“Her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.” Gerek ailemiz içinde olsun, gerek komşular arasında olsun, gerekse akrabalar içinde olması gereken en yüksek hasleti düşündüğümüzde, 21. Lem’a’da belirtilen ihlâs aklımıza gelmelidir. “Bilirsiniz ve biliniz; Bu dünyada, hususen uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir duâ-yı mânevî, en kerametli bir vesîle-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfî bir ubûdiyet: İhlâstır.”
“Bu dünyada…” özellikle, aile hayatında ihlâs hükmettiğinde, ailedeki her fert her hareketini ihlâsla, samimi bir şekilde yapacaktır. Yani sırf Allah rızasını gözeterek ailenin devamını sağlayacak davranışlarda bulunacaktır. Bir ailede ihlâs hükmettiğinde, her fert ailenin diğer fertlerini ne olursa olsun tenkit etmeyecektir. Kişinin yaptığı hareketler de, davranışlar da hoşlanmadığı, uygun görmediği bir şey olursa, o hareketi, davranışı, kişinin şahsiyetini öne çıkarmadan tenkit edebilir. Kişiler muhatap alınarak kesinlikle tenkit yapılmaz. Aynı zamanda kim olursa olsun (Baba, anne vs.) çocuklar ve diğer aile fertleri üstünde faziletfuruşluk yapmaz ve onların gıpta damarını çalıştırmaz. Hem aile aynı zamanda bir fabrika hükmünde düşünülürse, o fabrikanın (o ailenin) çalışması ve iyi ve faydalı ürünler ortaya çıkarması (terbiyeli ve topluma faydalı çocuklar) ancak fabrikanın her bir çarkının (her ferdin) uyumlu çalışması, (her ferdin birbirine saygılı davranması) ile olabilir. Bu da ancak ailenin bütün fertlerinin yan yana gelerek 3 kişiyse 111 hükmüne, 4 kişiyse 1111 hükmüne “sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza vermeleriyle” olur.
Ailenin her bir ferdi bütün kuvvetinin hakta ve ihlâsta bilmeli ki, büyük bir kuvvet kazansınlar. Kazandıkları bu büyük kuvvetle de aileleri için gerekli her zorluluğun üstesinden gelip huzura kavuşabilirler.
Yine ailede ihlâs prensipleri hükmünü icra ettiğinde, her fert diğer aile ferdinin meziyetlerini, faziletlerini, iyi ve güzel huylarını kendinde tasavvur edip onlarla iftihar edebilir. Buna tasavvufta tefani denmektedir. Yani, birbirinde fani olmak. Yani, “kendi hissiyat-ı nefsaniyesini (nefsi isteklerini) unutup, diğerlerinin meziyat (meziyetleri, yetenekleri) ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.”
Bütün bunlar ihlâs ile olmaktadır. “İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.” Yani kısaca ahirete iman etmektir.
İnsanın hanesini cennete çevirecek özelliklerden önde geleni ahirete iman olmalıdır. Eğer o hane içindeki fertlerde ahirete iman hakikati hükmetmezse, ayrılıklardan, ölümlerden vs dolayı her bir fert endişeler ve azaplar içinde hayatlarını geçirir. Veya bunlardan kurtulmak için, bu sefer de geçici heves ve eğlencelerle akıllarını uyutmaya çalışırlar.
Fakat ahirete iman hakikati o hanede hükmetmeye başlarsa, o zaman fertler arasındaki ilişkiler şefkat ve sevgiye inkılab eder, kısa ömür düşüncesiyle değil, ebedi bir ömür beraber olacakları düşüncesiyle birbirlerini severler, samimi hürmet ederler ve karşılıksız şefkat ederler. Sadakatle yaşayarak hanelerini cennete çevirirler.
Muhakkak ki güzelliğin en güzeli, ruh güzelliğidir. Onun için de, aile içinde her fert, ruh güzelliğini sağlamaya çalışmalıdır. Martin Luther bununla ilgili şunu diyor; “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama insan gibi yaşamayı unuttuk.” Yani ruhlarımızı güzelleştiremedik demek istiyor. Ruh güzelliğini sağlayan iki hadis-i şerifi nakletmek istiyorum; “Küçüğüne acımayan, büyüğüne saygı göstermeyen bizden değildir.” ve “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Başka bir açıdan şu ayete de bakalım; “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme.” 1
Bu ayette ise ruhumuzu güzelleştiren bir dizi özelliğin, insanlara küçümseyerek bakmamak, onlardan yüz çevirmek ve insanlar arasında böbürlenerek yürümemek gerektiğini söylenmektedir.
Huzurlu aile hayatının en önemli özelliklerinden biri de “Sadakat, doğruluk” tur. Üstad Said Nursi bu konuda şunları diyor; “Yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyet’in esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Alem-i İslâmın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.”
Bir hadiste ise Hz. Peygamber (asm); “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin” diyor. Bunlar; “Hastalık gelmeden, sağlığın, yaşlılık gelmeden, gençliğin, yoksulluk gelmeden, zenginliğin, meşguliyet gelmeden, boş vaktin ve ölüm gelmeden, hayatın. “
Bütün bunlardan sonra da Üstad sanki son noktayı şu şekilde koyuyor; “Hem, her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.”2 Zamanımıza baktığımızda aile içinde bile, fertler birbirleriyle telefon-internet yoluyla irtibat kurmaktadırlar. Huzurlu bir ailede, gerekli olan irtibat; kalbi, kavli(sözlü) bir irtibat kurmak olmalıdır. Böylece bağlantılarımız, daha güvenli daha samimi daha canlı ve dostane ve huzura kalbedici olur.
Dipnot:
1. Lokman Suresi, 31/18
2. Mesnevi-i Nuriye, s.110