Psiko – Analist & Yazar Remziye Berin Tuncer ile kendimize ve modern çağın anneliğine dair çok ehemmiyetli meseleleri konuştuk keyifli okumalar.
Kariyer mi, çocuk mu, çalışan anne mi, çalışmayan anne mi?
Yakınlarda yayınlanmış “Kendine doğmak” adlı bir kitabım var. Orada da üzerinde durduğum bir konu bu. Ben bunu “Kariyer mi, çocuk mu, çalışan anne mi, çalışmayan anne mi?” gibi genel geçer bakış açısıyla ele almamayı tercih ediyorum. Çünkü aslında hepimiz çalışmayan bir anne olmadığımızı biliyoruz. Bütün anneler ve bütün kadınlar bir şekliyle çalışıyor. Bazıları evde, bazıları dışarıda, ama herkes hayatı ile ilgili sorumluluk alma çabasında. Bu yüzden ben mümkün mertebe eğitici olabilecek, kendini kötü hissedebilecek kavramları kullanmamayı tercih ediyorum. Kişinin, bireyin bu anlamda ideal bir insan, ideal bir kadın ya da anne resminin çizilmesi bana çok sağlıklı ya da makul gelmiyor. Ben aslında her insanın biricikliğini vurgulamak istiyorum. Kitabımda da, yazılarımda da genellikle insanın kendini tanıması, kendi olması üzerinden sağlıklı, dengeli ilişkiler geliştirmesinin önemi üzerinde duruyorum. Eğer kadın kendiyle sağlıklı ilişkiler geliştirip, ne istediğini bilirse, mesela sosyal yaşamda etkili olmayı seviyor olabilir, daha sakin bir hayatı seviyor olabilir bu anlamda farkındalığı yüksek olduğu zaman, çocuğuyla kurduğu ilişkide de daha dengeli bir anne modeli oluşturabiliyor. Aksi takdirde kadınlara evde olduklarında güçsüz, dışarıda olduklarında ise başarılı oldukları gibi dayatmalarla yaklaştığımızda, kendilerini değersiz ve yetersiz hissetmelerinden dolayı anneliklerinin ve çocuklarıyla kurduğu iletişimin de çok zarar gördüğünü gözlemliyorum.
Annenin farkındalık düzeyi çok önemli!
Biz modern dönemde ayakta kalmaya çalışan anneler, kadınlar olarak, “Çocuğumuz için en iyisi nedir? Nasıl daha iyi bir anne olabilirim?” gibi sorularla yola çıktığımızda karşımıza belli şeyler çıkıyor. “Çalışan anne şöyledir, çalışmayan anne böyledir, evinde çocuğu ile ilgilenen anne var, ilgilenmeyen anne var vs. Bunların arka plânına baktığımda, aslında bu kadar ciddi bir ayrım olmadığını, ayrımın daha çok kadınların kendi iç dünyalarındaki çatışmalarla ile ilgili olduğunu gördüm. Çok yoğun çalışıp, çocuğuyla çok güzel ilişkiler geliştirebilen kadınlar olduğu gibi, evde olduğu halde bütün gün çocuğu ile hiç temas etmeyen ve bağlantı kurmamış kadınlar da olabiliyor. Bu anlamda en önemli şey, annenin kendi iç dünyası ve kendini tanıma düzeyi. Bir kadının iç görü düzeyi yüksek olduğu sürece çocuğuyla güzel ve sağlıklı ilişkiler kurabilir, çocuğunun ihtiyaçlarının farkında olabilir. Bunu geliştirememesi durumunda, çok ciddi bir bilgi donanımına sahip de olsa, ödüllerle dolu bir kariyeri de olsa çocuğu ile güzel bir iletişim ilişki kurmamış olabilir. Aslında bu çok hassas ve bizim toplum olarak da yaralı olduğumuz bir konu.
Kendine zaman ayırmak bizim toplumumuzda bencillik gibi algılanan bir kavram. Kendini tanımakla, bencillik çok farklı şeyler. Kendini bilen Rabbini bilir hakikatine inanıyoruz. Aslında biz İslâm’ın insanı nasıl anladığını ve anlattığını anladığımız zaman rahatlıyoruz ve gerçek sorumluluğumuzun farkına varıyoruz. Kadın hem kendi nefsinin, hem de bir neslin mürebbisi vasfında. Dolayısıyla kendini tanımayan, yönetemeyen bir insanın çocuklarını yönetmesi, evini yönetmesi çok da mümkün olmuyor. Buradaki yönetmekten kasıt çok farklı. Bizde geleneksel anlamda bir iktidar söz konusu, annelik ve kadınlık daha baskılayıcı. Evde herkesin itaat ettiği bir düzen ve onun devamı ekseninde şekillenen bir annelik ve kadınlık geleneğimiz var (anaerkil). Orada dişi bir tavır olmadığı için, çocuk da, eş de, kadın da kendini yaşayamıyor.
Kendini yaşamak nedir peki?
Bu kavramın çok anlaşılmadığını danışanlarımda da görüyorum. Biraz iç dünyanıza dönün, kalbinize vakit ayırın diyorum. Çünkü çocuk eşittir kalp demektir. Çocuk duygudur, çocuk haldir. Herkes bunu çok iyi biliyor ki biz ne anlatırsak anlatalım, çocuklar sadece gördüklerini yaparlar. Onlar bizim halimize aynadırlar aslında. Zor olan ise, annelik söz konusu olduğunda, annenin bu aynayla karşı karşıya kalmasıdır. Günümüzde kadınlar bu anlamda çok sıkıntı yaşıyorlar. Çünkü kendilerini tanıma noktasında ne yapacaklarını bilmiyorlar. İlk söylediğim şeylerden biri, biraz nefes almaya çalışın ve şu soruyu sorun kendinize, “Nasılım?” Anneler genelde çocuğum beni dinlemiyor dediklerinde “Sen kendini ne kadar dinliyorsun? Kendi sesini duyuyor musun? İhtiyaçlarının farkında mısın?” diye soruyorum. Böyle bir yönelim başladığı zaman, zaten çocuğuna bakış açısı değişiyor. Çocuk temiz bir fıtrat üzerine doğduğu için sağlıklı iletişim kurmak da fıtratında var. Buna hazır ve açıklar. Annenin de gebelikten itibaren yapması gereken tek şey samimi bir niyetle gözlemlemek ve “Bana ne diyor, benden ne istiyor?” diye bakmak, kendi iç dünyasını dinlemek. Çünkü annelik çok içgüdüsel, sevgisel bir şey. Dolayısıyla her çocuğun ihtiyacı ve her anne, çocuk arasındaki ilişki çok farklı. Benim iki çocuğum var, ikisi de kişilik olarak tamamen birbirinden farklı. Birisi için iyi ve doğru olan diğerine fayda etmiyor. Dolayısı ile ben kendimce büyük oğlum için iyi olanı, küçük oğluma sunduğum zaman onun için iyi olmayan bir şey sunmuş oluyorum. Mesele hangisinin neye ihtiyacı var ve ben bu ihtiyaçların ne kadarını karşılayabilirim? Hepsini karşılayamayabilirim de bunu da unutmamak gerekiyor.
Günümüz annelerinin problemleri!
Günümüz annelerinin en büyük problemlerinden biri, her şeyini tahtını da bahtını da yaparmış gibi bir annelik yaşamaları. Biz aslî kaynaklarımızdan da biliyoruz ki, sebepler her zaman sonuçları doğurmaz. Çok iyi bir annelikten, imtihanlarla dolu bir çocuk ortaya çıkabiliyor. Çok zor bir annelikten, çok sağlıklı bir çocuk ortaya çıkabiliyor. O yüzden biz elimizden geleni yapmakla sorumluyuz. Buradaki sınırlar belirlenemiyor bence. Anneler “Ben elimden geleni yapmakla sorumluyum, çocuğum için önemliyim, sorumluluğu benim üzerimde ama bütün hayatı ya da kaderi benim ellerimde değil.” diyebilmeli. Bazen problemler de yaşayabiliriz, çünkü biz insanız, anneler de insan ve kusurlu. Hepimizin kendi iç dünyamızda aşamadığımız şeyler var. Zaten amaç da bu dünyada tekemmül edebilmek. Ben anneliğin de en büyük tekâmül vesilesi olduğuna inanıyorum.
Çalışan bir annesiniz, bize neler tavsiye edebilirsiniz?
Yoğun iş tempoma dur deyip, onlarla daha çok aktif zaman geçirmeyi öncelemeye çalışıyorum. Belirli saatlerde danışan almıyorum, çocuklarımın evde olduğu zamanlarda evde olmaya gayret ediyorum. Kimi zaman da onlara “Şu an çok yoğun bir dönemimdeyim ya da babanızla tatile gitmemiz, kendimize zaman ayırmamız gerekiyor.” diye çok net bir şekilde kendi ihtiyaçlarımızı da ifade edebiliyorum. Çocuklarım bu dili öğrendikleri için, okulda öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla problemlerini ifade edip çözüm yoluna gidebiliyorlar. Anne, babalar sanki çocuklarının yanında hiç konuşmamanın, iyi ilişkiymiş gibi olduğunu düşünürler. Tabii ki çocuklarla her şeyi konuşamayız, ama çocuklar ne olup bittiğine anlam vermeyi isterler. Bazen anne ya da baba üzgün olabilir, bir problem yaşanmış olabilir. “Bu sizinle ilgili değil, sizi etkilemeyecek bir şey korkmayın, güvendesiniz.” mesajını vermek çok önemli.
Sınırları belirlemek!
Annenin kendi sınırlarını bilmesi pek çok şeyi çözüyor. Bizim temel problemlerimizden biri de sınır çizememek. “Fedakârlık” adı altında aslında kendini tüketmek ve bu tükenişten de çocukları ve eşi sorumlu tutmak. Bu noktada maalesef çok sıkıntılı bir annelik ve kadınlık algımız var. Bunlara yol açmadan, evlilik öncesinde ve evlilik sürecinde danışmanlık alınmasını tavsiye ediyorum. Genç danışanlarımın çoğunlukta olması beni çok mutlu ediyor. Çünkü anne babalarımızdan gördüğümüz ilişki ile evlilikleri yönetemiyoruz. Oradan aldığımız kodlar, oradaki sihirli kelimeler artık kapıları açmıyor. O şifreler değişti, artık yeni şifrelere ihtiyacımız var.
Sınır demişken söylemeden geçmek istemediğim bir konu var. Anneler, kayınvalideler ailenin ciddi bir parçası. Bizim geleneklerimizin, değerlerimizin devamı için de onlarla vakit geçirmek tabiî ki çok önemli. Belirli zamanlarda görüşmeyi adet haline getirmek, “Ben çalışan biriyim, programım çok yoğun. Sizinle on beş günde bir ya da haftada bir gün bir kahvaltıda, yemekte bir araya gelmek, benim için, çocuklar için ve eşim için en güzeli ve iyisi olacaktır diye düşünüyorum.” diyebilmek çok zor ama çok önemli ve mümkün. Karşı tarafın daha çok vakti varsa, tabii ki daha çok beraber olmak isteyecektir. Büyükler empati kurmakta güçlük çekebiliyorlar. Onlara durumun daha farklı olduğunu, kendinize ayıracağınız zamanın önemli ve gerekli olduğunu söylemeye çalışmak bence önemli.
Evliliğe, anneliğe en önemlisi kendimize dair çok güzel şeyler konuştuk. Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Kadınların neşesiz, solgun, gözlerindeki ışığın gittiğini görüyorum. Pek çoğunun meselesi başarılı olmak olmamak, güçlü olmak ya da olmamak değil. Kendi kendiyle barışık olmak ya da olmamak. Bir kadının, yaratılmış olmanın, insan olarak dünyaya gönderilmiş olmanın aslında en büyük lütuf olduğunu idrak etmesi gerekir. Bu önce kendini sonra toplumu tümüyle değiştirebilecek çok özel bir farkındalık. Buna odaklanmalarının, anneliğin de aslında rahme düşen bir varlık üzerinden, varlıkla temas etmek olduğunu, var oluşa bir yolculuk olduğunu fark etmelerinin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.