Tüm dünyada İslâm dinini kabul eden kadınların sayısı hızla artarken “İslâm ve Kadın” üzerine fıtrat haberlerini de ibretle izliyoruz…
Dinimiz dili, rengi, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun tüm insanların yaradılıştan gelen donanımlarına uygundur. Arşivimizden derlediğimiz haberler İslâm’ın ‘insaniyet-i kübra’ dini olduğunun en açık delilleri hükmündedir:
Feminizm ve müstehcenlik
“Müstehcenlik, bütün kadınlara zarar vermekte, aşağılık duygusunun yerleşmesinde yardımcı olmaktadır.”
Bu sözler Batıda ortaya çıkan feminizm akımının önemli isimlerinden Catherine MacKinnon’a ait. Bir feminist olarak “cinsel özgürlük’ taraftarı iken “‘Feminism Unlashed” isimli kitabında MacKinnon feminizm hareketinin çözülüşünü ve başarısızlığını anlatıyor. “Kadın müstehcen şekilde kameraya poz verince hür iradesini mi yerine getirdiğini zannediyor?” diye soruyor.
Batıda yayınlanan çok satan müstehcen dergilerin ve bu dergileri satın alanların kadınları bir meta olarak kullandığını hatırlatıyor: “Burada verilmek istenen mesaj, kadınları kullanmanın bir şirket kurmak kadar meşru olduğudur” diye de ekliyor.
İşte bu yüzden, MacKinnon bütün kadınların müstehcenlik aleyhinde olması ve bu yönde çalışmaları gerektiğini söylüyor. Fıtratını konuşturuyor.
Hıristiyan din adamı gözüyle “İslâm’da kadın”
1980’li yıllarda Yeni Asya Yayınları arasında “Eğer Allah İsteseydi” isimli kitabı çıkan Hıristiyan din adamı Michel Lelong “İslâm ülkelerinde çok kötü şartlarda olduğu söylenen kadının bizde çok iyi durumda olduğunu kim söyleyebilir?” diye soruyor. Cevabı şöyle:
“Ben burada serbest olduklarını söyleyen ama üzerlerinde yeni köleliklerin ağırlığını taşıyan kadınlarla sık sık karşılaştım. Bu kölelik zincirleri belki daha ince, daha kapalı ama daha az tehlikeli değil.
“Başörtüsünü hiç çıkarmayan, bir meslek sahibi olmayan, bütün hayatını yakınlarına vakfeden bir Müslüman kadın hür mü? Evet. Hiç şüphesiz hür! Genç-ihtiyar, okumuş-okumamış, kendilerini tamamen hür sanan, ama başka bozulma ve baskıların esiri haline gelen bazı Batılı kadınlardan çok daha hür! Bu Batılı kadınlarsa, başkasına benzeme tutkusunun, modanın, reklamın, işin ya da en azından sigara içmenin tutkunu ve kölesidirler.”
İsevi bir din adamı olan Michel Lelong’un gözlemleri ibretli. Öyle değil mi?
Sunucu: Eva Herman
“Havva’nın İlkeleri ve Nuh’un Gemisi İlkeleri” isimli kitaplarıyla feministleri kızdıran Herman çocuk yuvalarının gereksiz olduğunu söylüyor. Çocuk sahibi olmak istemeyen erkekleri eleştiren ve anne olduğunda gerçek mutluluğu yakaladığını söyleyen Herman “Hayatımda önceliklerimi yanlış koyduğumu bebek sahibi olduğumda anladım. Bir anne öğretmendir, doktordur, teselli edicidir, nasihatçidir, danışmandır ve menajerdir. Bunları bilen işletmeler kadınları kullandılar. Kadınlar devletin boşalan kasası için çalıştırılıyor. Oysa ki toplumun korunması çok mühimdir. Kadın özgürlüğünü savunanlar buna engel oluyor” diyor.
Sylviane Agacinski: Feminizm kadını erkekleştirdi
Sylviane Agacinski de feminizmi eleştiren ünlü Fransız bir kadın felsefeci. Cinsiyetler Siyaseti (Politique Des Sexes) adlı kitabında geçen yüzyılın ünlü Fransız feministi Simone de Beauvoir’ın görüşlerini tabir-i caizse yerden yere vuruyor:
“Simone de Beauvoir ve kendisinden sonraki birçok kadına göre, kadının gerçek anlamda özgürleşmesi, annelik görevini reddedip, etkin, çalışan ve üreten bireyler durumuna gelmelerinden geçiyordu. Özgür olmanın doğru yolu, her şeyden önce ‘erkekler gibi’ olmaktı. Kadınlar gerçek yabancılaşmadan dişilikleriyle değil, dişiliklerine karşı çıkarak kurtulmak istediler… Oysa ki, annelik, bir özgürlük ifadesidir. Dişiliği üstlenmek, öteki için kaygılanmak ve onun sorumluluğunu üstlenme kadının özgürlüğünün biçimlerinden biridir. Kadın anne olduğunda sakatlanmaz, bir parçasını tutkuyla bütünler. Annelik, bir egemenlik alanı olarak yeniden yorumlanmalı ve bir güç olarak arzu edilmelidir.”
Hülâsa
Feminizmin doğduğu Batı dünyasında fıtrata dönüş yaşanırken, kimi Müslümanların onların beğenmeyip geri döndüğü yola “İslâmî feminizm” hevesiyle koşması neden?
Bize düşen vazife doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e layık doğruluğu yaşamaya gayret etmektir.
Öyle değil mi?