan ayırır. Bu yönüyle ölümün yüzü nahoştur. Ölümden korkmak aslında insanın sevdiklerinden ayrılma korkusudur. Ölüm korkusunun bir diğer veçhesi de ölüm anı ve öldükten sonra insanı ne beklediğidir. Ölümün önceden tecrübe edilmeyişi, ölüm sonrasının da gaybi bir bilgi olarak bilinmesi insanda tedirginlik uyandırır. İnsan ölürken ne yaşar? Öldükten sonra toprağın altında hiç mi olacaktır? Ölümden sonra bir yaşam varsa bu nasıl bir yaşamdır? Kabrin içindeki nasıl bir yaşamdır? İnsan nasıl hesap verecektir? Bu ve benzeri sorular insanın aklını karıştırır ve insan bu sorulara tatmin edici cevaplar bulamadıkça rahat ve huzura eremez.
İslam’da ölümün sık sık hatırlanması öğütleniyor. Ölümü her zaman hatırlamak hayata ne katıyor. Ölümden korkmalı mıyız?
Bu dünyadaki yaşamın amacı bu dünya değildir. Buraya insan Yaratıcısını bilmek ve tanımak için ve ebedi hayat yurdunda saadet kazanmak için gönderilmiştir. Burayı ebedi hayat yurdu gibi algılayıp o şekilde yaşamak, o insanın hüsranıdır. Bu yüzdendir ki, Kur’an bize “Kullişeyinhalikun illa vechehu” gibi ayetlerle bu dünyanın O’na bakmayan yüzünün helak olacağını hatırlatır. Yani Kur’an bize bu dünyada kalıcı değil bir yolcu gibi yaşamamızı öğütler. Ölümün varlığı da, bir uyarıcı olarak dünyada kalıcı olmadığımızı öğreten en büyük öğretmenlerden biridir. Ölümlülük dünya ile kalbimiz arasındaki bağları zayıflatarak dikkat ve algımızı ahirete çevirmemize vesile olur. Ölüm korkusu bir nimettir. Çünkü ölüm korkusuyla bizim ölüm anlamını, ölüm sonrası bizi bekleyen hayatın sırrını çözeriz. Ölüm ve ölüm sonrasının ve dolayısıyla hayatın da sırrını çözen insan ölüme tebessüm ederek bakmaya başlar.
Ölüm korkumuz psikolojik bir travma olabilir mi?
Ölüm ve sonrasının anlamı, ayrıca hayatın anlamının kavranması gerçekleşmezse, ölüm korkusu farkına varamasak da hayatın her alanına sızar. Hayat, boşa harcanan bir sermayeye döner. Bilinçli ve bilinçaltı ölüm korkusunu bastırmak için kişiler uyuşturuculara müracaat eder. Esrar, alkol gibi uyuşturucular yanında sefahat, eğlence de birer uyuşturucu olabilir.
Bediüzzaman, ölümün muammasını Risale-i Nur ile açmış. Ölümün dehşetli yüzünün altında nurlu bir hakikat olduğunu söylemiştir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bediüzzaman, ölüme ve ölüm sonrasına imanın ve Kur’an’ın nuruyla baktığı için çok rahat. Ona göre mümin için ölüm saadetli bir hayatın kapısıdır. Ölümden sonra hayat berzah aleminde (bazı alimler ruhlar alemi ve kabir alemi olarak da adlandırmışlardır) müminler için cennet bahçelerinden bir bahçedir. Daha da güzel haber müminler için ölüm, dünyadaki sevdiklerinden her ne kadar ayrılmaksa; berzah alemine göçmüş sevdikleri ile de bir kavuşmadır. Bu haliyle ölüm bir yandan insanı dünyadan ayırır gibi görünse de bir yandan da insanı berzah alemine kavuşturur.