Hazret-i İbrahim (as) aldığı İlâhî fermanla Allah da Sare annemizin istediği gibi
Hacer annemizi uzaklaştırmayı Hazret-i İbrahim’den (as) istedi. İlâhî emre karşı
gelemeyen Hz. İbrahim (as) Hz. Hacer’i ve Hz. İsmail’i alıp götürdü. Ve Hz. İbrahim
(as) onları Mekke’ye getirdi. Hz. Hacer ve Hz. İsmail’ i bıraktığı yerde hiçbir şey
yoktu. Dağlar ve tepeler kahverengine bürünmüş yeşillikten ise bir eser yoktu.
Ne su, ne de yiyecek vardı. Hz. Hacer validemiz duygulandı, hüzünlendi ve
gözlerinden inci gibi yaşlar akmaya başladı. Hazreti İbrahim’e dönerek: “Hiçbir
şeyin bulunmadığı uçsuz bucaksız bu yerde bizleri terk mi ediyorsun ya İbrahim?”
dedi. Hazret-i İbrahim (as) kuş uçmaz kervan geçmez kupkuru bu çöl gibi bir yerde
onları büyük bir hüzünle bıraktı ve uzaklaştı. Tam o sırada Hz. Hacer validemiz
onlardan uzaklaşan Hz. İbrahim’e seslendi: “Bu Rabbinden gelen emir mi? Eğer bu Rabbinden gelen bir emirse bizi sabredenlerden bulacaksın. Bizi Allah’a emanet et ve sen git” dedi.
Bu teslimiyet ne güzel bir teslimiyettir ki bu ancak olsa olsa imanla gelen bir
teslimiyetle olur. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin dediği gibi “İman tevhidi,
tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadeti dareyni iktiza eder.” İnsan
dünya ve ahiret saadetini istiyorsa yada dünya saadetinin eksikliğini kendi iç
aleminde hissedip mutlu değilse bir önceki aşamaya baksın baktığı zaman
tevekkülün olmadığını görecek. Sonsuz acizliğimizi ve fakirliğimizi fark
edemiyor ve tam manasıyla Allah’a tevekkül edemiyor ve Allah’ı vekil tayin
edemiyoruz. Çünkü işin içine ben yaparım düşüncesi sızıyor. Sonsuz kudret
sahibi Allaha tevekkül eder vekil tayin edersek o zaman dünya ve ahiret
saadetimiz de olur.
Hazret-i İbrahim (as), Hacer ve Hazret-i İsmail onların hikâyesi tamamen bir
tevekkülün hikâyesi. Çünkü onlar için Rablerinden başkası yok. Nasıl işin içinden
çıkamadığımız problemleri işin uzmanına havale ediyor, işimizi hallediyorsa,
tevekkül de hayatımızın her alanında var olmalı. Var olmalı ki insan her zorluğun
üstesinden gelebilmeli.
Küçük İsmail ağlamaya başlar çünkü susamış ve annesinden su ister. Su bulmak
için Hacer validemiz bir bu tarafa bakar bir diğer tarafa bakar hiçbir şey bulamaz
çocuğu için endişelenir üzülür. Safa ve Merve tepesinde koşar durur hem de
yedi defa ve şimdi kadınların yapamadığı hareketi daha o zaman kadınlar
namına Hacer koşar. Mevki makam renk ırk soy zenginlik ayrımı yapılmadan o
köle ve siyahi olan Hacer validemizin hareketlerini bütün erkekler yaparlar ki o
olmadan hac vazifesi tam sayılmaz. Asırlardır bu devam eden hareketler İlâhî
emirle yerine getiriliyor.
Hazret-i Hacer çaresizlik içinde kalır İsmail’ine su bulamadığı için. Aslında Hz.
Hacer’in çaresizliği Allah ‘ın rahmetinin arayışıdır ve bize de çok güzel bir
derstir. Umudumuzu yitirip çaresiz hissettiğimiz anda aklımıza Hacer
validemizin arayışı yani Say arayış hikâyesi gelsin.
İsmail’in ayağını vurduğu yerden zemzem fışkırması bu gün bütün
Müslümanların şifa bulduğu zemzem suyunu cennetten gelen bir ikram olarak
Müslümanlara uzatılıyor. Hz. Hacer İsmail’ ine zemzem aradı, biz de rahmet
yağmurlarını aramalıyız. Aramalıyız ki dünyanın aldatıcılığından ve günahlardan
kaçışla uhrevî olana firar edip Allaha doğru kaçışla yol almalı. Rabbim hepimizi
ebedi alemde Kevser havuzu etrafında bir Hacer, bir İsmail eylesin amin…
Ayla Garzanlı Ağrak