Kalın, ince, küçük, büyük, renkli, renksiz…
Bir ahşap masanın üzerinde duran kitapların hâlleri bunlar.
Kimisi okunmaktan eskimiş, cildi solmuş; kimisinin ise kapağı açılmadan masaya konmuş. Not almak için birkaç kağıt, kalemler ve bir fincan çay masanın sakinleri. Masanın başında ise elleri başında biri… Masanın üzerindekilere öylece bakıyor. Bu hâli uzun zamandır devam etmiş olmalı ki çayı çoktan soğumuş…
Zihni ise bedeni gibi hareketsiz değil. Yılların yaşanmışlıklarını hatırlayıp âdetâ tekrar yaşamakta. Duyduğu, söylediği, okuduğu, yazdığı her şey at koşturmakta şimdi beyninde…
Ellerini daha fazla bastırır başına, zihnini durdurmak istercesine. Bir faydası olmaz lâkin. Ve hızla kalkar masanın başından. Pencereye doğru gider ve kalın perdeleri açıp gökyüzüne bakar. Bir yıldızı kendine muhatap seçer ve başlar konuşmaya.
“ Evet, okudum… Çok, çok okudum. İşte masam, işte kitaplığımın rafları… Ama eksik olan bir şey var. Tüm okuduklarıma anlam verecek, beni tatmin edecek bir şey lazım bana. Bu eksiğimi bulmadan okumaya devam etmenin bir anlamı yok zirâ.”
Başını pencerenin pervazına dayar. Ne yapacağını bilememenin hüznü vardır.
Bir pencereden dışarıya bakar; geceye ve semâya…
Bir de yıllarını okuyarak geçirdiği odasına ve masasına…
Bir anda gözüne raflarda bulunan bir kitap ilişir. Daha önce pek de önemsemediği… Adetâ içini unutmuş gibidir. Merakla gider rafın yanına, uzanır kitaba. Şöyle bir bakar ve açar kitabı itinâyla. Gördüğü ilk cümleyi okur.
“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” irkilir. Heyecanla etrafına bakınır. “Ben okuyorum zaten” der. Kitaba dönüp cümleyi tekrar okur. “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!” duraksar. “ Evet okuyorum. Ama kimin adına?” Kitabı usulca masaya koyar ve oturur. “ Tüm okuduklarımı ne için okudum? Benim eksiğim ne? Neden tatmin olamıyorum?” Derin bir iç çeker… “Demek aradığım bu kitaptaymış…” Ve sevinçle “Nihâyet buldum…buldum…” der.
Kalkar, kendine yeni bir çay koyar…
Ve yeniden başlar, okumaya…
Fakat Rabbinin adıyla…