Risale-i Nur’u tanıdığından beri hiçbir dersi kaçırmazdı. Özellikle gençliğinde nerede ders var ise çocuklarını da yanına alır giderdi. Dokuz çocuk annesiydi fakat bu onun Risale-i Nur derslerini ihmal etmesine hiçbir zaman mani olmamıştı. O zamanlar bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, elektrikli süpürge yoktu. Çamaşırların ve bulaşıkların hepsini elinde yıkar, süpürgeyle her yeri tertemiz yapardı. Bir de bunun üstüne tarlada çalışmaya giderdi. Teknolojinin gelişmediği bir zamanda gençliğini yaşamıştı fakat halinden hiç şikayetçi değildi. Her gün Rabbine verdiği nimetlerden dolayı şükreder, ibadetlerini ise hiç aksatmazdı.
“Eskiden…” dedi kızına.
“Yani biz daha çocukken. Okumayı çok istemiştik. Ama o zamanki maddi durumlar çok sıkıntılıydı. Akşama kadar çalışırdık. Ancak karnımızı doyuracak kadar bir rızık geçerdi elimize. Çok şükür Rabbime. Ben heyecanla okula giderdim. Her gün yeni dilden, yani Türkçeden bir şeyler öğrenirdim. Eve gelince heyecanla öğrendiğim tekerleme, bilmece ve şarkıları bizimkilere söylerdim. Onlar da anlamazdı ama dinlerlerdi işte. Okuma yazmayı yeni yeni söktüğümde bir gün babam geldi yanıma.‘Kızım biliyorum, çok istiyorsun okula devam etmeyi. Fakat koyunların başında duracak kimse yok. Okuma yazmayı da söktün artık. Bundan sonra hayvanlara çobanlık yapacaksın. Kimlikte yaşını da büyük yazdırdım. Bugün kaydını okuldan alacağım. Haberin olsun.’ Hiçbir şey diyemedim o zaman. Zaten ne denilebilirdi ki. Büyüklerimize karşı en ufak bir söz söylemek bile edepsizlik sayılırdı. Bir sürü iş güç varken, onları bırakıp okuyamazdım ya. Kur’ân-ı Kerim’i de kırkımdan sonra öğrendim. Ama okuma aşkı hep içimde kaldı. Fakat artık buna üzülmüyorum.”
“Beni üzen” dedi yaşlı kadın ve derin bir nefes aldı. “Beni üzen, şimdiki genç yavrularımın varlık denizinin içindeyken, yoklukta debelenip durması. Biz yoklukta varlığın kıymetini biliyorduk. Fakat okumaya imkanımız olmadı. Şimdi genç yavrularımın her türlü imkanı var fakat okuma sevdası yok. Bu işte bir terslik var. Eksik bir şeyler var. Bir orta yolu bulamadık. Kızım sana bir şey söylemek istiyorum. Fakat çok utanıyorum.” dedi sonra…
“Buyur annecim, utanacak bir şey yok. Seni dinliyorum.” dedi kızı da.
“Acaba ben de bu yaştan sonra Risale-i Nur okuyabilir miyim? Baban ellisinden sonra üniversite okudu. Ben onu yapamam fakat bu Nurları okuyabilirim. Bunlardan tarif edemediğim bir teselli ve lezzet alıyorum. Bana yardımcı olur musun?”
“Okumanın utanılacak bir tarafı yok annecim. ‘Beşikten mezara kadar ilim’ dememiş mi Peygamberimiz (asm)?”
“Tabi yok. Beşikte başladı bu sevda. Mezarda son bulacak galiba…”
“Canım annem, bu günden itibaren günde bir sayfa Risale-i Nur okursun, ben de seni dinlerim inşaallah olur mu?”
Genç kız çok etkilenmişti. Odasına gidince gözyaşlarına hakim olamayıp ağlamaya başladı. Annesinin yaşadıklarına üzülmemişti. Bilakis o çok şanslıydı. Nimetin kıymetini takdir edebiliyordu. Onun ilim aşkına hayran kalmıştı. Nefsine acıyordu ve ona ağlıyordu. En son, sudan bir sebepten Risale-i Nur dersini ihmal etmişti. Varlığın içinde yüzerken Allah’ın verdiği onca nimetin farkında olmadığını anladı.
“Anne ve babamın ilim aşkı bana miras kalan en önemli servet.” dedi içinden. Şu andan itibaren, onların yapmak isteyip de imkansızlıklar içinde yapamadıkları her ne varsa kendisinin yapacağına dair Rabbine söz verdi. Sonra aldı eline Sözler’i. Şevkle kaldığı yerden okumaya devam etti ve bir kez daha verdiği bu nimetten ötürü Rabbine şükretti…