Gençlik yaşını çoktan geçmişti. Yıllar var ki, bir Ramazan ayının olduğunu umursamamıştı. Hanımı oruç tuttuğu halde, ondan etkilenip de, “Ben de tutayım.” hevesine asla kapılmamıştı. Adeta oruç emri başkalarını ilgilendirse de, ona emredilmemişti. O sanki Rabbinin her emrinden muaf tutulmuş özel bir kuldu.
Burada lojmanlarda oturuyorlardı. Müdür dâhil, her bir eleman bu bahçenin içindeki evlerde apartmanlardaydı. Birinci katın arka penceresinden bahçeye bakan memur bey, çocukları seyretmeye dalmıştı. Yaşları küçük olduğu halde oruç tutmakta olan çocuklar vardı. Günler uzun ve sıcaktı. Çocuklar oyun hevesinde ve sanki oruçtan hiç etkilenmemiş gibi koşturuyorlardı.
Bu oruç nasıl bir şeydi? Akşama kadar aç durulabilir miydi? Acaba bir denese dayanabilir miydi?
Madem bu çocuklar dayanabiliyor, o neden dayanamasın ki? Sonra kendi kendine kızdı. “Bu da nereden çıktı ya? Oruç tutma hevesine ne diye kapıldım? Şimdiye kadar tutmamakla ne kaybettim? Tutmakla ne kazanacağım?”
Hislerini sorguladı bir saat boyunca. Kendini suçlu gibi hissediyordu. Oruç tutmaya heves ettiği için mi yoksa tutmadığına ihanet ettiği için miydi, içindeki suçluluk hissi… Sanki bir his inatla oruca yaklaşmak istemesinin önüne geçiyordu. Çok hayret edilecek bir şey ki, şimdiye kadar kendini bu hususta hiç sorumlu hissetmemişti.
Bugün oruç tutmakta olan o çocukları seyretti diye, bozguna uğramıştı. Kafası bu konuya iyiden iyiye takılmıştı. Unutmak istese de unutamıyordu. Kendini bir denese nasıl olabilirdi? Uyumak için yattığında bütün gece kıvrandı. Baktı ki hanımı mutfakta sahur yemeği yemekte. Kapıda belirdi birden. Kadıncağız korktu. “Hayrola bey! Rahatsız mısın? Niçin uyandın?” dedi, telaşla.
“Yok bir şey hanım. Mühim bir karar vermek üzereyim. Yarın oruç tutmak istiyorum. Ben de bir şeyler yiyeyim dedim. Başarabilir miyim bilmiyorum ama bir deneyeceğim.”
Gözleri hayretten büyümüş olan hanımı ne diyeceğini şaşırmış vaziyette bakakalmıştı. Neyse ki çabuk kendini toparladı. “Tabi elbette başarırsın. Gel sana da bir tabak yemek koyayım. Allah’ın izniyle madem hayırlı bir işe başlayacaksın, O elbette yardım eder. Korkma.” dedi.
Sabah olduğunda her şey iyi gidiyordu. Ama biraz dolaştıktan sonra gözleri kararmaya başladı. Yavaştan açlığı hissetmeye başlamıştı. Açlık hissini ilk defa tadıyordu. Biraz daha zaman geçince açlık kendini iyiden iyiye duyurmaya başladı. İçi, ciğeri yanıyor, gözleri kararıyor adeta göremez duruma geliyordu. Kendini yatağa attı. Bir adım daha atabileceğini zannetmiyordu. “Ben galiba işe gidemeyeceğim, haber ver işyerine.” dedi hanımına ve baygın bir vaziyete düştü.
Hanımı doğrudan müdürü aradı. Hiçbir şey saklamadan “Bey hayatında ilk defa oruç tutmaya kalktı. Şimdi yatakta baygın yatıyor. İşe gelebileceğini sanmıyorum Müdür bey.” diye haber verdi. Müdür tebessüm etti. “Ben ona birkaç gün izin veriyorum. Ayağa kalkınca gelir işe.” dedi. Bunun üzerine hanımı rahatladı.
Bir ara kendini toparlayarak ayağa kalkıp gezinmeye davranan beyinin renginin sarardığını gören hanımı, bütün bu hallerin geçeceğini düşünerek ses etmedi. Yalnız iç odadan bir ses geldi. “Hanım ben bugün ölmem değil mi?” diye seslenmekteydi beyi. Gün akşam olmak bilmiyor, açlık bastırdıkça bastırıyor ve o aciz bir şekilde kıvranmaktan başka bir şey yapamıyordu. Açlık denilen bu his de oruçtan başka bir şeyle herhalde tam hissedilemezdi. Bu ne menem bir şeydi ki, insanda can, hal bırakmıyordu. Kendini yine güçlükle yatağa kadar sürüyebildi. Artık herhalde akşama değin kalkamazdı.
Nihayet akşam oldu. Hanımının özenle hazırladığı sofra başındaydılar. Beyi hayretle hazırlanan nimetlere bakıyordu. Sanki sıcacık ekmeği, eriği, şeftaliyi, eti, bulguru yeni görüyordu. Öyle ki, daha önce hiçbirinin farkına varmamıştı. Dünyaya ait bir şeyler değil de sanki cennetten gelmiş gibiydiler ve o, onları ilk defa görüyor gibiydi. Bu hissi ömrü oldukça hiç unutamayacaktı.
Her bir yemekten, her bir nimetten ayrı tat ala ala, cennet sofrasında yediğini düşündüğü yemekten sonra, biraz fazla kaçırmış olacak ki, bu sefer de tokluğun azizliğine ve yorgunluğuna uğradı. Yine ayakta duracak hali kalmamıştı. Yatağa zor attı kendini. Böylece geçen bir iki günden sonra direnci arttı ve açlığa giderek daha dayanır oldu. Sonunda tam dirence kavuştu. Ufak bir mide sızlanışının dışında açlığı hiç hissetmez oldu ama açlığı ilk hissettiği ve tanıştığı günü de asla unutmadı.