Düşünceler

Onun hasreti

O ıssız vakitler nasıl da bizden olmuş. Birdenbire çıkagelmiş yamacımıza. Gençlik ve zindeliğin ihtiyarlığın sabahına tebdili. Zamansız koşuşturmalar tükenip, köşene çekildiğinde… Uyandığımızda saniyeler bile sürmez yılların rüzgârında üşümek. Oysa çok ötelerde olduğuna kani idik düne kadar. Dökülen yaprakların farkına varmak, acizliğimizi tescilleyen dermansızlık!  Küçük bir bulut gibi yağmış yüreğimize. Bedenimiz yıpranırken evvelce tecrübe ettiğimiz nice duygular da durur eteklerimizde. Her biri başımıza taç olup konmuş gayretlerimizin. Yaratanımıza sığınarak, yeniden en başa dönüşlerimiz. Umudumuzu yitirmeksizin. Gülümseyebilmek gözyaşlarımızı silen bir ele. Omuzuna yaslandığımız bir sevdiğimizin sesiyle teskin olmak. Ve masmavi bulutlara bakışlarımızı çevirmeye çağıran her davetçi, bizi düştüğümüz gayya kuyusunun ağzından kurtarmaya niyetliyken… Sonsuz güç ve kudret sahibinin, uçsuz bucaksız hanında sahipsiz ve hamisiz olmadığımızın tesellileridir.

Fakir beşerin gölgesi ömrü boyunca nice yollara düşer. Ve kervanların nicesiyle tanışır. Kimine yetişir, kimi bırakır gider. Bir gölgelikte soluklanmaya münhasır iken müsaademiz, hayalimizin gittiği yere, gözümüzün ulaştığı noktadan öteye… Ziyadesiyle kaleleri fethetmişizdir. Ya da fethettiğimizi sanmışızdır. Yedimizde dağılmaya ve çürümeye mahkûm olan, ömür ağacımızın tek meyvesi.

Halbuki evhamların kirletemediği bir hayalimiz vardır. Zaman geçse de her daim duran. O hayali belki de hayatımız boyunca yüreğimizde saklarız. Rüyalarımızla o hayalin heyecanını taze tutar, dualarımıza katar, kimselere söylemeden içimizde yaşatırız sevgisini. Belki de yıllar geçer üzerinden. O kadar uzaktır ki ihtimaller. Yaşımız hazan mevsimlerine denk düşer intizar ederken.

Hayatımız boyunca bir gün o yolun yolcusu olmayı düşleriz. Bir gün mutlaka olacağına ve geleceğine olan imanımız su serper yanan içimize. Nasip olmayacak olursa da yolunda olmak ve onun hasretiyledir hasbihalimiz. Belki de onun hasreti için katlanırız onca şeye. Dünyanın sıkıcılığına tahammül ederiz. Ve belki de onun umudu yaşatır bizi.

“…nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden “Allahu Ekber” dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o “Allahu Ekber” kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve id’de beraber birden “Allahu Ekber” demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği “Allahu Ekber” kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak rububiyet-i İlahiyenin “Rabbü’l-Ardı ve Rabbü’l-Âlemîn” azamet-i unvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve hiss ve kanaat ettim.”1

Dipnot

  • Asa-yı Musa, Birinci Kısım/Sekizinci Mes’ele

 

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*