Siyer Araştırmaları Vakfı’nın kurucusu olan Muhammed Emin Yıldırım Bey ile “İslâmiyet’in kadına verdiği değer ve kadına şiddet”i konuştuk, istifadenize sunuyoruz efendim…
Mü’min bir İslâm beyefendisi olarak, İslâm’ın kadına verdiği önemin değerlendirmesini sizden alabilir miyiz?
Efendimiz (asm) ile birlikte bütün peygamberlerin gönderiliş gayelerinde şu var, değerler sistemini inşa noktasında da çok önemli ipuçları getiriyorlar ve yol gösterecek temel dayanakları insanlığa takdim ediyorlar. Ama son peygamber olan Efendimizde (asm) bu iş biraz daha kemale eriyor. Bugün insanlığın yaşadığı en büyük problem de bu aslında değerler sistemi. Bu da ancak Cenab-ı Hakkın insanlığa öğreteceği göstereceği bir önemli alandır. İşte bunu da insanlara gösterenler peygamberlerdir. Son peygamber olan Efendimizde (asm) dediğim gibi bu değerler sistemi kemal noktasında insanlara takdim ediliyor. O değerler sistemindeki sıralamada kadının çok farklı bir noktada durduğunuzu görüyoruz. Tabiî bu uzunca bir mesele. Bu vesileyle burada kısa bir özet vermek isterim. Efendimiz (asm) özellikle kadınlarla veya kadınlara yönelik konuşacaksa iki tane hitap şekli vardır. Onlardan bir tanesi “Ey Âdem’in kızları”dır. Aslında Havva’nın kızları da diyebilirdi, ama özellikle Hz. Âdem’e (as) de vurgu yapması da ayrı bir hikmettir burada. Ya da bazen “Ey Allah’ın hanım kulları” diye hitap eder. Efendimizin (asm) hanımlara karşı kullandığı “Ey Allah’ın hanım kulları değersiniz, değerlisiniz, değmemelisiniz.” hitabında, “Değersiniz” ifadesinde, kadınlara aslında nasıl bir değer olduklarını, Hz. Peygamberin lisanında nasıl bir hazine olduklarını, insanlar içerisinde, neslin devam etmesi noktasında Allah’ın onlara biçtiği rolün gereği, onlara yüklenen görev açısından nasıl bir değeri ihtiva ettiklerini görüyoruz. İslâm’ın kadına verdiği değer konusunu sadece bir örnek üzerinden değerlendirirsek, Efendimiz (asm) bir gün kadınların develerinden sorumlu olan Enceşe isimli sahabe efendimize, develeri coşturduğu zaman şöyle bir şey söylüyor. “Ey Enceşe yavaş ol üstünde kristaller var, kristalleri kıracaksın.” Kadınların değerli olmaları yönünde çok önemli şeyler söylenebilir. Bu konuda da Abdullah İbni Ömer isimli sahabe efendimizin bize aktardığı bir şey var. Diyor ki kendisi “Biz Hz. Peygamber (asm) bizim içimizde yaşarken, kadınlar konusunda bir şey sormaktan, kadınlara da bir şey yapmaktan korkardık. Çünkü ne zaman kadınlar konusunda bir şey sorsak anında ayetler iner, inen ayetler de kadının lehine olurdu.” Dolayısıyla bugünlerde pozitif ayrımcılık diyorlar ya onların hepsinin karşılığını biz İslâm’da ve İslâm’ın en güzel, en kâmil yaşandığı zemin olan asr-ı saadette görüyoruz. Hz. Peygamber’in (asm) hanımlara karşı kullandığı bir diğer ifade ise “Değmemelisiniz” ifadesiydi. Bu ifadenin açılımında, kadının gerek kişiliğinin, gerek şahsiyetinin, gerek izzetinin farklı biçimlerde izahlarını ve bir şeklide yansıması olan tesettürde görüyoruz. Tesettür dediğimiz şey bir yönü ile kadının değmesine yönelik bize bir açıklamada, işarette bulunuyor. İşte bütün bunları topladığımız zaman aslında biz kadının değeri konusunda İslâm’da ne kadar önemli bir alan açıldığını ve ne kadar önemli şeyler söylendiğini de anlamış oluyoruz.
O halde İslâm ve kadına şiddet birbirinden bir o kadar uzak iki kavram diyebiliriz. Ama toplumda ne yazık ki bunun tam aksi bir algı var. Bunun için neler söyleyebiliriz?
İslâm’ın temel ilkeleri göz ardı edildiği, ahlâkî anlamda bazı şeyler korunmadığı için ve İslâm’ın bu konuda bize söyledikleri tam anlamı ile anlaşılıp hayata hâkim kılınmadığı için ortaya çıkan bir algı bu. İslâm bir sistemdir. Bu sistemi tam anlamı ile anlayıp hayatta geçirmek için bir şeyler yapmayınca, elbette ki yol kazaları yaşanacak ve insanlık duvara çarpacak, çok ciddi boyutlarda, feci hadiseler yaşanacak. Dolayısıyla şiddet dediğimiz şey kesinlikle İslâmsızlıktan ve insansızlıktan kaynaklan bir şeydir. Az bir şey İslâm’dan haberdar olan, Peygamberine iman ettiğini söyleyen bir Müslüman, Peygamber’nin kadına el kaldırmayacağını, kaldırmadığını bilir. Efendimizin (asm) aile hayatı, mahrem denilebilecek konulara varıncaya kadar, bugün kaynaklarımıza aktarılır. Hanımları ile münasebetleri bugün Azhab, Nur, Hucurat, Tahrim surelerinin konusudur. Yani Efendimizin (asm) eşleri ile olan münasebetleri Kur’ân’a ayet olarak yazılmıştır. Bütün bunları toplayıp baktığımız zaman, Efendimiz’in (asm) bir tek hanımına karşı bile en ufak sıkıntı oluşturabilecek cümle kullandığını bırakın, şiddet uygulamayı, sözlü sert bir ifade kullandığını bile göremezsiniz. Sünneti yaşamak isteyen bir insan için burada çok önemli işaretler vardır. Bugün kadına olan bu şiddet meselesi İslâmsızlıktan kaynaklanan neticedir.
Tam bu noktada, ailelere çok büyük iş düşüyor diye düşünüyorum. İslâmiyet’i yaşama ve aktarma konusunda kızlarımıza, oğullarımıza nasıl davranmamız gerekiyor?
Burada önemli olan bir nokta temsiliyet problemidir. Anne babalar olarak biz kendimizi İslâm’ı yaşama noktasında, en güzel örnek olan Efendimiz’i (asm), onun mübarek ellerinden yetişen sahabe efendilerimizi örnek aldığımızda ve bunları da kendimiz yaşayıp yaşatma noktasında gayret içerisine girdiğimizde kendi çocuklarımıza ve etrafımıza Asr-ı Saadet iklimini bir şekilde yansıtmaya başlayacağız. Bu gün insanlarımızın en ciddi sıkıntısı etraflarında güzel örnek görememelerinden kaynaklanıyor. İnsanlar ne yazık ki TV’lerde sokaklarda caddede medyada sosyal medyada hep yanlış telkinlerle büyütülüyor. Bu telkinlerle evlilik hayatı ya da gençlik noktasında çok yanlış şeyler insanlara sunuluyor. Bu yanlış beklentilerden dolayı da evli olanlar, evlenmeyi düşünenler gerekse şuanda bekâr olanlar, örnek alma noktasında, yanlış örnekleri kendilerine seçtiklerinde toplumumuzda yaşanan sıkıntılı hadiseler ne yazık ki vuku buluyor. Sadece söz ile tebliğin bir faydası olmayacağı herkesin malumudur. Çünkü sözün bir yere kadar tesiri var. Ama hayatın, ama yaşantının, bizatihi muamelelerde, insanî ilişkilerde ortaya konan davranışların tesiri çok daha farklıdır. Hz. Ali’ye ya da Cafer-i Sadık’a nispet edilen güzel bir söz vardır. “Hal dilinin ortaya koyduğunu hiçbir gönül reddetmez.” Gerçekten de böyledir. İnsan hayatı ile bir şeyleri gösterdiğinde ve bu manada örneklik ettiğinde ille de konuşmasına gerek kalmaz. Belli şeyler onların hayatının üzerinden, karşıdakilere tebliğ olarak ulaşabilir. İşte bugün örnekleri yanlış yerlerde aradığımızdan ve kendimiz de örnek olmadığımızdan dolayı her geçen gün ahlakî anlamda yozlaşmalar yaşıyoruz. Çok güzel bir örnek var elimizde. Kur’ân gibi bir sermayemiz var. Sünnet gibi de Kur’ân’ın hayata intikal etmiş şekli olan Efendimizin (asm) sünneti var. Öyle büyük bir sermayeye rağmen biz de sıkıntılar çekiyorsak, durup düşünmemiz gereken bir mesele var demektir. Esas sıkıntı, bu iki kaynaktan kopuk olmamız, İslâm’ı sadece belli alanlara sıkıştırıp, hayatın tamamına yaymama gibi bir zaafiyet yaşamamız ve İslâm’ı bir hayat nizamı olarak hayatlarımızda yankı bulmamasıdır. Görüyoruz ki İslâm’ın getirdiği meseleler insanın ahlakî alanlarının inşasıdır. Dolayısıyla insanlığın İslâm’dan uzaklaşması saadetten uzaklaşmasıdır. İslâm’ın yaşandığı dönem ondan dolayı Asr-ı Saadettir, yani saadet asrıdır. Dolayısıyla eğer biz saadeti mutluluğu istiyorsak, böyle bir özlemimiz hasretimiz varsa her geçen gün okuduğumuz, duyduğumuz izlediğimiz haberler yüreklerimizi yakıyorsa, çocuklarımızın her geçen gün bağımlılık noktasında sıkıntıları fazlalaşarak çoğalıyorsa, burada sözden ziyade hayatın tamamını kuşatacak bir İslâm’a yönelmek durumundayız. Ancak böyle bir şey bizi o dediğimiz saadete ulaştıracaktır. Somut bir örnek vereyim. Peygamber Efendimizin (asm) gerek kendi çocukları, gerekse kendi evine gidip gelen, yaşları 15’in altında olan bir sürü çocuk olduğunu biliyoruz. Efendimiz (asm) Mekke döneminde o elinin altındaki çocukların hiçbirine “namaz kılın” diye bir şey söylemiyor. Namaz kılmayı hayatlarının üzerinden yansıtıyor. Biz mesela siyer kaynaklarında Peygamberimizin (asm) kızlarının nasıl Müslüman olduğuna dair bir bilgi bilmeyiz. Ama bildiğimiz bir şey var ki Müslüman olmuşlardır. Peki, nasıl bize bu konuda sözlü bir rivâyet gelmez? Ama neticesinde İslâm’a girdikleri ortadadır. İşte bunu biraz irdelediğiniz zaman görüyorsunuz ki, O’nun hayatının kendisinde zaten bir tebliğ ve hayatının üzerinden onlara intikal eden bir şey var. Evlerde sofraların Suffa’nın şubeleri gibi kullanılma adına bir hassasiyet var. Hz. Peygamber’in (asm) mescidinde konuşulan, söylenen bütün güzelliklerin sahabeler tarafından evlere taşınıp, sofralarında, hanelerinde, farklı bir biçimde yaşanarak, onları konuşarak, onların içine girerek, onlarla beraber olarak, onlarla beraber olmaya çalışarak o mutluluğu yaymaya çalışma var. İnsanın içindeki devlet olan kalbinde, böyle bir şey başladığı zaman, hanesi olan ailesinde de bu iş devam ettiğinde ve bu halka halka yayıldığında, nasıl insanlığın tamamına İslâm’ın yayıldığını daha iyi anlamış oluyoruz. Şimdi biz kalplerimizi işgal altında tutuyoruz. Evler hakeza öyle. Kalkıp sokaklarımızın, caddelerimizin ıslahını konuşuyoruz. Aslında esas ıslaha başlayacağımız yer kendimizdir. Başlayacağımız yer, evlerimiz, hanelerimizdir. Bu halka halka komşularımızdan, yanımızda, yöremizdeki insanlardan etrafa yayılacaktır. Dolayısıyla buradaki ıslah meselesini eğer biz bireysel manada kendimizden başlatmazsak bu konuda da istediğimiz seviyeye inanın kavuşamayacağız.
Bizim için çok verimli bir sohbet oldu, çok teşekkür ediyoruz Muhammet Bey. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben de çok teşekkür ediyorum. Sizlerin aracılığıyla son olarak şunları söylemek isterim. Gerçekten şuan bir kriz yaşanıyor. Bu kriz öyle sloganik sözlerle, farklı farklı şeylerle çözülecek gibi de durmuyor. Bizler kendimiz kendimizi ihya ederek işe başlamalıyız. Ki bu peygamber metodudur. Ancak böyle bir yöntemle, bazı şeyleri telafi edebilir ve beklediğimiz özlediğimiz o güzel seviyeye varabiliriz. Onun için hiç kimseden bu manada bir şey beklemeden, sağımıza solumuza bakmadan, “Ortada yapılacak bir iş var ve ben varım” demeliyiz. İnşallah eğer biz kendimizi ıslah edersek ve kendimizle birlikte bir çığır açarsak, başkalarına da bu manada örnek olur, onların da bu manada hayra vesile olmasını, hayır dairesine girmesine inşallah sebep oluruz. Cenab-ı Hak bu konuda hepimize yardım etsin ve şu sıkıntıların giderilmesi noktasında da inşallah bizlere merhamet etsin.