Uzm. Klinik Psikolog Rukiye Karaköse ile yalnızlık psikolojisine dair faydalı bir röportaj gerçekleştirdik. İstemli ve istemsiz olarak yalnızlığın iki ayrı boyutunu değerlendirdiği röportajımız, eminiz bizim için farklı kapıları aralayacak.
Yalnızlık nedir? Modern insanın kalabalıklar içinde yalnızlığını nasıl tanımlarsınız?
Modern insanın yalnızlığı giderek artan bir problem olsa da aslında arada bir yalnız kalabilmek de güzel ve gerekli. Bu edebiyatçılara, yazarlara, şairlere çok verimli bir zemin hazırlayan faydalı olacak bir şey. Yeter ki bu bir zorunluluk değil de bizim seçimimiz olsun. Yani iradî olarak seçtiğimiz bir yalnızlık olsun. O bizi besler ve büyütür. Hastalıklı dediğimiz yalnızlık ise içinde bazı sıkıntıları barındırır. Kişi aslında iletişim kurmak, sosyalleşmek istediği hâlde, bir sebepten bunu yapamıyorsa bu problemli bir yalnızlıktır. Çünkü yapı olarak herkes değer, ilgi ve sevgi görmek ister. Ve bunu insan ilişkileri içinde inşa etmek ister. İnsan sosyal bir varlıktır. Komple yalnız kalmak, kendini toplumdan soyutlamak insanın doğasına aykırı. İstem dışı, seçilmemiş, arzu edilmemiş bir yalnızlık hâli, psikolojik açıdan sağlıklı bir şey değildir.
Danışanlarınızda gözlemlediğiniz kadarıyla yalnızlığın yükselen bir seyri var mı? Yalnızlaşıyor muyuz?
Araştırmalar bu konuda bize çok şey söylüyor aslında. Mesela Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre ülkemizde bir milyon altı yüz altmış dört bin hane var. Bunun doksan beş bininde tek kişi yaşıyor. Bu son yıllarda artan bir şey. Bunun da sebepleri modern hayatın getirdiği şeyler. Modern hayat ne diyor? “Bencilleşme, bireyselleşme, yalnızlaşma bu hayatın gereğidir” diyor. Yani tek başımıza kazanacağız, tek başımıza harcayacağız, sen kendi ayaklarının üzerinde durabilirsin… Kişinin benliğini, enesini, enaniyetini ön plâna çıkaran yaklaşımlar bunlar. Türk toplumunda maalesef “Batı” model alındığı için bağımsızlaşma adına bir yalnızlığı daha sık görüyoruz. Bağımsız olalım derken farkında olmadan yalnızlaşıyoruz. Böyle bir durum söz konusu.
Artık mimari bile bir yerde buna destek veriyor. Aile büyüklerinin mekânlardan çekilmesi, 1+1 daireler de bu tabloyu gösteriyor.
Evet kesinlikle. Mimarî şehir yapısı, şehir planlaması bunların hepsi aslında bir bütünün parçaları. İnsanlar tek başına yaşamayı tercih ettikçe 1+1’ler yaygınlaşıyor. Böylece insanlara tek başına yaşamak gayet doğal bir fikir gibi geliyor. Birbirini besleyen bir süreç aslında. Ülkemizde de bir yalnızlaşmaya, yalnız yaşamaya gidişin olduğunu söyleyebiliriz. Bundan bir 30–40 sene önce bir insanın tek başına yaşama fikri, toplumumuzun aşina olduğu bir olgu değildi. Mesela ergenler hep yalnız kalmak isterler. İsterler ki kimse ona karışmasın, istediğini yapsın, yalnız başına kalsın, hayal kursun vs… Kimliğini bulacak; bu normal, saygı duymak lazım. Ama on sekiz yaşına geldiğinde evden ayrılması bizim toplumumuzun kodlarına uygun bir şey değil. Bu Batının bir kültürüydü. Aynı şekilde yaşlılıkta da “yalnızlık” duygusu çok yoğundur. Yaşıtlarının birer birer dünyayı terk ediyor olması, ortak nokta taşıdığı insan sayısının azalıyor olması, kültürel normların farklı olmasından gençlerle iletişimin çoğunlukla kurulamıyor olması, onları bu duyguya itiyor. Bizim toplumumuzda bir yaşlı insan çocuklarıyla torunlarıyla yaşlanır, hayatın içine katılmaya devam eder. Torununu okuldan alır, markete gider, camide cemaatle namaz kılar, örgü yapar, bir şekilde hayata katılmaya devam eder. Bu, Anadolu’da çok şükür ki hâlâ böyle. Huzur evleri çoğunlukla boş. İnsanlar anne babalarını huzur evine göndermek istemiyor. Fakat özellikle İstanbul’daki yaşlıların tek başına yaşaması veya huzurevine yerleşmesi söz konusu. Bunlar bizim normlarımız değil. Bizim değerlerimize, normlarımıza göre yaşlı bir insan; çocuğu, torunu veya herhangi bir yakını tarafından bakılır, yalnız bırakılmazdı. Aziz bir misafir olarak kabul edilir, saygıda sevgide kusur edilmezdi. Şimdi “yalnız yaşamak” da bir alternatif olarak sunulduğu için, ya “Huzurevine bırakalım, orada daha iyi bakılır” ya da “1+1 daire tutalım arada gidip gelelim, ihtiyaçlarını karşılayalım” deniyor… Böylece manevî açıdan çok şey kaybediyoruz tabii.
Muhtaç birini yalnız bırakmama noktasında Kur’ân ve Peygamberimiz (asm) gibi aslî kaynaklarımızın da tahşidâtı var. Belki de bunlardan uzaklaşmak bu tabloyu ortaya çıkarıyordur…
Evet, Batıya özeniyoruz derken sadece teknolojik açıdan değil, hayat tarzı ve kültürel değerlerine de maalesef bir özenti var. Ve bu, bize hiç hoş şeyler getirmiyor.
Peki, yalnızlığı verimli hâle getirmek, yalnızlığı nuranileştirmek, yalnızlığı problemin değil de çözümün bir parçası hâline getirmek için ne tavsiye edersiniz?
Öncelikle yalnız insanların yaşayacağı bazı sıkıntılardan haberdar olmamız gerekir ki bunları aşmamız, bunu daha verimli kılmamız ve önüne geçebilmemiz mümkün olsun. Meselâ geçici ve yüzeysel ilişkiler kurmak yalnız insanların çok sık yaptığı bir hata. İnternete ve sanal oyunlara bağımlı olmak… Bunlara başta kendini avutmak, zaman geçirmek için başlar, sonra ciddi bir bağımlılık yaşar. Sürekli alış veriş merkezlerine, sinemalara, kafelere gidiyor fakat kalabalıklar içinde yalnız. Dışarıda olduğu için kendini bir şekilde avutuyor, bir nevi yalnızlığını örtbas etmeye çalışıyor. İçe kapanık ve asosyal olmak da bir risktir. Kendimizi bir sorgulamamız gerekiyor. Ben bencil miyim? Alıngan biri miyim? Neden etrafımda kimse yok? Yalnız kalmanın sorumlusunu önce kendimizde aramamız gerekiyor. Önyargısız bir şekilde insanlara güvenmemiz gerekiyor. Şu toplum şöyle, bu toplum böyle derken bu önyargı bizi insanlardan soğutabilir. Karşımızdakinin bir insan olduğunu unutmadan, önyargılarımızı bir kenara bırakıp onunla ilişki kurmaya çalışabiliriz. Karşımızdakinin bize duygusal olarak hitap edip etmediğine bakarak hareket etmekte fayda var. Sanal iletişimden mümkün olduğunca uzak durmak lazım. Yalnızlığı verimli kılmak için öncelikli tavsiyem “okumak.” Bir disiplin içinde merak ettiğimiz, faydalanacağımız ve bize iyi gelecek konuları belirleyerek fikirlerine güvendiğimiz birinden yardım alabiliriz. İyi bir okuyucu olmak, radyo dinlemek, televizyonda faydalı bazı programları seyretmek yalnızlığı çok verimli kılabilir. Hatta adeta bir okula çevirebilir. Ama biz prensip olarak çok yalnız kalmayı tavsiye etmiyoruz. Yalnızlığı tolere edebilmek için insanın manevîyatının güçlü olması lâzım. Her şeye rağmen hayatımızın belli dönemlerinde yalnız kalmış olabiliriz: Yeni bir şehre, yeni bir mahâlleye taşınırız veya içimize kapandığımız dönemler illâ ki olur. Bu dönemlerde ibadetlerimizi ihmal etmemek lâzım, Kur’ân okumak ruhu dinlendirir. Eğer içimizde derin bir duygusal yalnızlık varsa ve sebebini bilmiyorsak, bulamıyorsak o zaman da bir uzman yardımı almamızda fayda var.
Asosyallikle yalnızlık farklı şeyler midir?
Yalnızlık geçici bir durumken asosyallik kişilik özelliği olduğu için kalıcıdır. Yani asosyal dediğimiz insan, dışarı çıkamaz, insanlarlayken eli ayağı terler, heyecanlanır, biran önce evine dönmek, kabuğuna çekilmek ister, yani insanlarla bir aradayken kaygı taşır bunu idare edemez. Bu bir rahatsızlıktır. Yalnızlık ise her insanın dönem dönem yaşadığı ve ihtiyaç duyduğu bir şeydir.
Peki, büyük zatların hayatına baktığımızda zaman zaman inzivaya çekilip yalnız kalmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Yalnızlığın huzur veren “inziva” hâliyle, mutsuz eden “depresyon” hâlinin dengesini nasıl sağlayacağız?
İnsan sosyal bir varlık ve insanın sürekli toplum içinde, cemaat içinde bulunması bize hep tavsiye edilen bir şey. Fakat sosyalleşme kadar inziva da tavsiye edilen bir şey. Manevî açıdan gerçek manâda derinleşmek istediğimizde yapılır. İbadetler zaten insanın bir nevi inzivasıdır. Peygamberimiz (asm) başta olmak üzere başka zatların da inzivası, tefekkür etme, aydınlanma amacıyla yapılmış aslında. Sıradan insanların da bunu bir seçim olarak yapmış olması lazım. Kendi başına yalnız kalabiliyor olabilmek ve yalnızlığından ürkmemek… Bir itilmişlik, tek başına bırakılmışlık, istiyor, ama yapamıyor şeklinde değil de, o büyük zatlar gibi bunu seçmiş olmak gerekir. Dış dünyadan gelen verileri azaltıp iç âleme bir kapı açmak bu, tabiri caizse. İnsan ilişkilerini dört kategoriye ayırıyoruz biz psikolojide: Kişinin kendiyle ilişkisi, kişinin Allah’la ilişkisi, kişinin insanlarla ilişkisi ve kişinin eşyayla ilişkisi. Bunların dördü de birbirini etkileyen süreçler. Kişinin kendisiyle ve Allah’la olan ilişkisinin sağlıklı olabilmesi için o yalnızlığın tadına bir varması gerekiyor. Kişi insanlarla ve eşyalarla da ilişki kuracak; fakat ilk ikisinin sağlıklı olmasıyla bunlar da sağlıklı bir hâl alır.
Bir iç muhasebe diyebilir miyiz?
Psikolojide biz buna içe bakış diyoruz; fakat iç muhasebe de olur, tefekkür de denebilir buna.
İnsanlara yaklaşırken insan olarak önyargısız yaklaşma ifadesini kullandınız. Bunu biraz açabilir misiniz?
Yetiştiriliş tarzımız gereği bazı insanlara, toplumlara karşı önyargılarımız vardır. Bunları bir kenara bırakıp karşımızdakine şans vermek lâzım. Peygamber Efendimize (asm) bakıyoruz Yahudi komşusuyla bile ilişkisini sürdürüyor. Kalbinde ne kadar yer veriyor orası ayrı. Bize kimi sevip kimi sevmemiz ile ilgili bildirimlerde bulunulmuş, ama insan ilişkisi sürdürmek anlamında önyargısız, bize saygı duyan herkesle biz de saygı çerçevesinde bir ilişki kurabiliriz, kurabilmeliyiz. Bunu başarabilirsek insan ilişkilerimiz çok daha iyi bir noktaya gidecektir. Yoksa kusur bulmaya çalışırsak Mevlana’nın söylediği gibi dostsuz kalırız.
Önyargı ve hâkimiyet arasında bir kavram bağlantısı kurdunuz. Önyargılarımızda bir hâkimiyet kurma meyli mi vardır?
Karşımızdaki kişiyle doğrudan bir ilişki değil de, statüsüne, konumuna göre ilişki kurarsak bu bir güç arayışı demektir. Biz o “güçlü” kişinin yanında güçlenmeye çalışıyoruz demektir. Bu da özgüven eksikliğindendir. Ki Allah katında üstünlük sadece takva iledir. Psikolojik açıdan da kimsenin üstünlüğünü, konumuyla belirleyemeyiz. O yüzden mümkün olduğunca onu o sıfatlarından, fikirlerinden soyarak insan olduğu özüyle temasa geçmek daha sağlıklı.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Şunu tekrar etmek istiyorum. Arada bir yalnız kalmak da gereklidir, güzeldir ve çok verimli olabilir. Yeter ki bu yalnızlık zorunluluk değil de bizim seçimimiz olsun ve dozajında olsun.