Köyün taşlı yollarında ayağını sürçe sürçe gidiyordu Yaşar. Elleri cebinde, omuzları düşük öylece çevresine bakınıyordu. Kümesten çıkmış tavuklara takıldı gözü. Hızlı hızlı yem bulmak için koşturmaları güldürdü onu. “Ne aceleleri varsa sanki…” diye geçirdi içinden.
İlerdeki tepede Çoban Murat’ı gördü. Sürüsünün yanında kaval çalıyordu. Gidip bir selam vereyim diyerek tepeyi tırmanmaya başladı. Yarısına gelmeden nefesi tıkandı. “Her gün bu tepe çıkılır mı yahu… Can mı dayanır?” diye soludu. Onun yavaş geldiğini gören Çoban Murat koşarak yanına geldi.
“Vay Yaşar… Sen ha… Beni ziyarete mi geldin?”
Yaşar soluyarak baktı Murat’a.
“He ya… Ziyaretine gelmeye niyet ettim. Ama bu ne yokuş yahu. Her gün nasıl çıkıyorsun?”
Murat keyifli bir şekilde “Ooo… Bu ne ki… Biz daha ne yokuşları iner çıkarız Yaşar. Ama değiyor inan buna. Bak bu tepedeki otlar daha taze ve yeşil. Koyunlar buralarda otladı mı, sütleri bereketleniyor mübareklerin.”
Yaşar’ın koluna girip hem yürüyor, hem de konuşuyordu Murat.
“Bir de şu tepelerden etrafı seyre doyum olmuyor. Renk renk tarlalar, kuşların uçuşu, aşağıdaki dere. Hele ki güneşin doğuşu ve batışını buradan seyretmek muhteşem…”
Murat sözü bittiğinde tepeye de çıkmışlardı. Çomar kuyruğunu sallayarak yanlarına geldi. Tatlı hırıltılarla sürünün selâmette olduğunu anlatıyordu.
Yaşar etrafı seyre daldı. Ne kadar da güzeldi her şey. Gerçekten de köylerinin yanındaki tarlalar renk renk olmuştu. Kuşlar grup hâlinde gökyüzünde bir o yana bir bu yana uçuyorlardı. Köydeki evleri ne de şirin görünüyordu bu tepeden. Ya şu bulutlar… Mavi mor arası renge bürünmüş ikindi vaktinin en tatlı hâletini gösteriyorlardı. Birden tatlı bir ses geldi kulağına. İçinde sevinçle karışık rikkat duyguları kabardı. Sesin geldiği tarafa bakınca Murat’ı gördü. Büyük bir ciddiyetle kavalını çalıyordu. Çomar sakince Murat’ın yanına yatmış, tüm sürü ise sükunetle otlamaya devam ediyordu. Yaşar da yavaşça Murat’ın yanına oturdu. Hem seyre devam etti, hem de tüm ruhu ile dinledi.
Ne vakit sonra Murat kavalını yavaşça yere bıraktığını görünce anladı o tatlı sesin kesildiğini. Ancak sanki hâlâ ruhunda yankısı devam ediyordu. Murat biraz mahcup biraz meraklı sordu. “Nasıl Yaşar kardeş, beğendin mi?” Yaşar hâlâ dinliyormuşçasına öyle dikkatli duruyordu. Yavaşça toparlanıp Murat’a döndü. “Murat kardeş ‘beğendin mi?’ nasıl söz… Hayran kaldım. Yüreğine sağlık.” Murat’ın yüzü kızardı, başını öne eğdi. “Estağfurullah… Yani sağol.” diyebildi.
Yaşar düşüncelere daldı. Başını ellerinin arasına alıp öylece durdu bir süre. Neden sonra “Yahu… Sizi anlayamıyorum. Nasıl bu kadar neşeli olabiliyorsunuz? Sen bu tepenin başında nasıl da mutlu görünüyorsun. Tüm köylü de öyle. Sana gelirken Ayşe teyzeyi tavuklarının peşi sıra giderken gördüm. O yaşına rağmen nasıl da gülüyordu. Yanakları al al olmuş sıcaktan, ama yine de pek mutlu.”
Murat bir kahkaha patlattı Yaşar’ın bu sözleri üzerine. “Hey gidi be Yaşar. Sen unutmuşsun çocukluğunu belli. Unutmasan bana ‘nasıl mutlu oluyorsunuz?’ diye sorar mıydın? Hatırla bakalım. Sen şehre okumaya gitmeden evvel, beraber nasıl geçti çocukluğumuz?”
Yaşar omuz silkti “Nasıl olacak. Oyun oynadık işte…” Murat üsteledi “Yo yo… Öyle küçümseme oyun diye. Ne yapardık detaylı anlat bakalım. Dur sen hatırlayamazsan ben sana söyleyivereyim.”
Gözlerini kıstı Murat, ileriyi parmağıyla işaret ederek “Bak görüyorsun şu cevizi değil mi? Ne çıkardık senle onun başına. Hatta bir keresinde ben düşmüştüm de ne ağlamıştım. Hatırladın mı?”
Yaşar çok eski bir fotoğrafa bakarcasına baktı ceviz ağacına. “Sahi ya… Öyleydi. Cevizinin tadı da pek güzel olurdu. İkimiz toplayıp köydeki bizden küçüklere dağıtırdık.”
“Evet” dedi Murat, “Dağıtırdık. Bak şu meydanda yazın sacları getirip ekmek pişirirdi köyün kadınları. Senle ikimiz de odun toplardık onlara. Ve bu sayede ilk pişen ekmekleri de bize verirlerdi.”
Yaşar sanki o zamana gitmişçesine yüzü güldü. Ekmek kokusu burnuna gelmiş gibi içine çekti. Koşuşturmalı günlerinin sonundaki huzur ve mutluluğunu hatırladı. Ne de tatlı günlerdi. “Ah be” dedi. “Çocuklukta güzeldi tabii.” Murat itiraz etti “Sadece çocuklukta güzel değil, hâlâ güzel Yaşar. Bak köylü hâlâ koşturmaya devam ediyor. Ve hâlâ mutlu. Mutlu olmanın yaşla ilgisi yok ki. Öyle olsa seksenindeki Ayşe teyze niye gülsün söyle bana?
Yaşar durakladı. “Yanii… Haklısın tabi, doğru galiba.” diyerek başını öne eğdi.
Murat devam etti, “Kusura bakma ama Yaşar, sen rahatımdan vazgeçmeyeceğim diyerek mutlu olmaktan vazgeçmişsin be kardeş.”
“Oysa” dedi Murat, cebinden bir kitap çıkarıp kaldığı sayfayı bularak okumaya başladı. “Size meşakkatte büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı, yalnız sa’y ve cidaldedir.”
Yaşar bir Murat’a bir de okuduğu kitaba baktı. Kitabın üzerinde “Münazarat” yazıyordu. “Murat kardeş, şu kitabı bana versen olur mu? Ben de okusam…”
“Lafı mı olur Yaşar, al senin olsun. Yalnız güneş battı biz konuşurken. Haydi Bismillah köyün yolunu tutalım.” diyerek yerinden kalktı Murat. Yaşar da yavaşça yerinden doğruldu. Gözlerini ufka dikti. Elindeki kitabı göğsüne bastırdı. İçinde kıpırtılar hissediyordu.
“Tamam” dedi, “Köyün yolunu tutalım. Ancak yarın benim de gelmem şartıyla.”
Harekete niyeti dahi şimdiden yüzünü güldürmüştü.