Her hal ve hareketinde Peygamberimizi (asm) örnek alıp hayatında tatbik ederek, Hazreti Muhammed’in (asm) “Fatıma Cennet kadınlarının efendisi, Hasan ve Hüseyin de Cennet gençlerinin efendisidir” müjdesine mazhar oldu. Kainatın Efendisinin kızı, mübarek silsilenin temsilcileri olan Hazreti Hasan ve Hüseyin’in (ra) annesi olma bahtiyarlığına erişen mümtaz kadın. Mütevazı bir hayat yaşayarak, günlerce açlıkla mücadele eden ve bu sebeple de, “Allah’ım ona açlık elemini verme” mealindeki Peygamberi duadan sonra bir daha açlık elemi çekmeyen mübarek kadın.
Fatıma 609 yılında Mekke’de doğdu (bazı kaynaklarda da 605 tarihinde doğduğu kaydedilmektedir). Annesi, Peygamber Efendimizin (asm) ilk eşi, ilk Müslüman ve mübarek kadın olan Hz. Hatice’dir. Hz. Hatice’nin (ra) en küçük kızıdır. Aydınlık, parlak ve beyaz yüzlü kadın, anlamına gelen “Zehra” lakabı (Fatımatü’z-Zehra) ile anılırdı. Peygamber Efendimiz (asm), kendisini çok sevip anne sevgisiyle muamele ederek, babaannem, annem anlamına gelen “Ümmü ebiha” sözleriyle kendisine hitap ederdi. Bir diğer lakabı da “iffetli kadın” anlamına gelen “Betül” dür. Künyesi, Ümmü’l-Haseneyn Fatıma bint Muhammed ez-Zehra şeklindedir.
Evlenme çağına gelen Fatıma’ya, Hz. Ebu Bekir ve daha sonra Hz. Ömer talip olup evlenmek istemişlerse de Peygamber Efendimiz (asm) bu taleplerini kabul etmeyerek daha sonra talip olan Hz. Ali ile evlendirdi. Evlendikleri zaman Hz. Ali’nin maddi durumu mehir bedeli veremeyecek kadar düşük olduğu gibi, Hz. Fatıma’nın da bütün çeyizi; kadife bir örtü, bir yastık, iki el değirmeni ve iki su kabından ibaretti. Peygamber Efendimiz ikisi için şu duada bulundu: Allah’ım, onların her ikisine bu evliliği mübarek kıl. Onlardan gelecek nesilleri mübarek eyle. Onları şeytanın şerrinden koru. Dualarını tamamladıktan sonra iki sure okudu. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep dünyaya geldi. Evliliklerinin ilk yıllarında bazı anlaşmazlıklar çıktıysa da Peygamber Efendimiz (asm) aralarını bularak, Hz. Fatıma’ya kocasına itaat etmeyi tavsiye ederken, Hz. Ali de bundan sonra hiçbir şekilde eşini üzmeyeceğini belirtti. Böylece aralarındaki anlaşmazlık ve ufak tefek kırgınlıklar ortadan kalktı.
Fatıma babasına son derece düşkündü. Peygamber Efendimizin (asm) vefatının yaklaştığını öğrendiğinde ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resulü Ekrem (asm) kulağına eğilerek, ailesinden ilk önce kendisinin ona kavuşacağını söyleyerek teskin ve teselli etti. Nitekim babasının vefatından beş buçuk ay sonra 632 yılının Ramazan’ında Hakkın rahmetine ve Resulullah’a kavuştu.
Peygamber Efendimize (asm) layık bir evlat olan Fatıma, her haliyle Peygamber Efendimizi (asm) kendisine örnek alıp onun gibi yaşamaya çalıştı. Haya ve edep timsali olup, konuşma şeklinden yürüyüşüne kadar bir çok özelliği ile babasına benziyordu. Sade bir hayat yaşadı. Kızını çok seven Peygamberimiz (asm), Fatıma geldiği zaman çok sevinir ve ayakta karşılardı. Yanaklarından öperek iltifat ederdi. Ya kendi yerine veya yanına oturturdu. Evinde kendisini ziyarete gelen babasına kendisi de aynı şekilde ve hürmetle mukabele ederdi. Hz. Fatıma’nın en önemli özelliklerinin başında, Peygamber Efendimizin (asm) soyunu devam ettirmek gelir. Bu açıdan müstesna bir yere sahiptir. Peygamber Efendimiz (asm) nübüvvet nazarıyla istikbali görerek Hz. Fatıma ve oğulları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e büyük muhabbet besledi. Onlara büyük muhabbet beslediği gibi çoğu zaman dua da ederdi. Bu muhabbet ve sevginin sebebi sadece baba şefkatinden ibaret olmayıp bir çok hikmetleri vardır. Mübarek abasını Hazreti Ali (ra), Hazreti Fatıma (ra), Hazreti Hasan ve Hüseyin’in (ra) üstlerine örterek “Ey Peygamber ailesi, Allah günahlarınızı giderip sizi ter temiz yapmak istiyor” (Ahzab Suresi 33 ayet), ayetiyle dua etmesi ile ilgili olarak, Bediüzzaman Hazretleri şu ifadelere yer verir:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ ve istikbal-bîn nazar-ı nübüvvetle, otuz kırk sene sonra Sahabeler ve Tâbiînler içinde mühim fitneler olup kan döküleceğini görmüş. İçinde en mümtaz şahsiyetler, abâsı altında olan o üç şahsiyet olduğunu müşahede etmiş. Hazret-i Ali’yi (r.a.) ümmet nazarında tathir ve tebrie etmek ve Hazret-i Hüseyin’i (r.a.) tâziye ve teselli etmek ve Hazret-i Hasan’ı (r.a.) tebrik etmek ve musalâha ile mühim bir fitneyi kaldırmakla şerefini ve ümmete azîm faydasını ilân etmek ve Hazret-i Fatıma’nın zürriyetinin tâhir ve müşerref olacağını ve Ehl-i Beyt ünvan-ı âlisine lâyık olacaklarını ilân etmek için, o dört şahsa, kendiyle beraber “Hamse-i Âl-i Abâ” ünvanını bahşeden o abâyı örtmüştür” (Lem’alar s. 97). Peygamber Efendimiz, bu hareketiyle ileride meydana gelecek hadiselerde Hazreti Ali’nin halifeliğinin hakkaniyetine ve cereyan edecek hadiselerde masumiyet ve haklılığına işaret ederek, Emevilerle Haricilerin ifrata kaçan taraftarlarına ikazda bulunmuştur. “…İşte bu abâ ve dua ile, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali (ra) ve Hazret-i Hüseyin’i (ra) mesuliyetten ve ittihamdan ve ümmetini onlar hakkında sû-i zandan kurtardığı gibi, Hazret-i Hasan’ı (ra), yaptığı musalâha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risalet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fatıma’nın (ra) zürriyetinin nesl-i mübareki, âlem-i İslâm’da Ehl-i Beyt ünvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını ve Hazret-i Fatıma (r.a.) zürriyetçe çok müşerref olacağını ilân ediyor” (Lem’alar s. 97).
Örnek alınacak bir çok meziyetlere sahip olan Hazreti Ali ve Hazreti Fatıma, evlatları hastalanmış ve iyileşmeleri halinde üç gün oruç tutacaklarını vaat ederek Cenabı Hakk’a dua etmişlerdi. Duaları kabul edilip evlatları iyileşince oruç tutmaya başladılar. Tam iftar vaktinde yemek yiyecekleri sırada kapıları çalındı. Kapıya gelen fakir “Ey Muhammed’in evlatları, ben fakirim. Çocuklarıma yedirecek bir şeyim yok. Bir parça yiyecek verin de Allah’da sizlere Cennet nimetlerini ihsan etsin” şeklinde bir istekte bulununca hazırladıkları yemeği fakire vererek oruçlarını su ile açtılar. Ertesi gün hazırladıklarını kapılarına gelen yetime verdiler. Üçüncü gün ise kapılarını müşrik bir esir çaldı. Bu sefer de hazırladıklarını ona vererek yine oruçlarını su ile açtılar. Açlıktan halsiz düşen Hz. Ali çocuklarını alarak Peygamber Efendimizin yanına gitti. Onların perişan vaziyetini gören Kainatın Efendisi, hallerine çok üzüldü ve onları da alarak kızının evine gitti. Kızının durumunun daha kötü olduğunu görünce daha da üzüldü. İşte tam bu sırada “Onlar kendi canlarının çekmesine rağmen, yemeği fakire, yetime ve esire yedirirler” mealindeki İnsan Suresi’nin sekizinci ayeti nazil oldu. Böylece katlandıkları büyük fedakarlık sonunda Cenabı Hakkın övgüsüne mazhar oldular.