Kurşun Kalem

Kömür kokusu

İliklere işleyen bir soğuğun bize sunduğu en bariz şeylerden biri belki, kömür kokusu… Dışarda kar soğuğu, yerler hafif dona durmuş, gökyüzünde ayın önünde pırıl pırıl görünen birkaç bulut, belli ki kar gelecek. Akşamdan sise durmaya başlayan havanın, gece saatlerinde başlayacak kar yağışıyla, sabah perdeleri açar açmaz bizi karşılayacak bembeyaz görüntüsü… Kırmızı kiremitler beyaz olmuş, dışarıya çocuklar çoktan üşüşmüş, karın tadını çıkarıyorlar. İşte tam böylesi bir atmosferde burnunuza dolan o koku işte.

Artık çoğu evde doğalgazın olduğu bir zamanda, sobanın nostaljisi size neler hatırlatır bilmiyorum ama, bana çok şey hatırlatıyor. Bizim evde kömür yakılmadı hiç. Babam marangoz olduğundan dolayı talaş, toz, odun eksik olmazdı. Ama ilkokulda sınıfımızın sobasında kömür yanardı. Görevli, dersin ortasında gelir, gürül gürül yanan sobaya elindeki ince uzun kovadan kömür boşaltırdı. O an için ders dururdu benim için ve itinayla görevliyi izlerdim. Kapağı açtığında sınıfa dolan kömürün kokusu, şimdi gibi burnuma geliyor. Bizim evde yanmadığı için değişik gelir, hoşuma giderdi.

Teneffüse çıktığımızda, -o zaman bana kocaman gelen- okul bahçesi, kar topu oynayan, oradan oraya koşturan çocuklarla dolardı. Öğretmenler odası bahçeye bakardı. Ki ben bu yüzden, karnelerimizin sağ tarafında olan davranış notlarını öğretmenlerin neye göre verdiklerini bilemez, biz teneffüse çıktığımızda öğretmenler odasının perdesinin kenarından gizlice bizi izlediklerini ve öyle verdiklerini düşünürdüm. Çocukluk işte… Sonradan öğretmenlik yaparken anladım ki, çocuğun gözüne bakınca öğretmen anlıyormuş zaten:)

Şimdilerde sobaymış, kömürmüş, soba yakmakmış, soba kurmakmış hakikaten çocuklara nostalji geliyor. Sobanın üstünde yufka ekmek kızartıp üzerine tereyağ sürerek küflü peyniri boydan boya döşeyip, üzerine de sobanın üzerinde kavrulmuş biber kurularını ufalayarak yapılan sıkmanın tadını bilen bilir. Yanında, sobanın üstünde kaynayan çaydanlık çayı da oldu mu, değmeyin keyfimize. Az şeylerle mutlu olunan zamanların en güzel hediyesiydi bence, damakta kalan bu tatlar. Domatesin, salatalığın mevsiminde yendiği, tavuğun, yumurtanın gerçek olduğu zamanlar…

Vakt-i zamanında edebiyat hocamız bir kokuyla yazılan romanlardan bahsetmişti. Yazarın o kokuyu alabilmek ve romana devam edebilmek için kilometrelerce yol teptiğinden, aynı tramvaya hiç işi olmamasına rağmen defalarca bindiğinden bahsetmişti de yok artık abartmış demiştim içimden. Şimdi kısacık yol güzergâhımda aldığım kömür kokusunun beni götürdüğü senelere, tatlara, sıcaklıklara bakınca yanıldığımı anlıyorum. Evet, bir kokuyla yazı da yazılır, roman da yazılır, hikâye de… Yazar abartmamış, ben yanılmışım.

 

Havva Küçük Konur

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*