Yüreğine düştü bir gam, bir hüzün. Mengenede sıkılmışçasına burkuldu içi. Sanki nefes alamayacakmış gibi bir daha. Bir kez daha asla gülemeyecekmişçesine mühürlendi dudakları. Elleri ile başını tutup sımsıkı, duymak istemedi hiçbir sözü. Ne kadar kuvvetle bastırıp-kapatırsa kulaklarını, o denli duymayacak sanıyordu bitmek bilmeyen çığlıkları…
Bîtap yüreği kimsesiz çocuk gibi ağladı. Üzgünlükleri ve kırgınlıkları sanki sıradağlar gibi dizilmişlerdi sevdiklerinin önünde. Onlara ulaşmaya geçit vermemek için, kaşlarını çatıp kasvetlice dikilmişlerdi karşına. Sırtlarına simsiyah bulutlardan birer aba geçirmişler, öfkeyle kararıyorlardı her onlara bakışında. Neden geçit vermez, neden engel olursunuz ki bana? Ne istiyorsunuz hem benden daha? Yıllar önce, ümitle, can attığım büyümek… Sırf yapayalnız kalmak mıydı büyümek? Sımsıcak gülüşlerim, masumiyet timsali çıkarsız sevgilerim vardı çocukken. Hiç kimsenin beni ikiyüzlülükle sevmediğine inanırdım. Tertemiz ve de masum. Çocukluğumun çekip gidişiyle mi bitti her şey? Küçüklüğümde yanımda olan, hiç terk etmeyeceklerini sandığım sevdiklerim ise “Artık büyüdün” diyerek bahaneler mi uydurdular tek tek,terk edişlerine…
Eğer bilseydim bu kadar acı olduğunu büyümenin, şayet istemezdim hiç büyümek! Ağlıyor yüreğim. Kalbim, ruhum aklım bir olup gözyaşı döküyorlar habire. Kalbimdeki hüzün, ruhumdaki açlık, aklımdaki delirtici sorular… Çıldıracak gibiyim sanki. Nereden, nereye gitmekteyim? Neden dünyadayım? Neden sınanıyorum durmadan müşkül sorularla? Neden sığamıyorum koskoca dünyaya, zindanda boğazı sıkılmışçasına daralıyorum? Neden bir türlü bulamadım gerçek sevgilimi hâlâ, onca çabaya rağmen. Hep mi çıkarcı ve nankör şu insanoğulları? Nerede gerçekten sevip seveceğim -sevileceğim- sevdiğim? Nefsimin hevesleri mutlulukları anlık iken nasıl bulacağım yıllardır peşinde koşuşturduğum, aradığım, bir türlü ulaşamadığım o sonsuz mutluluğu?
Yüreğin hisseder ya bir hazinlik, bir gariplik öylesine durup dururken. Hani anlam veremediğin, duraksadığın, buruk bir acı çöker o anda. Ortalıkta üzülecek hüzünlenecek hiçbir şey yok iken ya da yok gibi sandığın… O an kâh çocukluğuna tekrar dönmek, tekrar en ufacık şeye dahi sevinebilmek, en küçük bir umutla olsun gülmek istersin. Kâh çocuk gibi her şeyden habersiz kalarak gülücükler saçarak etrafına, oyunlar kurarsın oyuncaklarınla hayal ülkelerinde… Tıpkı o günlerdeki kadar mutlu olmaktır düşlediğin şey. Peki niye bu hüzünlerle bîtap yüreğim? Yoksa bilmediğim hüzünlerim mi gizli bir yerlerde? Saklı acılarım, sır dolu sancılarım mı yokluyor beni? Yine bir yerlerde, bir sevdiğimin, bir mü’min kardeşimin, bir sıkıntısı mı var yoksa? Bilemediğim, ulaşamadığım, yetişemediğim, belki de hiç tanımadığım. Ama kalbimi üzecek kadar rabıtası olan kalbimle. Muhakkak ki duaya çok çok ihtiyacı olan, şu an…
İki kapağın arasında gizliydi, gizemli dünyaların ebedi mücevherleri. Yüreğinde ilmek ilmek çözüldü kırgınlıklar, yılgınlıklar, bıkkınlıklar satırlar arasında gezindikçe. Camid olmaktan, kalmaktan azad olurcasına koşuştu mânâ iklimlerinde. Bir alaca hayal-meyal, kulluğa meyyal. Bir suskunluk, bir naz oldu mu bin bir niyaz. Ne ulvi, ne yüce duasın sen, Cevşen. En Sevgilinin (asm) duası. Onun yakarışı. Onun niyazı. Kalemin kağıdı dost bilip, her derdini anlatıp içini sırf ona dökmesi gibi, gerçek dosta… Hüzünlerin yerini neşeye, umutsuzlukların ümide dönmesi. O’nun huzurunda olduğunu bilmekleydi muhakkak, huzura, feraha kullukla beraber dönmek. Yaratanı marifetle, yaratandan mağfirete meyletti hükümler. Her ne isteyeceğini bilemezken daha bizi yaratan yaratıcımızdan, her şeyi ister olmuştuk senin gibi raşîd bir dostla. Her şeyimizi bilen, her şeyimizden haberdar olan, her ihtiyacımızı görebilecek olan Sahibimizden. Susuz kalmış çorak toprağın suyu hasretle kucaklayışı gibiydi dostluğun. Annenin evladına hasretle sarılıp, bağrına basışıydı kucaklayışların. Kimsesiz değildik artık. Alev alev yanan Temmuz sıcağında, serin bir gölgeliği andırıyordu nefesin. Kalabalıklar içinde tenha, herc-ü merc içinde sükunetliydi beraberliğin.Yüreğimizin kasırgalarına dingin yârenimizsin sen…
Risale-i Nur.”Sözler’deki hakaik ve kemalât, benim değil Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir.”1 demiş Üstadımız. Onuncu Söz’de haşirde bir çiçek gibi dirilmek.. Yirmi Beşinci Lem’a’da Şafii isminle hastalıkların ruhda bıraktığı sıkleti kaldırabilmek…Yirmi Beşinci Söz’de bize gönderdiğin kitabımızın mahiyetini, On Dokuzuncu Mektup’ta rehberimiz efendimiz Habibinle (asm) buluşmak şerefini…Sevgililer sevgilisinin tabiriyle vakit ikindiydi; ömür geçip gitmekteydi. Sağanakların yağıp yağıp da, göğün günlük güneşlik açılması gibiydi her şey. Yeryüzünde okunulası kitaptı Risale-i Nur, fani ömürde bâkiyane ömürler için..
Dipnot: 1. Mektubat