90’lı yıllarda genç bir kız hayal edin. Azimle çalışıp üniversiteyi kazanan genç bir kızı… Heyecanla, sevinçle okulun kapısına geliyor, sanki kalbi kuş olup uçacak gibi hissediyor. Başını kaldırıyor bir an, üniversiteye bakıp dalıyor. Sınavı kazanmak için harcadığı emekler geliyor gözünün önüne, gecesini gündüzüne kattığı günler, babasının ve annesinin onun için harcadığı emekler…
Ve son olarak gelmeden gurbetliğe babasının elini öpüp;
“Babacığım! Senin kızın dört yıl sonra bu kapıdan öğretmen olarak girecek inşallah” deyişini hatırlıyor. “Ben okumak istiyorum ve okuyacağım Allah’ın izniyle…”
Darbe dönemi… Geneli Müslüman olan bir ülkede dinsizlik kasırgalarının estiği zamanlar… Sanki bir suçmuş gibi, “Ben Müslüman’ım” demekten, evinde Kur’ân bulundurmaktan herkesin ürktüğü bir dönem. Soğuk ve insafsız yıllar…
Evet, o heyecan dolu, hayalleri olan kızı hayal etmeye devam edin. Elinde kayıt için gerekli belgelerle okula adım atıyor, etrafta yine onun gibi öğrenciler var. Gözleri parlayarak yaklaşıyor ve kendi kendine mırıldanıyor; “Bir gün ben de bu okuldan mezun olacağım, ben de elimde diplomayla anneme babama sarılacağım.”
Tam bu hayal ortasında bir durum dikkatini çekiyor. Elli metre uzağında sıraya girmiş kızlar görüyor; ama bu kızların tamamı örtülü… O an soğuk terler alnında beliriyor.
İnançları ve hayalleri arasında bırakılan genç bir kızı düşünün…“Eğer başındakini çıkarmazsan okula adım atamayacaksın, ya okulun ya başındaki!” diyen bir zihniyet… O genç kızın ve kızların yerine koyun kendinizi, bunun için başınızın örtülü olması gerekmiyor. Kendi iradenizle inançlarınızdan dolayı aldığınız bir karar, özgürce bir karar; fakat karşıda buna saygı duymayan, verdiğiniz karara zalimce saldıran bir zihniyet, bütün emeklerinizi bir çırpıda silebilecek kadar katılaşmış bir zihniyet hem de…
Sonra sırasıyla gelen problemler, engeller, “Başın açık resim çektireceksin.” demelerinden tutun, psikolojik zulüm altında yapılan ikna odalarına kadar, insanlık ve Türkiye tarihinde kara lekelerin yer etmesi… Hele ikna odaları…
Hayalleri, hedefleri olan o kızı düşünmeye devam edelim.
Karanlık, mahzen gibi bir yere getiriliyor; uzun, bitmek bilmeyen koridorlarda yürümeye başlıyor. Bir suçlu gibi hücre tarzı bir odaya götürülüyor; iki sandalye ve ortada bir masa, tam karşıda da bir kamera, hakaretler, zorbalıklar…
Ve genç kıza bir bir sıralanıyor sözcükler:
“Hayallerini düşün, aileni düşün, bir bez parçası için her şeyden vaz mı geçeceksin? Bak her şeyi sunuyorum, o paçavrayı başından atar atmaz burs bağlanılacak her ay düzenli olarak, gül gibi okursun.”
Nasıl olur, diyor insan değil mi? Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, nasıl bu yasaklar olur! Okula alsalar, gerici yobaz demelerinden tutun da, bazı hocaların başörtülü diye sınıfta bırakmalarına kadar, her türlü engel, her türlü hakaret, her türlü zulüm…
Kaç kız hayallerinden vazgeçti; doktor olacaktı, mühendis, mimar, öğretmen olacaktı, olamadı, olamadılar. Hayallerinden vazgeçmek zorunda bırakılan yüzlerce genç kız…
Bir dönem daha görmüştü güzel ülkemiz. O dönemi de bir hayal edin; Kur’ân yasak, dinî kitaplar yasak, Risale-i Nur toplatılıyor. Artık göklerde Ezan-ı Muhammedî yerine uydurma bir ezan okunuyor. Türkiye’nin cahil ve dinden uzak bir toplum haline gelmesi için her türlü zemin hazırlanıyor. İnsanların ilimden, irfandan uzaklaştırılmak istendiği bir dönem yaşanıyor.
İfsat komitesi faaliyetlerine hiç durmadan devam ediyor. On yılda bir aynı zulümler baş gösteriyor. O kızın yerine koyalım şimdi kendimizi; bir tarafta hayalleri, o çok arzuladığı mesleği, diğer tarafta inancı…
O dönemi hatırlayalım, 90’lı yılların sert rüzgârlarını hiç unutmayalım!
Gerçekten muhteşem bir yazı olmuş. 90’lı yılları en güzel bu şekilde anlatılabilirdi.
Teşekkür ederim…