Bir arkadaşım ağlayarak aradı geçenlerde. Misafirliğe birilerini davet etmiş, gelenlerin de arkadaşımın oğlunun yaşında çocukları varmış. O çocuklar renkleri, sayıları öğrenmişler. Anneler de arkadaşıma “Aa daha öğrenemedi mi? Çok geç kalmışsınız. Acaba öğrenme problemi mi var? Dikkat eksikliği fark ettim ben onda, hiperaktif sanırım” gibi ifadelerle uzman görüşlerini(!) bildirmişler.
Bu olaydan sonra Risale-i Nur’da geçen “gıpta damarını tahrik” meselesini bir kez daha annelik üzerinden düşündüm. Son nesil annelerin en sevdiği şey, evlatları üzerinden kendilerini gösterme çabası. Onların erken yaptığı fıtrî haller ile övünme “Benimki şu kadar aylıkken yürüdü, şu kadarken daha iki kelimeli cümle kurardı” gibi bir sürü cümleyi arkadaş ortamlarınızda bolca duyabilirsiniz. Hâlbuki zararsız, öylesine söylenmiş gibi görünen bu cümleler karşıdaki annenin “yumuşak karnına” dokunup da, içten içe ondaki hasetin depreşmesine sebep olabilir. O basit cümleleri çocuğuna bakışta ölçü yapıp, evladının güzel taraflarını görmek yerine, eksikliği ile utanma, yapamadığına üzülme ve vesveselenmesine sebep olabilir.
Sözel zekâsı kuvvetli bir çocuğun “iki yaşında şarkılar ezberledi benim kızım teyzesi “diye anlatılması, matematik zekâsı kuvvetli olan bir çocuğun annesinin, içinin sızlamasına, “Benimki neden yapamıyor?” diye haset etmesine sebep olabilir. Hâlbuki Cenab-ı Hak onu dilsel üstünlükle, diğerini ise matematik zekâsının üstünlüğü ile yaratmış.
Daha anneliğimizin ilk zamanlarında, doğum ziyaretine gelenlerin bu bombardıman halindeki cümleleri ile eksiklik hissetmeye zorlanırız. “Sütün az galiba, aç bu çocuk, acaba sütün yetmiyor mu? Aa mama mı veriyorsun? Ben bir kez bile vermedim, seninki kısa doğmuş benimki çok uzun doğdu…” Böylece uzayıp gider bu… Zaten hassas olduğunuz bir dönemde duyulan bu cümleler iyice anneyi dumura uğratır. Lohusalık zamanlarımın hassasiyeti ile çokça ağladığımı hatırlarım. O yüzden şimdi bir ziyarete gitsem sormamaya, akıl vermemeye, “ben şöyle yapardım” dememeye çok dikkat ederim… Anne sormadıkça bir şey anlatmamaya azamî özen gösteririm. Psikolojide bir kaide vardır: “Talep edilmeyen tavsiye saldırıdır.” Karşıdakine verilen akıl onda sadece savunmaya sebep olur. Fayda yerine zarar verir.
Bu bağlamda annelerin birbirine yapacağı en büyük iyilik “gıpta damarını tahrik etmemek” düsturunu kendine rehber edinmek olacaktır. Efendimiz (asm) “ya hayır söyle, ya da sus“ buyururlar. Bu sadece “yalan söyleme!“anlamında değildir. Eğer söylediğimiz şey karşımızdakine hayır hisleri uyandırmayacaksa susmak gerekir. Karşımızdakini ümitsizliğe sevk edecek, anneliğini sorgulamaya, kendini kötü hissetmesine, evladında eksiklik görüp üzülmesine sebep olacaksa yine susmak gerekir.
Bir yazıda okumuştum “Bütün çocuklar 6–7 yaşına geldiğinde eşitlenir” diyordu. Tuvaletini öğrenmiştir, yürüyordur, konuşuyordur. O halde ne bu yarış? Zaten konuşacak, zaten yürüyecek. 30 yaşına gelmiş iki kişinin hangisinin erken konuştuğunun bir önemi var mıdır? Ya da küçükken “söz dinlemiyor bu” diye burun bükülen, teyzeler tarafından “hiperaktif” damgası yemiş olduğunun. Çocuklukta erken yapılan şeyler yetişkinlikte onlara bir şey katmıyor. O halde şimdi oldukları hallerini övünme sebebi yapmak yerine, gelecekteki karakterlerinin güzel tohumlarını atmaya gayret etmeli.
Önemli olan ve olması gereken onları yarışa sokmak değil; fazileti, faziletli olan ne varsa onlarda emanet bırakabilmektir… Birbirimize de destek olucu yoldaş olabilmektir…