“Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı dosdoğru kıl gerçekten namaz hayasızlıktan ve kötülüklerden alıkoyar.” 1
Namaz kalbimizin, ruhumuzun huzurudur. Ruhumuzun Rabbimizle irtibatını sürdüren namazdır. Ruhumuzu gerçek özgürlüğe kavuşturan namazdır. Ruhî bir inkılaptır namaz aynı zamanda. Ruhun elbisesidir…
Namazı kılmayan insanların ruhu çıplaktır. İman etmek nasıl ki insanın yaratılış programında mevcut olan ve kullanmak zorunda olduğu anahtar ise ibadet de insanın temel yapısını şifrelemiş bir gerçektir. Ruhumuzu İlâhî huzura yükseltecek bu sır bilinmediğinden bazıları çok yanlış olarak ibadeti isteğe bağlı bir fantezi sayarlar.
Halbuki iman etmek de ibadet etmek de insanın yaratılış programına nakşedilmiştir. Yani insanın ruh ve beden sağlığını kazanıp, daimi huzuru elde edebilmesi, ibadet esaslarını yerine getirmekle mümkündür. İnsan bunun şuurunda olsun ya da olmasın her namazda hamd ve niyazda gönüllerin esrarlı perdelerinden biri açılır ve insan adım adım Allah’ın sonsuz sırrına yaklaşır.
“Benim ümmetim kıyamet gününde abdest azalarının parlaklığı ile tanınacaktır kim parlaklığını çok olmasını istiyorsa abdest suyunu gücünün yettiği yere ulaştırsın.”
Güzel bir söz der ki: “İnsan, tek bir hareketiyle zaman ve mekanı ellerinin üzerine koyup ardına atarak kalbinden ve kafasından siler de yeni bir dünyaya zamansız bir mekana doğru yola çıkar. İşte bu yolculuğun adı miraçtır.”
Ak alınlı, aydın bakışlı mümin tekbirle dimdik ayakta durarak semavi seyahatine namaza başlar. Tam bir saygı duruşu gibi… Tüm hamdin yalnızca ona olduğunun, beden dili ifadesidir. Sonra hayranlıkla hürmet duygularını dile getirir. “Sübhâneke” Sen ne yücesin, eşsizsin ne büyüksün Senin ismin ne mübarek ne güzeldir. Sen ne yücesin ve Senden başka bir Mabud yok Allahım. Böyle bir selamdan sonra esas maksadına geçer. O kapıyı çalmasının sebebi kendisine verilen nimetlerden dolayı teşekkürlerini bildirmektir. O alemlerin Rabbi olan, dedikten sonra dileklerini sunar. Okuduğu Kur’ân, Rabbanî mesaj miraç yolculuğunun yakıtıdır. Ondan gelen ruh, O’na giderken O’nun kelamını terennüm eder. Ayakta sayısız nimetleri düşünen insan ardından nimetleri veren sonsuz Kudret sahibi huzurunda minnet ve şükranla iki büklüm olarak huzura gider. Bu hareket aynı zamanda hayret makamıdır. İtaatin zirvesi ve vicdanın kayıtsız şartsız teslimiyetidir
Mü’min asa gibi bükülür ve iliklerine kadar işleyen bir kulluk şuuruyla “Sübhane rabbiye’l-a’lâ” Rabbimi şanına layık ifadelerle yad ederim. Gök kapılarını aralamaya çalışır, bu eğilmeyi yeterince ifade edemediğini düşünen mü’min hemen ayağa kalkar tekrar eğilip başını secdeye koyar.
Baş bedenin tümünü idare eden en kıymetli merkezdir. Secde bütün unsurların yaratılış maddemiz olan toprağa yapışması, hem de insanoğlunun kibir alameti olan alnı da dahil yere gelmesidir. Muhammed İkbal’in “Sana ağır gelen o secde, aslında binler secdeden alıp kurtarır seni.” dediği gibi, tekbirini en Büyük Olan’a boyun eğerek yapmak, bütün beşeri boyun eğmelerden kurtaran ve insana gerçek hürriyet kapısını aralayan sırlı bir anahtardır. Bunun yanı sıra kainatta bulunan her canlı kendi halleriyle Allah’ı tespih ve secde eder. “Görmedin mi göklerde ve yerde bulunan her şey, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor.”2
Hazreti Mevlana’nın enfes değerlendirmesi
Çok düşündürücü manalar getiren, gönül ustası şöyle der, “Namaza tekbirle girmek, ‘İlâhî biz Senin huzurunda kurban olduk’ demektir. Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi tekbirle başlamak ‘Allah’ım canımız sana feda olsun.’ demektir. Kıyama durmak Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul biraz sonra kulluğunu hakkı ile getirmediğini ve işlediği günahlardan dolayı utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz rükua eğilir başı ‘rükudayken hakkın suallerine cevap versin diye.’ diye İlâhî ferman düşer aklına. Mahcubiyeti ile kaldırır secdeden başını. ‘Yapmış olduklarından haber ver’ diye ferman gelir yine. Mahcup halde başını kaldırsa da tekrar, yüz üstüne kapanır o ağır yükün tesirinden. Dizleri üstüne çöker. Sağına selam verir, peygamberler, melekler tarafına bakar. Onlardan şefaat talep eder. Onlar derler ki: ‘Çare ve yardım günü geçti. Çare ancak dünyada olabilirdi. Salih amellerde bulunmadığınız o günler gitti.’ Soluna selam verir. Akraba ve yakınlarının tarafına bakar ve onlardan bir fayda göremez. Herkesten ümidini kesince dua için iki elini kaldırır: ‘Yarabbi herkesten ümidimi kestim. Kuluna merhamet edecek olan ancak sensin. Senin rahmet ve mağfiretinde sınır yoktur. Nihayet teselli edeci bir seda gelir kulağına ve kalbine: “Ben onun işiten kulağı gören gözü, duyan kalbi olurum. Benimle işitir, benimle duyar, benimle görür.”
Dipnot:
1. Ankebut 45
2. Hac 18