Kapak

Hastalıklı asrın manevi yaraları ve devaları

Bediüzzaman Said Nursi’nin deyimiyle içinde bulunduğumuz asır helaket ve felaket asrı ve bu asır olanca tahribatıyla bizi maddi manevi hastalandırmaktadır. Peki manevi hastalıklarımız neden bu kadar ehemmiyetli?

Manevi yara 

Dünyevi bir hastalığımızın olduğunu düşünelim. Bunun tedavisi için, tıbbın gerektirdiği her şeyi yaparız. Yanında alternatif tıbbı da unutmayız. Tüm bu çabalar kısacık dünya hayatımız için. Peki ebedi hayatımızı tehdit eden manevi yaralarımız için ne yapıyoruz? Bu hususu 2. Lem’a olan Eyüp (as) hayatı üzerinden tahlil edip hakikate bakacak olursak;

Eyüp Aleyhisselam dünyevi nimetleri içinde şükür ehli olan bir peygamber. Koyunları, tarlaları, evlatları var. Adeta dünyevi mallarla serfiraz olmuş bir peygamber. Cenab-ı Hak imtihan gereği Eyüp’ün (as) bütün mallarını evlatlarını alıyor. Her bir imtihanında Eyüp (as) “Hamdolsun o Allah’a ki o aldı o verdi” diye sabır içerisinde şükrediyor. Bundan dolayıdır ki bu bahis Şafii esma İlahisi üzerinden değil de, Sabır Esma İlahisi üzerinden bize anlatılmış.

Bediüzzaman Said Nursi’nin bu meseleyi hakikate uyarlama noktası; Eyüp Aleyhisselamın hastalığı ve yaraları, zikir mahalli olan lisanına, muhabbet ve marifetullah mahalli olan kalbine dokunması üzerinden ele alıp hayatımıza bakan yönüyle bize anlatılmış. Bu da Risale-i Nur’un o muazzam tebliğ ve tefsir ediş metotlarından birisidir.

Hz.Eyüp’ün (as) duası ise;

“Ey Rabbim bana gerçekten zarar dokundu Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.”

Eyüp Aleyhisselam bu duayı istirahat için yapmıyor. Kalp ve lisanın ubudiyeti için dua ediyor. Adeta bu kalp ve dilinin fıtri bir duasıdır.

Dilin fıtri duası

Manevi yaralar lisana ilişince insan zikirden uzaklaşıyor. Allah’ı zikretmek için dönemez hale geliyor. Her şey için dönüyor bütün talepler için dönüyor ama manevi ihtiyacı olan o zikir, evrat ve iman hakikatleri için o dil dönmez hale geliyor. Ve nefretle uzaklaşıyor. Demek ki manevi yaralar; şahsiyeti kimliğimize, mahiyeti insaniyetimize ve kulluğumuza zarar veriyor. Risale-i Nur’da manevi hastalıklarımızın oluşmasının sebebi de şöyle açıklanmaktadır: “İşlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe kalp ve ruhumuzda yaralar açıyor.”

Kalbî yaralar

Peygamberimiz Efendimizin (asm) “İnsan vücudunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir. O bozuk olduğunda bütün vücut ifsat olur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir.”

Bediüzzaman Hazretleri ise İşarat’ül İcaz’da kalbi şöyle tarif eder; “Kalbden maksat, sanevberi (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Kalb, imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sanii arayan ve isteyen ve Saniin vücudunu delailiyle ilan eden, kalb ile vicdandır. Öyle ise kalbi yaralara dikkat etmek gerekiyor.”

İnsan çok geniş ve muhtevi bir şekilde yaratılmış

İnsanın görmeye olan kabiliyeti sınırlandırılmış. Duymaya olan istidadı sınırlandırılmış. Koşmaya olan, yürümeye olan, ömre olan kabiliyetleri sınırlandırılmış. Bir istidadı var ki o da sınırlandırılmamış. Bu da muhabbete olan istidat. Bu mahiyetiyle de mahlukata karşı muhabbeti var.

İnsan kâinatla olan ilişkisini kalp üzerinden muhabbetle kuruyor

Cenab-ı Hakkın kâinata koyduğu çekim gücü dediğimiz kuvve-i cazibe olmazsa kainattaki madde de çöker. Varlıkların bir arada durması, yıldızların muallakta durması, gezegenlerin güneş etrafında dönmesi kuvve-i cazibe yani muhabbettin kainatta hâkim olmasıyla mümkündür. Çünkü Kainat muhabbet üzerine kurulmuştur. Bediüzzaman Said Nursi’nin “Muhabbet kainatın sebeb-i vücududur” ifadesinden de bunu anlıyoruz. Netice itibariyle bizim kainatla ve varlıklarla kurduğumuz alaka kalple mümkün oluyor. Biz yeryüzünü, dünyayı, varlıkları seviyoruz. Yağmuru, denizi seviyoruz. koca dünyayı hanemizi sever gibi seviyoruz. Bu kadar kalben bağlı olduğumuz kâinat bizi yaralamaya açık hale getiriyor. Çünkü Bediüzzaman’ın deyimiyle o sevdiğimiz şeyler bize Allah’a ısmarladık demeden geçip gidiyor. Bu itibarla dünyaya bağlanan bir insan kalbine manen baksak el firak el firak diye ağladığını görürüz. Fanilik, kalpte de ruhda da çok derin yaralar açıyor. Öyle derin yara ki bunu bir merhemle, bir ilaçla tedavi edemiyoruz. Bir cerrahi operasyona ihtiyaç duyulur. Çünkü biz nihayetsiz muhabbeti fani olana verdik o da taşıyamadı.

Manevi hastalıkların kimine merhem kimine ilaç gerekli. Kalp yarasına da manevi bir ameliyat gerekli. Ya baki entel baki virdinin birinci zikri bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi masivadan tecrit ettiğini biliyoruz. Çünkü kalbimiz fani şeylerden elem duyuyor. Bekaya aşık olarak yaratılmışız. Aksi olduğunda kalp manevi olarak yaralanıyor, cerrahi bir operasyona ihtiyaç duyuluyor.

Hastalıklı asrın manevi yaralarına ilaç

Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. İç dışa dış içe çevresi Hz Eyüp’ten daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Üstad’ın bu ifadeleri üzerinde tefekkür edip derinlemesine anlamaya ihtiyacımız var. İç dışa dış içe çevrilse o yaraların nasıl mahiyeti insaniyemize zarar verdiğini görebiliyoruz. Her şeyin içi dışından daha önemli; ceviz fındık gibi, diğeri kabuk. Bu insanda da böyledir. Cenab-ı Hak insanın suretine nazar etmiyor kalbine yani sirete nazar ediyor.  Suretimiz sürekli değişiyor. Siretimiz ise 15 yaşından sonra teklifi büluğ ile beraber değişiyor. İnsanın sureti yediği içtiği şeyle değişir. Sireti ise İslamiyet’in emir ve yasaklarına uyup uymama, takvası, menhiyatı terk etmesi, ihlası nisbetinde değişiyor. “Şu medenilerden çoğunun, (dalalette gidenlerin günah ve sapıklıkta gidenlerin) eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla, tilki, yılanla, ayı, hınzır. Sireti olur suret…” Bu vecizeyle Üstad Hazretleri insanın siretinin bozulma sıralamasını yapmakta.  “O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.” Öyleyse bizim o duaya münacat-ı Eyyubiyeye, Eyüp Aleyhisselam’dan daha çok ihtiyacımız var. Bizler de “Ey Rabbim bana gerçekten zarar dokundu” deyip niyaz etmeliyiz. Bu hastalıklı asrın manevi yaralarına karşı muzdarip olduğumuzu Rabbimize iletmemiz gerekiyor ki kurtuluşa ve necata erelim. “Ey Rabbim bu dehşetli yaralara karşı beni hıfzu himaye eyle” Bu nidaya Cenab-ı Hak en güzel cevabı verecektir.

Risale-i Nur Külliyatında Barla Lahikası’nda Küçük Ali abinin mektubunda geçen bir hakikat şöyledir: “Cenab-ı Hak nasıl ki Ashab-ı Keyf Efendilerimizi Dakyanusun zulmünden 309 yıl muhafaza edip kurtardı ise bu zamanda bu manevi yaralarla alude olan biz gençleri ve ehl-i imanı da koruyacaktir.”

Cenab-ı Hak, bu asrın dehşetinden bizleri muhafaza eylesin…

Manevi yaralara ilaç Risale okumaları

Risale-i Nur’daki imanı hakikatlar manevi yaralarımıza çare olabilecek şekilde, belirli bir usul,  metod, tavsiye ve hastalıklardan korunma yöntemiyle bize anlatılmıştır. Hastalığımızın şiddetine ve ehemmiyetine göre üstadımız tekrarla veya kısa cümlelerle, tesirini arttırmak için çok sırlı hakikatleri veciz ifadelerle dile getiriyor. Veya 15 günde bir defa okumanız gerekir diyerek o ilacı kullanma talimatıyla bize sunuyor. “Başımın üstüne talik etmişim her sabah ve akşam okur dersimi alırım” diyerek sabah ve akşam okuyup, manevi yaramızı tedavi eden bir hakikatten bahsediyor.

“Dost istersen Allah yeter

Yaran istersen Kur’an yeter

Mal istersen kanaat yeter

Nasihat istersen ölüm yeter.

Düşman istersen nefis yeter.”

Adeta hayatımızda ihtiyacımız olan şeyleri bu cümlenin içerisine sığdırmış. Bu hakikatlerden istifade edebilmek için de en evvel kendimizi iyi bilmemiz ve bu yolculukta enfüsi tefekkür yapmamız gerekecektir. Ancak böyle okumaların hakikatleri açılacak ve tam şifa verecektir.

Risale-İ Nur’u nasıl okumalıyım?

Şahsımıza ait manevi yaralarımızı en iyi kendimiz biliriz. Onun için manevi yaralarımızın şifası için en evvel nefsimizi muhatap ederek okumak gerekiyor.

Asrın müceddidi olan Üstad Hazretleri Risale-i Nur’u ilk kendini muhatap etmiş.16. Mektup’ta “Yazılan hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap ediyor. Herkesi davet etmiyorum. “Belki ruhları muhtaç ve kalpleri yaralı olanlar, o edviye-yi Kur’âniyeyi arayıp buluyorlar.” diyerek en evvel kendinize hitaben okumamızın altını çiziyor. Mesela Rıfat Filizer abi Zübeyir abiye Risale-i Nur’u okuması için vermek ister. Ama Zübeyir abi daha okuyacak 300 kitabım var. Onlar bitsin öyle okurum der. Ta ki Gençlik Rehberi’ni duyuncaya kadar. “Koluna serum takılan hasta gibi vücuduma can geldi” der. Döne döne günlerce Risale-i Nur’u okur.

Nefsini ıslah etmiş bir zatın eseri

Evet Üstad Hazretleri, Risalelerdeki bütün hakikatleri öncelik olarak kendi nefsine hitap etmiş. Bu kitapların böylesine etkileyici ve tesirli olmasının bir sebebi de “nefsini ıslâh etmiş bir zat”ın, bir müçtehidin kaleminden çıkmış, ağzından dökülmüş olmasıdır. Çünkü terbiyenin en etkili yöntem ve metodu da budur.

Bundan dolayıdır ki Bediüzzaman Said Nursi “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimizden başlamalıyız” diyerek önce nefsini terbiye eder.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’da, yüzlerce yerde nefsine “Bil Ey Nefsim”, diye hitap eder:

Ey sabırsız nefsim!

Ey dünyaperest nefsim!

Ey bîçare nefsim!

Ey şikemperver nefsim!

Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim! Ey tembel nefsim!

Gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim!

Ey kör nefsim!

Ey ayıplı ve kusurlu nefsim!

Ey feryat eden nefsim!

Ya Rab! Hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle!

Nefsi ıslah için okumalı

Enaniyet asrındayız. Kendi nefislerimizin tezkiyesi için ve terakkisi için okumak lazım ve bu hitapları kendi nefsimiz adına dikkate almamız lazım. Aksi taktirde kudsiyeti kaybeder ve manevi istifademizi  azaltırız.

Zübeyir Gündüzalp, Risale Nur’u okuma metodunu izah ederken şöyle diyor:

“Tenkid için okuyan, istifade edemez. Başkası için okuyan, istifade edemez. Kendi nefsi için okuyan, istifade eder.” “Hizmet için değil, nefsimi ıslah için okumalıyım.”

Biz yeter ki hastalığımızın farkında olup, okumasını bilelim. Yani derdimizin, ihtiyacımızın, manevi yaramızın tespitini yapıp, hiç kimse bizden başka hangi noktalarda zaafımızın olduğunu bilemez. Derman aramak şifa bulmak niyetiyle okumalıyız.

Niyetteki sır

Niyet çok önemli bir sır. Niyet mahiyeti eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Bu Risale-i Nur okumalarımızda da geçerli olmalı.  Risale-i Nur’u okurken de hastalıklarımıza şifa olması niyetiyle ve Kur’an’ın ne dediğini öğrenmek niyetiyle, başka şahıslara istinad edilmeden başka nefislere değil önce kendi nefsimize okumak lazım ki tesiri artsın ve şifa olabilsin. Çünkü Risale-i Nur’un her biri ayrı bir şifa kaynağıdır.

Kurtuluş Nur’larda. Mekteplilere Asa-yı Musa, hocalara Zülfikar, musibete düşenlere Hastalar Risalesi,  gençlere Gençlik Rehberi, hanımlara Hanımlar  Risalesi, her nevi israf ve şükürsüzlük hastalığına İktisat ve Şükür Risalesi, adavet ve fitne hastalığına Uhuvvet ve İhlas Risalesi. İşte her yönüyle herkese hitap eden asrın Nur eserleri. Bizler yeter ki okumasını bilelim. Kurtuluş Risale-i Nur dairesine girenlerindir.

“Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakiki ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenlerdir.”

“Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkiki derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, kemal-i rıza ile, musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.

Risale-i Nur nimetine karşı binlerce Elhamdülilah…

Esmanur Adıbelli

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*