Bütün mutluluğunu kendini düşünmemek üzerine kurmuştu. Çünkü ne zaman kendine dönse problemler çıkıyordu. O kadar çetrefil, karmaşık bir ruh alemi vardı ki, kendine döndüğü an o karmakarışık yapının içinde kayboluyordu. İç dünyalarının bu kadar karışmasına sebep neydi ki? Sonuçta bu kadar karışıklığı gerektirmeyecek basit bir hayatı vardı. Her ev hanımında olduğu gibi günlük rutin işler, çoluk çocuk, alış veriş, basit eğlenceler, ev gezmeleri, televizyon … Bütün gününü nasıl geçtiğini anlayamadığı bir hızla bitiren meşguliyetler…
Koca bir gün geçmiş, bir de bakmışsın akşam olmuş. Günler, haftalar hatta yıllar hızla akıp gitmiş. Ömrünün hangi dönüm noktasında olduğunu asla bilemediğin için, ortası mı, sonu mu takdir edemediğin bir zaman diliminden daha ne kadarı sana kalmış farkında değilsin. Çok uzun tahayyül ettiğin ömür dakikaları hızla sona doğru akmakta…
Düşünmek mi? Ne zaman? Hiçbir zaman! Çünkü düşünmeyi istemiyor. Bütün acıların, problemlerin, sıkıntıların düşünmekten ileri geldiğini farz ettiği için, aklını iptal etme yoluna gidiyor. O kadar yoğun meşguliyetler icat ediyor ki, gece olduğunda bir tek uykuyu düşünebiliyor. Sabah olduğunda da tekrar o yoğun meşguliyetlerinin peşine düşüyor.
Anı yaşamak, anda mutluluğu bulmak gibi bir fikirle, içinde bulunduğu anda mutlu olduğunu tahayyül ediyor ve kendini avutuyor. Halbuki aylar, yıllar geçmiş hâlâ mutsuz olduğunu söylüyor. Bir hüzün, bir yalnızlık mı hissetti hemen arkadaş gruplarından birine koşuyor veya onları davet ediyor, bir kaç kahkaha, şamata, her şeyi unutuyor.
O aslında yaşamayan birisi…. Çünkü yaşadığı, hiçbir an içinde kendisi yok! Meşguliyetler, çocuklar, arkadaşlar, beyi, evi, televizyon, gazete var ama kendisi yok…Zira kendisi ile nasıl baş edeceğini bilemiyor. Kendisinden korkuyor. O, kendisi için tanıyamadığı, bilinmeyen biri. Kendisinden ne kadar kaçarsa, o kadar mutlu olacağını sanıyor.
O kim? Herkesin çağırdığı bir ismi var, ama bu isim onun tanımlanmasına yetmiyor Bu isim değil de başka bir isim olsaydı, ne fark ederdi? Kendini daha bir başka mı tanırdı? Çağırınca kendisine hitap edildiğini anlıyordu, işte o kadar…
Neden çalmıyordu kendi kapısını. Neden bir kere de kendisi çağırmıyor, aramıyordu, kendisini. Acaba cevap veren olur muydu? ”Ben buradayım. Seni tanıyorum. Bana yabancı değilsin. Seninle yüzde yüz uyumluyum. Ben senim. Sen de bensin.” diye bir ses duyar mıydı, kendisine seslendiğinde…
Bu gidişle belki de hiç bir zaman kendini bilemeyecekti. Zira kendini bilmek, sahibi ve malikini bilmekle başlardı. O sahip ve malikini tanımak istemediği sürece de kendisinden uzak kalacaktı. ”İnanıyorum.” deyip de bu kelimeyi bir süre sonra lüzumsuz bir kağıt parçası gibi bir kenara atınca, kendisini de gayesizliğin ve bilinmezliğin kıskacında bulacak ve kendinden bir düşmanmış gibi kaçacaktı.
Bilinmemezlik karanlık, bilinmemezlik kabus, bilinmemezlik meçhul… Bir kuyuya düşmüşsün ki çıkılamıyor. Çıkmak istedikçe daha bir derinlere gidiyorsun. Sen böyle bilinmez, karanlık, meçhul bir kuyu musun? Yoksa keşfedildikçe kıymeti artan bir hazine misin? Bunu keşfedebilmek için, kendine koşman, bilinmezliklerine kapı açman gerekiyor. Yoksa hiç okunmayan çok kıymetli bir kitap olarak, tek satırından bile haberdar olmadığın nice hakikatleri kaçıracaksın.
Evet bir kitapsın sen! Cenab-ı Hakkın güzel isimlerini okuyabilecek şifreler gizli sende. O isimleri okuyup çözdükçe, kitabının da sırları çözülecek. Çünkü sen zaten O sahip ve maliki tanımak için yaratılmışsın. Onu tanırsan, tanımaya çalışırsan, kendi kitabının da sırları çözülecek. Ne lezzettir, ne taltif, ne ihsandır, insan denen kitabı okuyabilmek. Bu kitap, öyle bir zattan haber veriyor ki, bütün lezzet ve saadetler O’nunladır. Onu bulmazsan, hiçbir şeyin sırrına eremezsin. Onu bulsan, bütün sır kapıları sana açılır, hiç bir elem, keder, karanlık, meçhul kalmaz hayatında.
Öyleyse niçin kendini hiçe sayıyor ve unutmak istiyorsun? Neden zamanın o çok yüksek değerini hiçe indirip boşa harcıyorsun? Keşfedilecek bunca güzellik ve hakikatler varken, karanlık kuyuların duvarlarına çarpıp duruyorsun? Çık artık kuyulardan…Güneşi gör. Hiçbir kitap karanlıkta okunmaz. Allah’ın güzel isimlerini bir projektör gibi tut karanlıklara… Gör kendini… Uyan artık…