Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat adlı eserde lâfızperestlik, suretperestlik, üslûpperestlik, teşbihperestlik, hayalperestlik, kafiyeperestlik gibi günümüze bakan bazı hastalıklara işaret etmiştir.
Suretperestlik, kişinin mahremiyetini paylaşması, görünüşe ehemmiyet vermesidir ki bu manevi bir hastalıktır. Bediüzzaman Hazretleri suretperestlik hastalığı için, ‘ahlâkı fena halde sarsar ve sukut-u ruha sebebiyet verir’ demiş hatta suretperestlik için putperestliğin bir çeşidi olduğunu söylemiştir.
İbtidaî milletlerin putperest inanış geleneği, günümüz de şekil değiştirerek suretperestlik şekline girdi. Bugün mahrem olan kadın suretlerinin medyada neşredilmesi, sergilenmesi, bu hastalığın bir tezahürüdür.
“Gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-i mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki; beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.” Burada Bediüzzaman’ın ifade ettiği gölgeli suretler heykel ve putlardır ki bunlar dinimizce yasaktır. Gölgesiz suretler ise ahlâk dışı şehvet ve haramlara teşvik eden resim ya da fotoğraflardır.
Risale-i Nur’da bu hususta tüyler ürperten bir benzetme yapılmıştır. Nasıl ki, rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ahlâkı tahrip ettiği gibi; sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan sûretlerine hevesperverâne bakmak da ahlâkı tahrip ediyor.
Ruhtan bu aleme açılan pencere: Göz
Üstad Hazretleri Gençlik Rehberi’nde “Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme” başlığı altında hadislerin rivayetiyle “Ahirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü tâife-i nisanın alacağını bildiriyor”. Ve onların şerrinden Allah’a sığınılıyor.
Yarım çıplak hanımlar; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.
Ve bunu da tarihteki yarı çıplak “Amazonlar” namıyla ünlenen silâhşör kadınlara benzetiyor. Cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklar.
Ve bu hususta erkekleri de uyarıyor ve diyor ki; “Fıtraten cemalperest erkekler için nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer ve yanar.”
Ayeti kerimede de hüküm kesin olarak hatta emir kipiyle belirtilmiş.
“Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar” “Mü’min kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar”
Bu ayeti kerimenin hilafına davranıp harama nazar edildiğinde manevi dünyamızda büyük yaralar açılıyor.
Nazar o kadar önemli ki Bediüzzaman Hazretleri: “nazar”ı kırk sene ömründe, otuz yıllık tahsilinde öğrendiği dört kelimeden birisi olarak söylüyor.
Göz ve nazar önemli bir işlevdir. Bundan dolayı Üstad Hazretleri İşaratül İ’caz’da “Göz önemli bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyreder” diyor. Yani Cenab-ı Hakkın kudretini hikmetini ve cemalini göz ile müşahede ediyoruz. Nazarımız bir bakıma iman oluyor, tefekkür oluyor, ibadet oluyor.
İşte Üstadın göz ile ilgili olarak çizdiği bu hakikati düşündüğümüzde harama nazarın yaratılış gayemize ne kadar ters olduğunu anlıyoruz.
Ve hatta bu hastalığın yani harama nazarın neticesi olarak ta “Hafızların kalbinden Kur’an nezyediliyor, çıkıyor, unutuluyor” diye belirtiyor.
Aslında harama nazarın hem aile hayatına, hem toplum hayatına, hem uhrevi, hem beden ve ruh sağlığımıza kadar birçok ciddi zararları var.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’da haram nazardan sakındıran birçok uyarıda bulunduğu gibi kendi hayatında da bunun somut örnekler vermiş. Bunlardan birisi de şudur: Van Valisi Ömer Paşanın konağında iki sene kalıyor. Altı kızının hiç birini birbirinden ayırt edemiyor “Neden bakmıyorsun diye sordukların da: “İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırtmıyor ”diye cevap veriyor.
Başka bir hatırasında da; İstanbul’da, Kâğıthane şenliğinde, Haliç’in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni kızlar dizildikleri sırada, hiç bakmıyor hatta yanındaki iki mebus “Senin bu haline hayret ettik. Hiç bakmadın!” dediklerinde: Bediüzzaman Hazretleri ders niteliğinde ibretli bir cevap veriyor ”Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasını istemiyorum.” diyor.
Öyleyse vicdanlarımızdaki polisin toplumun maneviyatına dinamit gibi yerleştirilen bu ahlâk dışı, mahremiyeti ortadan kaldıran yayınlarına paylaşımlara dur demesi muhakkaktır ve zaruridir.
Bu hastalığın başka bir boyutunu da Resûl-i Ekrem (asm) ele almış. Ahirzamanda Deccal ve Süfyan’ın fikirleri ispirtizma ve manyetizma nevinden ailede mahrem kalması gereken alanlara kolaylıkla ulaşıyor. Ve bunu da sosyal medya, telefon ve televizyon üzerinden çok kolay yapıyor.
Üstat Hazretleri Risale-i Nur’da “düğümlere üflerler” ayetini açıklarken bu üflemenin radyonun sihirbaz eli ve zehirli dili ile olacağını ifade ediyor.
Bu üfleme de ailede kavga olarak, mutsuzluk, doyumsuzluk olarak, belki boşanma olarak veya nazar olarak tezahür ediyor.
Manevi radyasyon: Nazar
Resûl-i Ekrem (asm) “Nazar haktır.” “Nazar deveyi kazana insanı mezara sokar” buyuruyor.
Cenab-ı Hak anne karnındaki cenini nasıl ki karanlıklar içerisinde koruyorsa aile içindeki yapının da böyle olması gerekiyor.
Yani aile hayatının; ev halleri, iaşesi, maişeti, yediği, içtiği, gezdiği şeyler mahrem olmalı gıpta, haset ve kıskançlık doğuran kareler paylaşılmamalı.
Aksi takdirde maddeten tesiri hissedilen kötü nazarların toplanmasına neden olur.
Nasıl ki hamilelikte annenin radyasyonla karşılaşması ebeveynleri telaşlandırıyor, bunun gibi manevi radyasyon olan maddeten tesiri hissedilen kötü nazarlar da aileyi ürkütmelidir.
Zaman geçtikçe imtihan da şekil değiştiriyor. Dünya imtihanımıza bir de dijital dünyanın imtihanını ekledik.
Bu da bir imtihan ve ağır bir sorumluluktur.
Sosyal medyadan kastımız bilime, araştırmaya, hayra hakikate güzel ahlâka vesile olan yönü değil. Kontrolsüz ve en kıymetli şeyimiz olan zamanı alıp götüren, teşhircilik, hazcılık ve mahremiyetin ihlâl edildiği kısımlardır. Yoksa elbette bu teknolojileri hayra kullanmak mümkündür. Üstad teknoloji için nimeti- İlahiye, ihsanat-ı İlahiye diyor. En büyük sorumluluk kişinin vicdanındadır.
Esmanur Adıbelli