Doç. Dr. Kenan Taştan
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi
Travma kelimesi köken olarak Fransızca olup “Yara” anlamına gelmektedir. Psikolojik travma ise, kişinin beklemediği bir olaya sınırlarını zorlayan bir şekilde maruz kalmasıdır. Amerikan Psikiyatri Birliği (1980) travmayı, normal insan deneyiminin ötesinde seyreden olaylar olarak tanımlamıştır. Bu olaylar doğal afetler, trafik kazası, yangın, tacize uğrama gibi kişinin bütünlüğünü bozan durumlardır. Söz konusu tanıma göre, bir olayın travmatik olması için olayı yaşayan kimse tarafından bütünlüğünü (fiziksel, psikolojik) tehdit eder şekilde algılanması ve kişide dehşet, çaresizlik, korku gibi yoğun duygulara yol açması gerekmektedir. Yaşanan hadise ile insanın buna verdiği tepkiyi birbirinden ayırmak, psikolojik travma tanımını daha anlaşılır kılacaktır. Klinik deneyimlerin yol göstericiliğiyle, travmayı daha geniş çerçevede ele alırsak; insan hayatının çocukluktan erişkinliğe uzanan yaşantısında, kişinin baş edebileceğinin ötesinde etki yaratan olayların pek çoğunun travmatik sonuçlar doğurduğunu görebiliriz. Mesela, “negatif” olarak nitelendirilen hallerle karşılaşmak kadar, gelişimimizde yer tutan ihtiyaçların karşılanmaması da aynı travmatik etkiyi uyandırabilir. Mesela bir çocuğun okula gönderilmemesi, ihtiyaçlarının karşılanmaması, sevgiden ve ilgiden mahrum bırakılması da travma etkisi yapabilmektedir. Ancak burada püf noktası kişinin duygusal ve ruhsal olarak baş edebileceğinden çok daha fazla olumsuzluğa maruz kalması ve bunun sonucunda oluşan düşünsel, duygusal ve fiziksel ezilmişlik durumunun olmasıdır. Bu noktada mağdurun hayatına, varlık sebebine, elzem olan yaşamsal ihtiyaçlarına, beden bütünlüğüne, sevdiklerine, inanç sistemine yönelik tehdit içeren her olay ve durum travmatiktir. Psikolojik travma bir defada olan saldırı, şiddet olayları, ameliyat, ölüm, ayrılık, ihanet, doğal afetler, haksız suçlanma, taciz, kaza ve benzeri olaylarla olduğu gibi; ihmal, duygusal istismar, çatışmalı ilişkiler, savaş, çaresiz kalma, aşağılanma, hayatı tehdit eden hastalıklar, uzun süren yoksunluklar gibi kronik ve tekrarlayan deneyimlerle de olmaktadır.
Travma yaşayan insanların zihinsel bütünlüklerinde değerlendirme sorunları olur. Bu nedenle de regrese olurlar yeniden çocuksu tepkiler verirler. Çocukken ihtiyaçlarımızı gidermek için birilerine muhtacızdır. Ayrıca olan bitenleri değerlendirmede sıkıntılar yaşarız. Travma anında da kişi çocuklaşır. Ne yapacağını bilemez bir hale gelir ve bir üst akla ihtiyaç duyar. Bunu bulamazsa patolojik ruh haline bürünür. Travma döneminde zaman ve mekânı iyi ayarlayamama da sık olarak karşımıza çıkar.
Öncelikli olarak bilmemiz gereken birkaç önemli husus var. Birincisi insan hemen her durumun üstesinden gelebilecek bir ruhsal yapıyla donatılmış bir varlıktır: Hastalıklar, sevdiklerinin kaybı, iflas, ihanet, afetler vs. Bu ruhsal donanım onun fiziksel olarak iyileşmesinde de katkıda bulunur. Nitekim ayeti kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez…” (Bakara-286).
Afet gibi durumlarda ilk bir ay bu ruhsal mekanizmalar tam olarak devreye girmeyebilir. Bu süreçte insanlar daha endişeli, kaygılı ve somatik bulguları daha fazla yaşayabilirler. Bu adaptasyon sürecidir ve kişiden kişiye göre farklı özelliklerde görülebilir.
Travma esnasında kişilerin en sık yaşadıkları zihinsel problemlerden biri de yaşadıkları olayı anlamlandıramamadır. “Yaşadıkları bu olay niye onların başına geldi? Bunu hak edecek ne yaptılar?” gibi sorulara cevap bulmaya ve yaşadıkları olayı anlamlandırmaya çalışırlar. Oysa bu konuda Allah’a (cc) iman eden ve bu konuda Allah ile rabıtası iyi olan biri bu süreci ya yaşamaz ya da çok az yaşar. Başına gelen tüm olayların bir sebebi olduğunu bilir ve kâinatın yaratıcısının izni olmadan tüm bu yaşanılan olayların başına gelmeyeceğini bilir. Bu nedenle de üzülse bile ümitsizliğe kapılmaz. Üstad Bediüzzaman’ın tabir ettiği gibi olayları değerlendirir: “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.” (Risale-i Nur Külliyatı, On Sekizinci Söz, Sf-210.)
Travmanın sebep olduğu ruhsal hastalıklar;
- Depresyon
- Korkular
- Panik bozukluğu
- Sosyal fobi
- Travma sonrası stres bozukluğu
- Takıntı hastalığı
- Psikosomatik hastalıklar (deri döküntüleri, mide-barsak hastalıkları, ağrılar v.s.)
- Kaygı bozukluğu
Deprem gibi afetlerden sonra görülen belirtileri ve klinik semptomları iki gruba ayırabiliriz.
- Akut stres bozukluğu: Bu olayın ilk bir aylık dönemini kapsar. Bu dönemde en sık görülebilen belirtiler: Olay yerinden geçememe, kâbuslar, sallanıyor hissi, uyku bozuklukları, iştah bozuklukları, kızgınlık, konsantre olamama, zevk alamama, içine kapanma, agresyon, davranış bozuklukları gibi semptomlardır. Bu dönemdeki semptomlar bir adaptasyon süreci için gereklidir.
Akut stres bozukluğu döneminde yapılması gerekenler: Bu dönem çok kritiktir. Nasıl davrandığımız, krize nasıl müdahale ettiğimiz, yardım ekiplerinin, psikologların, doktorların, gazetecilerin nasıl davrandığı çok önemlidir. Bu dönemde psikoterapiden çok kriz yönetiminden bahsetmek daha uygundur. Bu anlamda her birimiz birer kriz danışmanı gibi davranmalıyız. Tabii bunun için de önceden bu konuda eğitim almalıyız. Kriz danışmanı temel olarak ne yapar? Kişinin gerçeklikle ve/veya hayatla kopmuş olan bağlantılarını yeniden inşa etmeye çalışır. Bunun için ilk önce durum tespiti yapar. Kişinin karnı mı aç, uykusuz mu? vb. gibi depremzedelerin önce temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bu ihtiyaçlar sağlandıktan sonraki aşama kişiyi dinleme safhasıdır. Kişi anlattıkça zihninde yaşadıkları şekillenecek ve rahatlayacaktır. Psikolojik problemlerinizi konuşarak veya mücadele ederek çözemeyen insanlarda devreye beden girer ve kendi lisanı ile konuşmaya başlar. Bedenin lisanı semptomdur. Bu semptomlardan bazıları; baş ağrısı, migren, fibromiyalji, bayılma, ağlama krizleri vs.’dir.
Afetzede sıkıntılarını anlıyorsa, dinlerken bizim temel tavrımız ve prensibimiz şu şekilde olmalıdır: “Vereceğim cevap benim ihtiyaçlarımla mı ilgili, onun ihtiyaçları ile mi?” Mesela “ölenle ölünmez” “artık önümüze bakalım” “zaten hepimiz öleceğiz” gibi cevaplar daha çok dinleyenin ihtiyacı ile ilgilidir. Oysa anlatanın ihtiyacı bazen sırf anlatmaktır, bazen ağlamaktır, bazen susmaktır. Bu dinleme sabrını ve tutarlılığını gösterebilenler kriz ile mücadele edebilirler. Bu sabrı gösteremeyenler krizle mücadelede geri planda kalmalıdırlar. Bu safhada depremzedeye akıl verilmemeli, ağlıyorsa susturulmamalı. Konuşmuyorsa konuşması için zorlanılmamalıdır. Akut stres dönemi safhasında kişi bu dönemi ne kadar sağlıklı atlatırsa, yani kişilik yapısına uygun olarak sıkıntılarını yaşamasına fırsat verilirse, kişi diğer safhalara geçmeden eski ruh sağlığına kavuşmuş olur.
- Travma sonrası stres bozukluğu: Herhangi bir travma sonrası oluşabilir. Bir telafi çabası değil, gerçek bir bozukluktur. Belirtileri akut stres döneminden sonra başlar. Kendi haline bırakılır veya teşhis edilmezse kronikleşir. Bazı durumlarda olaydan 6 ay sonra bile başlayabilir. Nitekim Körfez savaşından sonra bazı kişilerde 6 ay sonra başladığı rapor edilmiştir. Bu safhada kendi içerisinde iki gruba ayrılır.
- Akut travma sonrası stres bozukluğu: Olay gerçekleştikten sonraki 1-3 ay arasındaki dönemdir. Bu döneme “akut travma sonrası stres bozukluğu dönemi” denir. Bu dönemde belirtiler varsa artık kişinin klinik yardıma ihtiyacı var demektir. Yani tedaviye ihtiyacı vardır. Burada profesyonel yardım şarttır.
- Kronik travma sonrası stres bozukluğu: Belirtiler 3 ayı aşarsa o zaman “kronik travma sonrası stres bozukluğu” döneminden bahsedilebilir. Bu dönem kesinlikle tedaviye ihtiyaç duyulan dönemdir. Burada tedavi bazen aylarca, hatta yıllarca devam edebilir.
Tedavi: İnsanın maneviyatının iyi olması bu süreçte tedavide etkili unsurlardan biridir. Bununla birlikte kişinin işlevselliğini bozacak semptomların olması profesyonel bir yardım alması konusunda uyarıcı bir rol oynar. Travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde ilk adım psikiyatrik tedavidir. İkinci adım ise psikoterapi olarak belirlenmelidir. Psikiyatristle ilaç tedavisi, psikolog ile psikoterapi süreci yönetilmelidir.
Yardım aramaya çekinme,
Umutsuzluk,
Olayı hatırlamaktan kaçınma,
İnsanlara güvenini kaybetme tedaviye engel olabilir. Aynı zamanda travma sonrası stres bozukluğunun da temel belirtileridir ve bu sorunların farkına varıp, yardım aramak çözümü kolaylaştıracaktır.