Çocuk Eğitimi

Hür çocuk

“Hür hissetme”nin en belirgin ortaya çıktığı dönem yürümeye ilk başlangıç ve ergenlik sancılarının yaşandığı sıralar olsa gerek. İkisi de çırpınışların, heyecanların içinde bir geçiş dönemi… Bu dönemler kritik noktaları taşır insan hayatında, hal ve davranışları, olaylara karşı duruşları bu dönemler üzerine bina edilir. Problemlere karşı çözümler ise sağlam bina edişlerde etkili ve kalıcı gelişir. Hakikî manada hürriyetin adaletle zuhur edişi şüphesiz insanın sorunlarını kurtuluşa yönlendirecektir. Günümüz insanının sorunları ve çözümleri tevhid, insan, nefis, aile, cüz-i ihtiyari, medya, ahlâk, zulüm ve internet gibi kavramlar üzerinden hürriyet ve adalet ekseninde işlenecektir.

Bugün hızla ilerleyen bir geri sayımın içerisindeyiz. Kazanıyor, gelişiyor ve olmayanı başarıyor gibi görünsek de insanlık âlemi olarak insanlığı ve enfüsî âlemimizde hasselerimizi kaybediyor, kuvvetli değerlerimizi yitiriyoruz. Kuşatılmış bir ağın içinde sıkıntı, daralma ve boğulma girdaplarından ortaya çıkan kişilik ve kimlik bozukluklarımız var. Teknoloji ile bağlarımız arttıkça vaktin genişlemesi, faaliyetin artması gerekiyorken iradelerin istem dışı vazifesizliğe sürüklendiği gönüllü esaretler, tembel ve pasif hür görüntülü köleler yayılıyor. Gerçekten bu kadar vahim bir durumda mıyız? Ve bu nasıl oluyor? İnsan eline zemine halife olacak bir tasarruf verilmiş ki, bunu şu zeminde yapılanlarla gayet net görebiliyoruz. Bir de imtihan sürecinde uçları serbest bırakılmış, ancak iman ve şeriat yani kavanin-i İlâhiye, yani Yaratanın emri ve kanunları ile had altına alınabilecek kuvvelerle donatılmış. Bu kuvvelerin (kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye) üçünün birden bulunup hem de üçünün birden tasarrufça serbest bırakıldığı tek varlık insandır. Şimdi bu hadsiz emel, istek ve koruma-defetme hislerine sahip olan bir insan iman ile vicdan terazisini dengede tutamadığı noktada nefsin ve heveslerin zevklerin eline düşerek tasarrufunu bu düzende işletir. Buluşları da hayatı kolaylaştırmaları da zevklere ve menfaatlere yönelik gelişir. Kendisi sefahate esir olduğu gibi başkaları da firavun benliğine ortak etmek, adeta kendini tasdik ettirmek gayesiyle sefahatine mahkûm eder zaafiyetlere düşürür. “Zira öyleleri hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira, nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe (edeplenmiş) ve mütezeyyine (ziynetlenmiş) olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmareye esir olmaktır.” Bu hale gelen nefis her türlü rezaleti işlemekte hak hukuk tanımaktan çok uzakta adaletin kıymetini hiçe saymaktadır. Netice de istibdatlar hakkı tanımayan bir çığ olup bencillik ve hazlar için yapılır. Söz vermekten davranışlara, tahammülden başarılara, sorumluluk almaktan üretken olmaya hayatın her safhasında kendi esaretinin harabiyetinde başkalara da akseden bir zulüm ve hayvanlıktan ibaret serbestiyetini ilân eder.

İnsanın nefis ve iç âleminden böylesi fena bir hale gelişinde dış etkenleri de unutmamak gerekir. Bu etkenlere mağlûp olan yahut istem dışı maruz kalan insan da hürriyet yara alır, zedelenir ve vakur ve yalnız Rabbine boyun eğmek yakışan eşref-i mahlûk en edna köleliğin, en edna hakaretin ve insaniyetten sıyrılışın içindedir. Aslında kendi tercihlerinin kurbanıdır insan. Aradığı adaleti elleriyle kirletir, bir yerden çalarken başka yerden kaybeder. Hevesi davranışların artışı adil muhakemeyi, mizanlı hareketi, kâinat nizamını terk ediştir.

İnsanın fıtratında olan hür adımları atabilmesinde ilk dış etken ailedir. Orada büyüyen, tanıyan ve şekillenen insan ister iyi niyetle ister art niyetle yapılsın bir baskı altındadır. Zira ailenin kuralları ve korumasındadır. Burada kasıt bunun kötü bir durum olduğu değil geleneklerin sürüklediği bir durumu nazara vermektir. Bir de yanlış âdetlerin ve cehaletin içinde savrulan bir ailede ise mevzu daha vahimdir. Aslında burada hürriyete ailedeki etkiyi istemli ve istemsiz olarak incelemeliyiz ki, adaleti ve hürriyeti çekirdekten yetiştirebilelim. Aile istemsiz olarak çocuğu etkiliyordur. Burada sahiplikten kaynaklanan bir algılamada çocuk bastırılır ve gerek ebeveyn gerekse kardeşleri tarafından susturma yahut korumacı tavırlarla istidatları engellenmiş olur. Hürriyetten çok bedevi bir kıvamda aileye bağlı ve yalnız yapamayan, kendisi karar alamayan, fikir sunamayan pasif yahut bağımlı bir köle konumundadır. Bu durumu tetikleyense aileye dış müdahalelerdir ki, nefsi, emmare olma yolunda koşturan medya ve internet bunların başlıcalarıdır. İmana saldırı ile vicdanı söndürüp iradeyi susturmada insanın tercih yetisini kaybettirip adil muhakemeyi ortadan kaldırmakta, bireylerde haklara saygı ve kimliklere fırsat verme duruşunu kaybettirmektedir. Anne baba ve kardeşten sonra akraba ve çevre, efrada doğru insanı bastıran ve engelleyen bir kitle ezik ve esir ruhları netice verir. Toplumun kâmil ve örnek şahsiyetlerine bakacak olursak fikir genişliği ve ilmi zenginliği, oturmuş karakteri, aileden destek alarak, fakat aile otoritesinden ayrı bir surette kazanmışlar katettikleri yollarda tecrübe edinmişlerdir. Kısaca burada bahsettiğimiz koruyucu, kuşatıcı ve sahiplik hissi ile çocuğun hür karar ve irade algısının olumsuz etkilenebileceğidir. İman kuvvetiyle hoşgörü ve sabır, şükür ve tevekkül ile sürdürülebilen yuva çocuğun fıtratına göre kabiliyetlerini inkişaf ettirebileceği gibi, hür kimlik kapsamında açılıma destek olur. Hem aile bireylerini sahiplik asıl manasına kavuşur. Emanete itina, adaletle hükmediş, hakkın hatırına duyulan hürmet insanî değerleri ve Asr-ı Saadet hatırlatan tabloları canlandırabilir. Bir Said Nursî modeli bu anlamda kuvvetli bir örnektir. 8 yaşından itibaren yavaş yavaş aile kuşatmasından sıyrılmıştır ve ailedeki diri Allah korkusuyla, imandaki engin ufuk onun fikir ve ilim hayatındaki en büyük desteği ve ayaklarının yere basıp fikirlerine değer verildiğinin, kabiliyetlerini açabileceğinin göstergesi olmuşlardır.

Enfüsî istibdatların dışarıyla vazifeli kolları dinden uzaklaştırma politikasında aileyi kadından yani anneden vurarak ele geçiriyor. Hürriyet diye sunduğu hezeyanlarla kadını rezalete ve fıtrî haklarını kaybetmeye itiyor. Şeriatın edebinden uzaklaşan kadın en çok en yakınlarından başlayarak serbestiyetinin zararlarını çektiriyor. Vakti ve enerjisi boş heveslere, sonu gelmeyen emellere ve daha iyisi içinlere harcanırken yıpranıyor, bozuluyor ve en büyük hakları çiğnenir hale geliyor. Adalet canlıya hürriyetinin kapsadığı hakları sunmak ve engel olmamaksa, bir bebeğin kendi annesi tarafından büyütülmesi hakkı değil midir? Başka annelerce büyütülmek adaletli olmazken kokusunu tanımadığı bakıcılarca ve yabancı ortamlarda annesi tarafından sunulan, annesinden uzak büyümek hangi hürriyetin, hangi adaletin kıyısındadır? Bu problemleri aslında hür fikrin iman sinesinde uyanması ile aşabilir. İç âlemimizi nuranîleştirdikçe kirli söz ve işleyişlerden sıyrıldıkça, emanetimize adil davranmış olarak ailemizden başlayan bir hürriyetle mütezeyyine olma ruhî inşirahlar, kalbî ferahlıklar, huzur ile gelişen istidatlar, üretken fikirler, sorgulayıcı zihinler elde edebilir adil bir yönetim ve ifade özgürlüğü kazanılabilir.

Aileden sonra devreye çevre giriyor ve hem aileyi, hem insanı imha eden bir mekanizma ile şeytanî nefislerin birleşen istibdatı kalpleri, ruhları cezbederek tesiri altına alıyor. Alışveriş, moda, yeni model, güzellik, ilgi odağı olma, beğenilme şaklabanlığı, face, yalan, yalnızlık giderici siteler, haramı mübah, hayasızlığı romantik kılan diziler, tıklayınca değişen âlem ki, ağları dünyayı turluyor aklı afakta dağıtıp tabiat gibi bir kör hissiyata bürüdüğü masum lâtifelere en şiddetli adaletsizliği yapıp onları ebedî susturarak hürriyetlerini elinden alıyor. İçinde olup bitenleri tepkisizleşen ya da tepkilerini kontrol edemeyen insancık artık kâinatın halifesi olmaktan uzaklaşıp sebebini bulamadığı bunalımlarına çare aramak için geri dönemediği Rabbinden şirke belki de ondan küfre uzanıyor. Bağımlılıkları ve ilgi odakları iman ekseninden kayarken saadet tablosu nurunu kaybetmeye başlıyor. Artık patrona, artık reklâmlara, artık arkadaşlara, artık dizilere, artık eşyaya, artık acizlere, artık kaybolduğu sisteme, artık parçalanmış kalbindeki son sevgilerle bağlandığı her şeye Malik-i Ezelisi, Mabud-u Baki’si olan ve saltanat-ı rububiyeti ile sarılı olduğunu unuttuğu Yaratıcısı dışında her şeye abd olmuş esaretini yaşıyor insan. Yalnız O’nun kulluğunu kabul etse, hikmet ile işlettiği kâinat nizam ve intizam kanunlarına uyar ve düzenin içinde yer alır. O vakit kâinatta olduğu gibi, hiçbir çoğunluğa bireyin hakkı rızası olmadan feda edilmez. Asi de olsa kimsenin tasarrufu elinden alınmaz, ceza ve mükâfat bellidir, kanun-u İlâhî tesirlidir hem hakkaniyetini yitirmez de.

Feyza Ertem

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*