“Bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”
Bediüzzaman Said Nursi
İstanbul’un manevî erlerinden Şeyh Vefa Hazretlerinin bir oğlu vardı. Çocuk, hayvan sırtında su taşıyanların kırbalarını delerdi. Bu kötü hareketini uzun zaman devam ettirdiği halde, sucular Şeyh’in hatırına çocuğa bir şey demedikleri gibi, gelip durumu Hazreti Şeyh’e bile anlatmaya cesaret edemezlerdi. Suculardan bir tanesi artık dayanamayıp durumu çocuğun babasına açmaya karar verdi. Şeyh’in huzuruna gelerek:
“Ya Şeyh! Sizin çocuk bizim kırbalarımızı elindeki iğne ile delip ağzını dayayıp içiyor. Bu zamana kadar bir şey söylemedik ama artık dayanılmaz oldu, siz bir tembihte bulunsanız da çocuk bu halinden vazgeçse!” dedi.
Oğlunun böyle çirkin bir iş yaptığını öğrenen Şeyh, çok üzüldü. Ne kadar kırbası delinen sucu varsa hepsini çağırıp zararlarını ödedi, daha sonra hanımına giderek:
“Hanım kabahat ya sende ya bende, çocukta değil! İyi düşün çocuğa hamileyken haram bir şey yedin mi?” diye sordu.
Şeyh’in hanımı çocuğa hamileyken komşunun bahçesindeki nardan canı çektiğini ve iğne ile delerek bir damla emdiğini söyleyince Şeyh:
“Elhamdülillah hastalık teşhis edildi” diyerek gidip komşudan helâllik dilemesini ve ne isterse vermesini söyledi. Kadın gitti, evin kadınını buldu, durumu anlatıp hakkını helâl etmesini rica etti. Komşu memnuniyetle hakkını helâl edince Hazreti Şeyh oğlunu çağırıp tembih etmek lüzumunu bile hissetmedi. Hakikaten ondan sonra çocuk, bu kötü hareketinden tamamen vazgeçti.