İki veya üç yıl kadar önce bir küçük kızdan bahsetmiştim bir yazımda. Uzun zaman oldu, hatırlanamayabilir. Bir küçük kız çocuğunu yolda azarlamış eve geldiğimde bin bir huzursuzlukla geri dönüp onu sokak lambasının altında bulmuştum. Elinden tutup eve getirmiştim. Gözlerindeki ışıkla, kalbimin taş duvarlarını kırmış ve yeni bir sayfa açmıştı ruh dünyamda. Artık bazı duvarlarımı kırdığımı tabularımı yıktığımı düşünmüştüm. Ne tuhaftır ki hikâye tam da burada başlıyor.
O kızı aldım evime getirdim, yıkayıp, temiz elbiseler giydirdim. Hayatımı ona göre düzenlemeye başladım. Çok mutlu hissediyordum kendimi. İşe gittiğimde hep onu düşünüyordum. Akşam eve dönerken nasıl bir hediye alsam, hangi yemeği yesek hangi kanaldaki çocuk dizilerini izlesek?… Bu düşüncelerle işin stresini yorgunluğunu hiç anlamıyordum. Bu böyle uzunca bir süre devam etti.
Oldukça değiştiğimi en yakın arkadaşım fark etti. ”Sende çok güzel bir enerji var?” Güldüm. Çantamı topladım çarçabuk işten ayrıldım. Biraz çarşıda dolaştım, etrafa bakındım. Oldukça güzel bir hediye almak istedim küçük kıza. Aklıma birden oyuncak bir bebek geldi. Şöyle fırfırlı bir elbisesi olan, saçları uzun, hafif lüleli, mavi gözlü, uzun kirpikli bir bebek. Heyecanlandım birden. Ay ne kadar sevinir diye düşündüm . Onun sevincini bir an içimde hissettim. Heyecanım daha da artmıştı. Onun sevincini düşünemiyordum bile. Hızlıca eve geldiğimde, kilitlemiş olduğum kapıyı açtım ve içeri girdim. Ancak her zamanki koltukta yoktu küçük kız. Panikler gibi oldum. Etrafa bakındım ama görünürlerde yoktu, çok korktum. Lavabo, balkon derken arkamdan seslendi, “Abla ben buradayım.” Biraz kızgın, biraz da öfkeyle, “Neredeydin sen? Bütün evi aradım yoktun. Nasıl bir anda..” derken kendimi topladım. Onu ikinci kez azarlamıştım.
Biraz mahcup, biraz da düşünceli bir şekilde oturdum. Sakince poşeti uzattım içimde tarif edemeyeceğim duygularla. Gözlerime yine o derin bakışıyla baktı. Ağlamaya başladım. “Alır mısın? Bak bunu sana aldım.” Hiç tepki yok… “Bak kocaman bir bebek, alsana senin bu.” Yine tepki yok. “Neden almıyorsun hiç merak etmiyor musun?” “Hayır abla, sen aç onu beraber oynayalım” dedi. Paketi itinalı bir şekilde açtım, bebeği aramızı oturttum. Küçük kız orman gibi yeşil iri gözlerini gözlerimin içine dikti ve öyle dikkatli bakmaya başladı ki, sanki bir suçum var da bana onu anlatmak istiyor gibiydi.
Ayağa kalktı karpuz kollu, kloş, gözleri gibi yeşil tonlarından oluşan elbisesinin içinde minicik bir beden…Ve konuşmaya başladı. “Abla o bebek senin. Hatta bu oyuncaklar, ayıcık da senin.”
Ne oluyordu ki bana.. Bir anda o küçük kız karşımda büyümeye başladı. İlkokulu yeni bitirmiş on bir, on iki yaşlarımdaki hali. Küçük kızın yüzünde kendimi gördüm, o yaşlarımı anımsadım. Bana “Kalk abla, kendinle barış artık, benimle barış. Çok üzülüyorum, çok acı çekiyorum. Ben sende hep o küçük kız kalmaktan sıkıldım. Seninle mücadele etmekten yoruldum. Ben sende sen olmak istiyorum. Yaşayamadıklarını benimle yaşamandan sıkıldım. Sen sana sahip çıkabilirsin. Çocukluğunda yaşayamadıklarının cezasını sevdiklerine kesmenden çok rahatsızım, yeter artık.. Sen seni bul, ben yokum.” Her taraf darmadağın olmuştu ve sanki iki dünya birbirine karışmıştı…
Yazarın notu: Danışanlarıma ilk sorduğum sorulardan biri, “Kendinle barışık mısın?” olur ve çoğunlukla “Hayır” cevabını alırım. Peki sen sensen, kendin kim? İşte hep unuttuğumuz kendimiz, içimizdeki büyümeyen yanımız… Küçük kızı büyütenler belki çok hissedemez ancak büyütemeyenler anlar bizi, vesselam…