Bundan birkaç yıl önce yeni aldıkları 1+1 stüdyo dairelerinin dekorasyonu için görüştüğüm bir karı-kocaya “Evi yatırım amaçlı mı aldınız?” diye sormuştum. Çünkü bildiğim kadarıyla iki oğulları vardı, hep birlikte bu eve sığmaları mümkün değildi. Bana evi bir sene sonra 20 yaşına girecek büyük oğulları için aldıklarını söylediklerinde çok şaşırmıştım. Çünkü bırakın aynı şehirde olmasını, hemen hemen komşu semtlerdeydi bu evler. Nedenini sorduğumda; “Ay o yaşa geldikten sonra hâlâ bizimle oturmaya devam mı edecek, gitsin kendi hayatını yaşasın!” cevabını aldığımda ise şaşkınlığım buruk bir üzüntüye dönüşmüştü.
Bu talep ergenlik yaşına gelmiş çocuklarından gelse idi, belki ebeveyn ile oturup üzerinde istişare edilebilir, psikolog ile görüşülür ve delikanlı bu fikrinden vazgeçirilebilirdi, kim bilir. Ama gelin görün ki, maalesef bu fikir belli bir maddî gelire sahip ve tam bu zorlu dünyaya yavaş yavaş adapte olacağı ve ebeveynine en fazla ihtiyaç duyacağı yaştaki çocuklarını bir nevi başlarından atma isteğinde olan anne babadan gelmekteydi.
Çocuklarının lise hayatı bitecek, üniversite hayatı başlayacaktı. Bu yüzden artık ayrı yaşamalıydı. Maddî olarak bir şekilde kendilerini garanti altına aldıklarına inanan bu ebeveynlerin, evlâtlarına kol kanat germekten, mümkün olduğunca aile sıcaklığını hissettirmekten, ebeveyn olmanın manevî sorumluluğunu almaktan yana ise hiçbir istekleri yoktu. Ve tabiî ki ileride kendileri bakıma, ilgiye muhtaç olacakları yaşa geldiklerinde çocuklarının da onlara aynı bu şekilde güzel bir bakımevi bulacağından da haberleri yoktu.
Okul, iş gibi mücbir sebeplerle, ailelerinden başka şehirlerde yaşamak zorunda kalanlar bu mevzunun dışındadır ki, şahsî kanaatim öyle durumlarda bile mümkün olduğunca yalnız değil güvenilir birkaç kişi ile yaşamak çok daha doğru bir tercih olacaktır. Ama sadece keyfî bir tercih ile yalnız yaşamayı seçmek insan fıtratına çok fazla uymamaktadır.
İnsanoğlu her zaman yakınında güvenebileceği, sevgisini, hayatını paylaşabileceği birilerini ister. Bunun en sağlıklı hali ise ailedir. Doğumdan ölene kadar olan bu süreçte sizi yalnız bırakma ihtimali en düşük olan kurum, ailedir. Tabiî ki istisnalar olacaktır, ama bildiğiniz gibi istisnalar kaideyi bozmaz. Bu beraberliği ailesinde bulamayanlar, arkadaşlarına yönelmekte, oradan da olumsuz sonuç alanlar çoğunlukla evcil bir hayvan beslemeyi tercih etmektedirler.
Bugün Avrupa’nın geldiği durum ortadadır. İnsanlar neredeyse hiç çocuk sahibi olmadan ve belki evlenmeden sadece bir kedi ya da köpek ile hayatlarını sürdürüyorlar. Onlara anne-babalarını, eşlerini, evlâtlarını, dost ve akrabalarını sevmeleri, gözetmeleri için verilen o duyguyu onlar evcil hayvanları için sarf ediyorlar. Bu sevgi ve bakım hayvan sevgisi ile karıştırılmamalıdır. Burada hissedilen bir hayvan sevgisinden daha çok aile mevhumunu bir arada tutan aidiyet ve bağlılık duygusudur. İlk bakışta masumane ve zararsız gibi görünen bu durum umumileştiğinde ise ortaya, kimi kimsesi olmayan, bakıma-ilgiye muhtaç, besledikleri evcil hayvanlarını da zaman içerisinde kaybetmenin verdiği üzüntü ile gençlik yıllarını düşünüp üzülen, bir evlat ve torun yolu gözleyen gözü yaşlı, içi buruk yaşlılar güruhu çıkmaktadır.
Eminim hepimiz bayram zamanlarında; çocuklarının, torunlarının yolunu gözleyen yapayalnız yaşlıların onlara kavuştuğundaki mutluluğunu gösteren reklamları gözümüzde yaşlarla izlemekteyiz. Hemen hemen hepimiz bundan aynı şekilde etkileniyoruz; çünkü hepimiz yaşlandığımızda etrafımızda bizi seven, bizimle vakit geçirmek isteyen, o zayıf ve aciz dönemlerimizde bize moral ve kuvvet olacak eş, dost, akrabamızı yanımızda hayal ediyoruz. Çünkü bu insan fıtratına bu şekilde yerleştirilmiştir. Ve bildiğiniz gibi insanların mizaçları ayrı ayrı olsa da fıtrat birdir, değişmez.
Madem bu şekilde olması fıtrîdir o halde bunun aleyhinde bize sunulan her şey gayrî fıtrîdir. Tek kişilik hayatlar, buna yapılan özendirmeler, bizi yalnızlaştıran, ama bunu fark etmemizi bile engelleyen görsel ve sosyal medya, özellikle metropollerde gittikçe artan stüdyo daire yapılanması ve benzerleri… Aslında bunların hepsi git gide daha da yalnız, daha da mutsuz bir toplum oluşturmaktadır. Çünkü yaratılışa ters hiçbir şey insana gerçek anlamda mutluluk ve huzur vermez.
Bir mimar olarak; 1+1 stüdyo dairelerden, karşısındakine bir kuru selâmı bile çok gören insanların bir arada yaşadığı soğuk rezidanslardan, sitelerden, kısıtlı sayıda kişinin davet edilebileceği lüks organizasyon mekânlarından, tek kapılı, iki kişilik spor arabalardan oldum olası hiç, ama hiç haz etmemişimdir. Bunlar bana her zaman iç burkucu, üzüntülü bir yalnızlık hissi verir.
Onun yerine, bütün ailenin çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla bir arada toplanabileceği geniş sofaları olan, kalabalık sofraların kurulduğu, ansızın gelecek eş, dost, akraba için fazladan yatak, yorgan saklanan, sıcacık aile ve birliktelik kokan evleri, tüm muhit cemaatinin toplanabildiği camileri, sokağında çocukların oynadığı, büyüklerin oturup sohbet ettiği sıcak ve samimi mahalleri tercih etmişimdir.
Hayatta her şey bir uyum içerisindedir. Kâinatta her şey birbiri ile orantılı ve birbirini dengeleyici şekilde yaratılmıştır. Aslında geniş aile mevhumunda da bu denge esası bulunmaktadır. Yakın irtibat halinde olduğunuz aile ve akrabanız sizin hayatınız için bir dengedir. Aynı sosyal çevreniz içerisindeki en küçük bebekten en yaşlı ihtiyara kadar hepsi bir denge üzerindedir. Birbirini nötrler, fazlalıkları, aşırılıkları törpüler. Tecrübe ve dinginlik, heyecan ve dinamizm arasında hayatınız hep belli bir uyum ve denge içinde gider.
Kendi hayatımızın selâmeti için bu dengeyi gözetmeli, bu minvâlde özellikle ayet-i kerîme ve hâdis-i şerîflerdeki aile ve akraba için bize verilen emir ve öğütleri hayatımıza derk etmeliyiz.
Hiçbir insan tek ve yalnız kalmak istemez, hakikatte Tek ve Yektâ olan sadece Yüce Allah’tır.
Hz. Mevlâna’nın dediği gibi;
“Yalnızlık Allah’a mahsus, her canlı bir eş arar. Taşın kalbi yok, ama onu bile yosun sarar…”
En Emîn’e emanet olun Efendim, selâm ve dua ile…