Nevin Alan çok farklı konularda yazan başarılı bir yazar. Aynı zamanda ev ekonomisi anlamında yaşadığı hakikatlerle de örnek bir isim. Başarılı bir ev hanımı olarak, tecrübelerini, bilgilerini bilhassa yeni nesillere aktarımı için bizimle paylaşmasını istedik. Keyifli okumalar…
İktisad Risalesi, hayat şeklinizi belirleyen önemli bir eser olmuş sizin için. Öyle değil mi?
Evet. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri İktisad Risalesi’nde, iktisadın cimrilik olmadığını, tam tersine, mahcup duruma düşmeden, elindekine kanaat ederek geçinmek demek olduğunu vurgular. Ben de öyle düşünüyorum. Üstadımdan, okuduğum eserlerinden anladığım kadarıyla, gerçek anlamda sünnet-i seniyeye uymak isteyen biz anneler, önce israf etmemeyi öğreneceğiz. Müsaadenizle bir hatıramı anlatmak istiyorum. Gittiğimiz bir misafirlikte, meyve yedik, tabaklarda bazı meyveler kalmıştı. O hanımefendi olduğu gibi çöpe attı bunları. Bana çok abes gelmişti. Hiç dokunulmamış bir meyveyi çöpe atmak israf değil midir? Onu çıkarırsın tabaktan, yıkarsın, bir kenara koyarsın. Başka bir şekilde kullanırsın. Ben sünnet-i seniyyede yemeğin günlük pişirilmesi gerektiğini çok iyi bir şekilde öğrendim. Ertesi güne asla bir kaşık yemek kalmamalı. Zamane hanımlarına her gün yemek pişirmek zor geliyor. Bu yüzden de haftalık yemek pişiren hanımlar var. Ben de bu hanımlara Efendimizin (asm) tavsiyesinin bu olduğunu hatırlatıyorum. O zamanlarda bulaşıcı hastalıklar, bakteriler bu denli bilinmiyordu. Bekleyen yemekler, hele de kızartmalarda, sabah biber kızarttıysanız, biraz fazla olsun da ikindi çayında yenir deme lüksümüz yok. Çünkü çok hızlı bir şekilde bakteri üretiyor. Az olsun, damakta lezzeti kalsın, ‘biraz daha olsaydı’ dedirtsin. Tüm bu hareketlerimizde sünnet-i seniyyeyi düşünelim ve bunun bir ibadet olduğunu da unutmayalım. Pirinç pilavını bir buçuk bardak yapacağımıza, bir bardak yapalım. Yine tadında çok lezzetli olsun ama bitsin. Biliyorsunuz ki sofradan çok da tok kalkmamamız gerekiyor.
Mutfak işleri, ev ekonomisi, bir hanım aslında hem iktisatçı, hem de kimyager olabilir. Mutfak bir yerde laboratuardır. Hem iç işleri bakanlığı gibi evin iç işlerini dengede götürmesi, hem de hazinedarlık gibi vazifeleri var. Bu noktada gençler için tavsiyeleriniz var mı?
‘Balık baştan kokar’ diye bir sözümüz var ya, bunu yaşam tarzımız için de düşünebiliriz. Bir evin içerisinde anne israf ediyorsa, evlat anneden israfı görür. Annem hep tabaklarımıza minnacık koyardı. Ben de çocuklarıma onu uyguladım. Bir kaşık koyar, ‘isterseniz ekleyebilirim’ derdim. Biz anneler zannediyoruz ki, evlatlarımız bizim yedirdiklerimizle büyüyorlar. Hayır, biz sadece Allah’ın gaybî eli hükmündeyiz. Allah onları doyuruyor. Onların büyümesi için de bizi sebep kılıyor. O yüzden onlara ilk olarak minnacık yemekler koyacağız, kendimiz de tabaklarımızı pırıl pırıl yapacağız. Sünnet-i seniyyeye uygun yeme adabını tatbik edeceğiz. Bekir Berk abi bir gün lokantaya gidiyor, tabağını sünnetliyor. Bir kırıntı bile yok pırıl pırıl. Garson yanına gelip diyor ki, ‘bizim bulaşıkçımız var efendim.’ Bekir Berk abinin o müthiş ifadesi hep aklımdadır, “Ben Resulullah’ın bulaşıkçısıyım” diyor. Şimdi anneler Peygamber Efendimizin (asm) bulaşıkçısı olursa iktisatçısı olursa, ziyan etmeyeni olursa, ilim öğrenme olarak bol bol kitabını, dergisini, gazetesini, kâinat kitabını okursa, “güzel yaratılmış şu çiçeklere bakalım” deyip de örnek olabilirse, çocukların kulaklarına bu ulaşanlar mıknatıs gibi yapışacaktır diye düşünüyorum. Meseleye her yönüyle bakmak lazım aslında. Misal kıyafetlerimiz. Ben kendi kıyafetlerimi çocuklarıma göre düzenlerdim, çok hoşlarına giderdi. Bu da bana mutluluk verirdi. Eşimin kaşe ceketinden, kızım küçükken ona bir manto dikmiştim. Kenarlarını tığla örmüştüm, herkes “Nereden aldınız çok özel, tarz olmuş.”diyordu.
Daha küçük yaşlarda bu prensipleri onlara örnek olarak göstermemiz gerekiyor ki, yetişkin olunca bir şeyler üretebilsinler, öyle değil mi?
Biz çocuklarımızı yapamazsın, edemezsin, kırarsın, dökersin diyerek, daha küçüklükten bir şeyleri üretmelerini sınırlıyoruz. Gözlerini açtılar, bir buçuk yaşından itibaren yemeklerini kendileri yiyecekler sonuna kadar sünnetleme şartıyla. Mantı mı yapacağız, onlara da yaptıracağız, kek mi çırpıyorsunuz, yumurtaları kırdırın, biraz daha mı büyüdü mikseri tutturun. Özellikle hamur yoğurtun. Kalemler, onların oklavaları olsun, ekmek doğrama tahtaları onların sofraları olsun. Onda da materyaller sunmamız gerekiyor. Biz çocuklara, materyaller sunmuyoruz. Canımız sıkılıyor dediklerinde TV’ye, tablete yönlendiriliyoruz. Anneler belki bir oh diyor ama çocuğun geleceğini katlediyor, farkında değil. Onları hazıra alıştırdıkça, robota dönüyorlar. Erkek-kız diye çocukları ayırmamak gerektiğine de inanıyorum. Erkek çocuk da toz alabilmeli, evini süpürebilmeli, makarnasını kendi pişirebilmeli. Yaptığı işten sonra o bulaşığını yıkayabilmeli.
Ev ekonomisine dönecek olursak, zamanımızın problemi ne sizce?
Kredi kartı büyük bir problem. Reklam hileleriyle, size o kartı almaya, alışveriş yapmaya teşvik ediyorlar. Belki yirmi liraya bir şeyler alacakken, yüz lirayı rahat harcıyorsun ve gözüne gelmiyor. Ekstralar geldiği zaman kriz başlıyor evde. Bundan çok muzdarip olan var çevremde. Tavsiyem ek kart çıkarmayın. Bırakın en fazla eşinizin maaş çekme kartı olsun. Tedbirli olmak adına çantamızda durabilir, buna bir şey demiyorum. Fakat mutfak harcamaları için yapılacak alışverişe, kredi kartıyla gidilmesini hiç anlamıyorum. Çünkü haddinden fazla şeyler alınıyor. Bir de alınan gıdaların kullanma süreleri var. Farkında olmuyor, bozuluyor, zamanı geçmiş diye doğru çöpe. Ne oldu şimdi? Otomatik olarak bütçeye bir delik açmış oluyorsunuz. Kredi kartı kullanmamaya gayret etmelerini, peşin ödemeyle daha iktisatlı olmaya alışmalarını tavsiye ederim.
Ayağını yorganına göre uzat denmemiş boşuna değil mi?
Borcunuz olmayınca gönlünüz rahat oluyor… Tüketim çılgınlığının olduğu bir zaman dilimin deyiz. En basiti, dışarıda içilen kahveye ödenen o yüksek ücretle, kaç kişiye kahve ikram edilebilir düşünelim. Böyle bir duruma geldik. Alışverişte, mekanlarda yapılan yüksek harcamalar övünç kaynağı olmuş maalesef. Halbuki çok üzülecek bir durum. Fotoğraflar paylaşılıyor yemeklerle alâkalı. Tefekkürî açıdan yapılıyorsa bir şey diyemem. Aşçıdır, kendi ikramlarını orada sergilemesi gerekir ki, ona göre müşterisi olsun. Fakat bunu yapan ben isem, yani yiyen kişi olarak bunları paylaşıyorsam, bu çok abes kalıyor. Üstelik nice aç masumlar varken…
Siz zamanı da ekonomik kullanan birisiniz. Güzel evlatlar büyütürken, eliniz sadece mutfakta, gıda hazırlamakta değil, kalem de tutmuş. Eserleriniz olduğunu biliyoruz, onlar hakkında da bir parantez açalım.
Tabi ki. Geçen sene Türkiye Dil Edebiyat Derneği’nin teknik yazarlık okuluna başladım. Kendimi geliştirmek için haftada bir oraya gidiyorum. Bir anı paylaşmak istiyorum. Henüz bir hafta gitmiştim, ikinci haftasında eşim bir rahatsızlık geçirdi. Hastaneden çıktığımızın ikinci günü haftada bir olan okulum var. Eşime dedim ki, “Senin ilaçlarını veriyorum, istirahata ihtiyacın var. Benim senin yanında olmamamın, sana bir zararı olmayacak. Gazetemizi okuyacaksın, Risale-i Nur okuyacaksın. Ben okuluma gitmek istiyorum.” Gidebilir miyim diye sormadım, çünkü bu benim haklarım arasında var. Tebessüm etti, gittim. Okuldaki arkadaşlarım şaşırdılar. “Nevin Hanım burada ne işiniz var?” dediler. “Allah’ın emaneti olarak da benim vazifelerim var. Eğer buraya yazıldıysam okuluma da devam etmem gerekiyor.” dedim. Biz annelerin, Allah’ın da koyduğu kurallara göre, kendimizi de yetiştireceğimiz bir şeylerimiz olmalı. Örneğin dikiş de dikilebilir.
Zamanı doğru kullanmak çok mühim. O zaman çok güzel şeyler ortaya çıkıyor. Ben sabahları geç kalkınca vicdan azabı duyuyorum. Şimdiki gençler maalesef geç kalkıyorlar. Etrafımdakiler kalkana kadar ben Risale, Kur’ân, Cevşen okumamı yapmış oluyorum. Sabah fazla uyumak da zaman israfıdır diye düşünüyorum.
Yeni bir masal kitabım çıktı. İnternette de satışta “Farelerin Kararı.” Şimdi yine yeni bir çalışmam daha var. Hatıralar toplamaya çalışıyorum. Birebir yaşanmış olduklarında, karşı tarafta daha tesirli oluyor. Ben herkesin de bir şeyler yazmasını istiyorum. Mesela şu anki sohbetimizden sonra, aklınızda, hoşunuza giden, birkaç satır kaldı diyelim. Bir iki kelime de olsa onu not edin. Tohum ve çekirdek hükmüne geçiyorlar. O birkaç satır, sonraları bir ağacın büyümesi gibi gelişiyor. “Ben ne anlarım yazmaktan Nevin Hanım” diyorlar mesela. Diyorum ki “olsun bir şeyler karalayın siz.” Sonra yazabiliyormuşuz diye geri dönüşler alıyorum. Herkesin kendine göre bir hobisi vardır. Kesinlikle bunun geliştirmesinden yanayım.
Son olarak eklemek istediğiniz noktalar varsa alalım.
Meleklere imanın en güzelini yaşayalım. O yüzden hata yapmamaya çalışalım. İhlas Risalesi’ni tavsiye edilen sıklıkta okuyalım. Atılan her bir pirinç tanesinin bile ahirette karşımıza çıkacağını unutmayalım. Mesela bir su bardağı su isteniyor. Dibinde bir-iki parmak kalıyor. O kalan su da ahirette bize hesap soracak, diyecek ki “İçseydin ben insan olacaktım ama sen beni lavaboya döktün, kanalizasyona karıştım.” Çayı soğudu diye yarım bırakılıyor. Soğuksa bedeline katlanacaksınız. Son yudumuna, damlasına kadar sünnetlememiz gerekiyor. Çünkü o da aynı şekilde lavaboya dökülecek ve insan olma şerefinden mahrum olacak. Bu şekilde, her anımızı Allah rızası için ve gözetim altında olduğumuzun bilinciyle yaşamaktan yanayım.
Röportaj: Büşra Nur Yıldız