Bir küçük çiçek. Şu alem kitabından küçük bir satır. Küçük mü? Okuyabilene göre değişir. Biri görmez basar. Diğeri görmez geçer. Biri, “Bu sinek kadar küçük şey ne ki?” der koparır, bir kere bile bakmadan atar. Bir diğeri başına çöker, saatlerce okur da bitiremez ondaki satırları….
İki minicik yaprak ve iğne ucu kadar küçücük bir beyaz çiçek! Gece karanlığının, gündüzün parlak güneşinin, yıldızların, galaksilerin, nice sırlı ve büyük alemlerin içinde, noktadan da sayısız adet küçük bir minik noktacık. Kimin nazarına açmış o güzel dört yapraklı beyaz çiçeğini? O görünemeyecek derecede küçük satırı da gören ve bilen var elbet. Görmeseydi, bilmeseydi, o satır orada olur muydu? Eğer oradaysa bir gaye ve maksadı var elbet.
Şeftali ve erik ağaçları pembe ve beyaz renkleriyle tarlalar dolusu bir çoklukla çiçekler açmışken, minik beyaz çiçek hiç de mutsuz değil. Ne büyük olmaya özeniyor, ne de görülemeyecek diye yeriniyor. Onun görevi çok büyük. Görevi yerine getirmek, çok büyük olmayı gerektirmiyor. O var ve yazılmış. Şu alem kitabındaki en küçük bir satır bile, o kitabı yazanın iltifatına mazhar. Nazarına muntazır. Bir noktacık bile olsa, o yazmış ya değerli.
Daha nice çiçekler var çevresinde. Hepsi kendisinden renkli, büyük ve geniş alanlara yayılmışlar ama o üzülmüyor, yalnızlığına, küçüklüğüne, bunca çiçeğin arasında tek başına kaldığına… Görevinin bilincinde olarak vakur, anlamlı… Onu yazan kaleme şükrediyor, teşekkür ediyor. Onu yazana sunuyor, bütün güzelliklerini. O satırı yazan, onu görmekten memnun. Her yazar, kitabındaki bir noktaya olsun ehemmiyet veriyorsa, onu yazan da çok daha fazla ehemmiyet veriyor. O satır o kadar mühim ki, önce onu yazanın nazarında okunuyor. Onun nazarına sunulmak, Onun nazarında okunmak, öyle yüksek bir değer ki, onu yazan böylesine yüksek bir değerde olmasa onu yazar mıydı? Zira o yazar nereye baksan, en kıymetli paha biçilmez satırlarla donatmış alemi. Çok uzun satırların olduğu kadar, küçücük noktaların da kıymetine paha biçilemez.
Çiçek belki de ömrünün diğer çiçeklerin yanında çok az olmasına da üzülmüyor. Bir an bile görülse şu alemde, yetmez mi? O eşsiz yaratıcının nazarında bir an olsun görülmenin, bilinmenin kıymetini nasıl takdir edebiliriz ki? O öyle bir nazara görünüyor ki, bir an sonsuz kadar değerli olsa gerektir.
Küçük, beyaz çiçek, beni başkaları görmedi, göremedi, anlayamadı, bilemedi diye de üzülmüyor, Zira onu öyle bir zat görüyor, anlıyor, biliyor ki, daha, başkaları tarafından bilinme ihtiyacı kalmıyor. O Zat, ona her şeye bedel, yetiyor. Başkalarını arzu etmiyor… Onun tarafından bilinmek, tanınmak, onu sonsuz memnun ediyor. Onun tarafından bilinmek iltifatların en değerlisi, en büyüğü. Daha kimden ne bekler ki?
Küçük beyaz çiçek öleceğini bilmekten de mahzun değil. Yazıldı ya, o nazara göründü ya, görevini başarıyla tamamladı ya, daha ne ister ki? Hele de bak! Solmuş ellerinde bir paket var. Hediyesini almış ellerine. Bir tutam tohum var dağarcığında. Gelecek baharda daha çoklukla yazılacak, ebedi tutuyor, avuçlarında. Ebedi bir zattan haber veren küçücük tohumlarında bile, O zatın o tohumları bilmesinin, görmesinin gururu var.
Bu alemde ne varsa, küçük, büyük, Ondan haber verir. Bir kitap ki, okunmak için yaratılmış. Muhatabı kim? İnsan!
İnsan acaba bunun farkında mı? Kütüphanesindeki kitapların çokluğuyla ve ne kadar çok kitap okuduğuyla iftihar eder ama böyle kıymetli bir yazarın, nazarına sunduğu eşsiz kitaplara bir kere bile dönüp bakmaz.
Üstüne bastığı çiçeğin, emanet değil de, kendi malı bildiği yavrusunun, gece göğünü süsleyen yıldızların, cins cins hayvanların, çiçeklerin de bir kitap olduğunu ne zaman idrak edeceksin? Okuyacağın o kadar kitap var ki, hem o kadar kıymetli ki, hem öyle bir Zat tarafından yazılmış ki, hâlâ yazana karşı bir merak uyanmadı mı içinde?
Küçük çiçeğin bir görevi var bu alemde. O görevini yerine getirdi, sen ne zaman getireceksin? Kendini başıboş sanmakla bu görevden kurtulamazsın…