Kastamonu Lâhikası‘ndaki bir mektubunda Üstadımız buyuruyor. “Maddî hava fena ise, fena tesir eder, manevî hava da bozulsa istidadına göre bir sarsıntı verir.” Gelgelelim son dönemlerde ülke bazında yaşamış olduğumuz maddî ve manevî meşakkatli haletler de yaşadığımız inkıbazın bu mahiyetini deruhte ediyor. Her ne kadar şu asr-ı gafletteki belalar bir lütf-u İlahi olsa da (çünkü bu kabz ve bast halleri medar-ı terakki için Rabbanî bir kamçıdır) bu marazın devası da inşallah yakındır. Zira malumunuz mübarek üç aylar çok yaklaştı (29 Mart itibariyle Receb-i Şerif’e giriyoruz). Ve Üstadımız bu mübarek ayların bereketinin hakikatini yine aynı mektupta bize şöyle müjdeliyor: “Şuhur-u selâse ve muharremede alem-i İslâm manevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı safileştiriyor, güzelleştiriyor. Müdhiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.” Madem böyle güzel hava-i nesimi bizi bekliyor, bizler de himmetimizi âlileştirerek içinde bulunduğumuz zehirli dumanın zararından kurtulabiliriz. Bunun çaresini de yine mektubun devamında anlatan Üstadımız, kurtuluş vesilesinin Risale-i Nur‘la meşguliyet ve vazifedarlık olduğunu beyan ediyor. Evet anlıyoruz ki manevî havanın güzelleşmesi, ehl-i imanın himmeti vesilesiyle vuku buluyor. Ve yine ehl-i imanın hasenat mahzenlerinin doluluğu derecesinde o safileşmiş, güzelleşmiş olan manevî havadan istifadeye imkan sunulacak. Üstadımız yine Kastamonu Lahikası‘ndaki bir başka mektubunda “Hasene ise nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki âyinede nuranînin timsali ziya verir, hâsiyeti var” diyerek müthiş bir sirayet kanunundan haber veriyor ve büyük bir hakikatin daha kapılarını bizlere aralıyor. İşte tam da burada geçtiğimiz günlerde bir anekdotta denk gelmiş olduğum Nur talebesi ağabeylerden Hüsnü Bayram ağabeyin bir anısı hatırıma geliyor. Zira bu hatıra Risale-i Nur‘un manâ âlemindeki tesirinin ne kadar büyük olduğunu bizlere çok aşikar bir surette ispatlıyor. Hüsnü ağabeyin o hatırasından kısa bir nakil, şöyle ki: “Bir gün Elâzığ’a Hulusi Ağabeyi ziyarete gittim. O zaman Elâzığ’da dershane yok. Zaten o sıralarda yalnız Urfa’da, Diyarbakır’da dershane vardı. Hulusi Ağabey üç sayfa risale okudu ve ‘Fatiha!’ dedi. Üstad, ‘Hulusi, Risale-i Nur’ları oralarda okumakla komünist kuvvetini durdurdu’ derdi. Demek bu, mana âleminde oluyordu. Manâ âleminde atom bombası gibi tesir etmişti ki komünistliği durdurmuş… Risale-i Nur okumak ibadettir. “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadete mukabil gelir.” hadis-i şerifinde belirtildiği gibi, Risale-i Nur‘lar en büyük, en hakikatli tefekkürü sağladığından okunması ibadettir. Mübarek gecelerde Kur’ân okumasını bilmeyenler Risale-i Nur‘ları okusunlar… “Üstad’ımız derdi ki: ‘Ben talebelerimi âlem-i ervahta seçmişim. Kardeşim! Senin bir beldede bulunman, orada Risale-i Nur‘ları okuman, göstermen, o beldeye bedeldir.’1 Evet bu hakikat günümüzde çok yaygın olarak bilinen şu kelebek etkisi teorisini de akla getirmiyor değil. Nitekim Edward N. Lorenz’in çalışmalarından biri olan bu teoriye göre bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük sonuçlara sebebiyet verebilmesi gibi bir netice saptanmaktadır. Bu teoriye bir misal olarak Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpmasının, ABD’de fırtına kopmasını netice vermesi gibi silsileli bir sirayet kanunundan bahsettiğini görüyoruz. Bu teoriden bahsedince Latif Nükteler Risalesi‘nde yer alan küre-i arzın emir ve irade arşı olan hava unsurunun bir derece keşfine dair mühim bir hakikatin anlatıldığı bazı bölümler aklımıza geliyor; zira bu kısımlar muazzam bir tespiti ihtiva ediyor. İşte o bölümden bir kaç iktibas şöyle: “Biz nasıl ağzımızdaki hava ile hurufat ve kelimatı ekiyoruz, birden sünbülleniyorlar. Yani havada âdeta zamansız, bir anda bir kelime, bir habbe olup hariç havada sünbüllenir. Küçük, büyük hadsiz aynı kelimeyi câmi’ bir havayı sünbül veriyor. Unsur-u havaiyeye bakıyoruz ki: O derece emr-i “Kün Feyekûn”e muti’ ve müsahhar ve emirberdir ki; güya her bir zerresi bir nefer gibi, muntazam bir ordunun her dakika emrini bekler. Zamansız en uzak zerreden emr-i “Kün”den cilveger olan bir iradenin imtisalini, itaatini gösterir… Adeta maneviyatı maddiyata inkılab ve gaybı şehadete tahavvül ettirir bir hasiyet onlarda görünüyor… İşte havanın bu hâsiyetine binaendir ki; mevcudat-ı havaiye olan hurufat, kudsiyet kesbettikçe yani âhizelik vaziyetini aldıkça, yani Kur’ân hurufatı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve surelerin başlarındaki hurufat daha ziyade o münasebat-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan vücud-u havaîleri bu hasiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihniyeleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hasiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o harflerin okunmasıyla ve yazılmasıyla maddî ilâç gibi şifa ve başka maksadlar hasıl olabilir.” Burada izah edilenler öyle büyük bir hazine hükmünde hakikatler ki harflerin hava aleminde açtığı menfezlerin ne kadar büyük maksadlara haiz olabileceğini tefekkür etmemize vesile olmakla beraber; Üstadımızın külliyatta yer yer bulunan şu veciz sözlerinin de hikmetini anlamamıza yardım ediyor:
* Bu cilve-i inayetin bir hikmeti de şudur: Risale-i Nur’un umum memlekete alâkası cihetiyle, umumî bir dershanede ve büyük makamatta dikkat ve merakla okunmasıdır. Evet bu zamanda böyle yüksek bir ders, elbette böyle cem’iyetli ve küllî ve umumî dairelerde okunması, büyük bir inayettir ve küfr-ü mutlakı kırdığına bir kuvvetli emaredir. 2
* Risale-i Nur, bu Anadolu memleketine belaların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belayı def’ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev’inde semavî ve arzî belaların def’ine çok emareler ve çok hâdiselerle tebeyyün etmiş. 3
** “…Seyahat-ı kalbiye ile, herbir İsm-i İlahî bu kâinattaki bir âlemi nurlandırdığını ve zulümatı dağıttığını gördüğüm gibi; aynen ve daha başka bir şekilde, Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor.. gafletleri, tabiatları parça parça ediyor. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm.” 4
* Böyle acib ve dehşetli bir zamanda elbette Risale-i Nur’a, okunmasına, neşredilmesine şiddetle ihtiyaç ve zaruret var. -Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Hizmetkârları: Tahirî, Zübeyr, Hüsnü Bayram, Mustafa Sungur, Bayram- 5
* Kur’ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. El’iyazü billah; eğer Kur’ân küre-i arzın başından çıksa, arz divane olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur’ân arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır. Cazibe-i umumiyeden ziyade, zemini muhafaza ediyor. İşte bu Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu asırda bu vatanda bu millete, yirmi seneden beri tesirini göstermiş büyük bir nimet-i İlahiye ve sönmez bir mu’cize-i Kur’âniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki onu himaye etmek ve okunmasını teşvik etmek gerektir. 6
* “Risale-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîm’in cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh onda, o mübarek ve İlahî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.”7 Elhamdülillah-i haza min fazli Rabbi, madem bu nimet elimize verilmiş, öyleyse bize düşen o nimetten istifade etmek değil midir!
Dipnotlar:
- Risale-i Nur hizmetkarları ağabeyler anlatıyor
- Şualar
- Emirdağ Lâhikası
- Kastamonu Lâhikası
- Barla Lâhikası
- Tarihçe-i Hayat
- Tarihçe-i Hayat, Önsöz