Diyarbakır Havaalanından İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanına gitmek üzere uçağa binmiştim. Uçağa binerken kısmen heyecanlandım. Uçak yükseldi. Yarım saat süre geçmişti ki benim heyecanım arttı. Kalbim sıkışıyordu. Nefes alamıyordum. Gözlerim karardı. Yan koltukta oturan kişi durumu farketmişti. Görevlilere haber verdi. Kabin görevlileri yan koltuktaki yolcuları başka yere aldılar. Yolcular içerisinde sağlık görevlisi olup olmadığı anons edildi. Koltuğa uzandım. Oksijen tüpü ile nefes alıp vermem sağlandı. Aradan geçen 20 dakika sonunda kısmen rahatlamıştım. Çok şükür uçak İstanbul’a iniş yaptı.
Aradan bir ay süre geçmişti. Bu defa Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan Batman Havaalanına yolculuk edecektim. Yine biraz heyecanlıydım. Yolculuk başladı. Heyecanım artıyordu. İçimi bir korku kaplıyordu. Nefes darlığı başladı. Gözlerim yine kararmıştı. Yine görevlilerden yardım istenmişti. Kabin görevlileri gerekli tedbirleri almıştı. Uçak Batman Havaalanına indi. Yolcular inmeden bir sedye getirildi. Sedyeye beni uzattılar. Havaalanında bekleyen ambulansa indirdiler. Müdahale edildi. En yakın hastanenin acil servise yatırıldım. Bir olumsuzluk olmadığının beyanı üzerine hastaneden ayrıldım. Kısa bir süre sonra nöroloji uzmanından ve göğüs hastalıkları uzmanından randevu aldım. Kalp, beyin ölçümleri yapıldı. Sonuçlar normal çıktı. Doktor bey, ‘psikolojik olabilir,’ dedi. Yeşil reçeteli iki ilaç yazdı ve yolculuğa başlamadan önce bu iki ilacı kullanmamı söyledi. Uçak fobisi teşhisi konulmuştu. Bu problemi nasıl çözebileceğim konusunda araştırmalara başladım. Uçak yolculuğunu hayal ederken dahi kalp çarpıntısı yaşıyordum.
Bir gün kitaplar arasında dolaşırken kırmızı bir kitapta bir bölümle karşılaştım.Yazar anlatıyordu:
“Bir zaman Allah rahmet etsin mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim. Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et” dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:
“Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.”
Bu metindeki kayığa binmeye korkan şahısta kendimi gördüm. Galiba aradığım çareyi sunuyordu. Yazar, karşısındaki kişiyi dinleyip, onun problemini teşhis edip, uygun sorularla ikna etme sürecine giriyordu. Bir yandan da korkuyla yüzleşmesi için ısrar ettiğini dile getiriyordu. Sorduğu sorular ve aldığı cevaplar problemi bitirmeye yönelikti. İhtimaller ve hesaplamalar korkuyu ortadan kaldırıyordu. Hemen kendi yaşadığım fobiyi uyarladım. Ne zaman uçağa binecek olsam bu metni düşünüyorum ve sorular geliştiriyorum. Bu havaalanında kaç uçak var? Bir yılda kaç uçak düşüyor? Bir yılda kaç gün var? Ülkemizde ciddi bir uçak kazası yok. Bu soruların cevabı beni hemen rahatlatıyor ve korkumu gidermeye başlıyordu.
Yine de yaşadığım fobiyle ilgili araştırmalara, okumalara devam ettim. Farkettim ki, uçak yolculuğu ile ilgili olumsuz düşünceler beni meşgul ediyor, yaşam kalitemi düşürüyordu ve ben bu konuda evham yapıyordum. Yine aynı yazarın farklı bir metni ile karşılaştım.
Diyordu ki:
“Amma vehmî hastalık kısmı ise, onun en müessir ilâcı, ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır.”
Bendeki bu korkuya galiba çok ehemmiyet veriyordum. Böylece kan basıncım değişiyordu. Düşüncelerimi farklı bir yöne yöneltmeliydim. Korku oluşacak olsa hemen dikkatimi dağıtmaya odaklandım. Farklı bir meşguliyet geliştiriyordum. O an korkumun azaldığını hissettim. Bu korkuya ehemmiyet vermemeye başladım.
Yazarın “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” vecizesi ile karşılaştım. Ben de bu sözden hareketle uçak yolculuğunun güzel yönlerini, rahatlığını, konforunu, uçakların müthiş teknolojik özelliklerini düşünmeye başladım. Diğer yandan duanın koruyucu ve kuşatıcı etkisini de kullanmaya başladım. Kısmen heyecan veya korku oluşacak olsa hemen bu yöntemleri uyguluyorum.
Uzun lafın kısası, bu şekilde uçak fobisini yendim ve şuan keyifle uçmaya devam ediyorum.
Buradan, beni eserleriyle terapi eden asrın güzeli Bediüzzaman Hazretleri’ne teşekkür ediyorum.
Aile Danışmanı Mustafa Taşkın