Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde bulunan Silistre’nin Hezargrad (Razgrad) kasabasının Ferhatlar köyünde doğdu. Babası Silistre’de Hacı Ahmed Paşa Medresesi müderrislerinden Hocazâde Osman Fevzi Efendi, dedesi Kaymak Hâfız diye bilinen Mahmud Efendi’dir. Hocazâdeler diye tanınan ailesinin Fâtih Sultan Mehmed’in, kız kardeşiyle evlendirip Tuna bölgesine yönetici (Tuna hanı) olarak gönderdiği Hz. Peygamber (asm) neslinden Seyyid İdris Bey’e dayandığı kabul edilir. Kendisi de Hocazâde lakabıyla anılan Süleyman Hilmi, sonradan Tunahan soyadını almış, üç yaşında ölen oğlu Fâruk’tan dolayı Ebülfâruk künyesiyle tanınmıştır.
1902’de Silistre Rüşdiye Mektebi’ni bitirdikten sonra Satırlı Medresesi’nde Arapça derslerini tamamladı. 1907’de İstanbul’a gidip Fatih’te Hâfız Ahmed Paşa Medresesi’nde dersiâm Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’nin ders halkasına katıldı ve 1913’te icâzet aldı. 1914’te açılan Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin dört yıllık âlî kısmına önceki eğitiminden dolayı üçüncü sınıftan başlayarak 1916’da mezun oldu. Aynı yılın 30 Eylül’ünde Medresetü’l-mütehassısîn’in tefsir-hadis bölümüne girdi ve 27 Mayıs 1919’da burayı birinci dereceyle bitirdi. 19 Kasım 1918’de imtihanla kendisine İstanbul müderrisliği verildi, aynı yıl dersiâm sıfatıyla 400 kuruş maaş tahsis edildi. Süleyman Hilmi, Medresetü’l-kudât’a giriş imtihanını da birincilikle kazandı. Bunu bildirmek için babasına yazdığı mektuba, onun verdiği cevapta kendisine, “Üç kadıdan ikisi cehennemde, biri cennettedir” hadisini hatırlatarak, kadılık yapmasını onaylamadığını söylemiş, Süleyman Hilmi de cevabında niyetinin hâkimlik yapmak değil devrin bütün ilimlerini tahsil etmek olduğunu ifade etmiştir.
3 Mart 1924’te yürürlüğe giren Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu gereği İbtidâ-i Hâric Medresesi, İmam-Hatip Mektebi’ne çevrilince burada yeterli din eğitiminin verilemeyeceğini düşünerek müderrislikten istifa etti. Bu kanunla medreselerin Maarif Vekâleti’ne devredilmesi ve on üç gün sonra da kapatılması üzerine 500’ü aşkın müderris açıkta kaldı ve Cem‘iyyet-i Müderrisîn’de hararetli tartışmalar yaşandı. Süleyman Efendi bu tartışmalar sırasında her müderrisin fahrî olarak öğrenci yetiştirmesini, bu şekilde İslâm’ın ömrünün en az bir nesil daha uzayacağını, bunu yapmayanların dinen sorumlu olacaklarını belirtti. Ardından bazı müderrislerle birlikte Ankara’ya telgraf çekip İslâmî ilimleri fahrî olarak okutmak istediklerini bildirdiler. Ancak Ankara’dan, “Memlekette Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu yürürlüktedir, hilâfına hareket şiddetli cezayı müstelzimdir” şeklinde cevap geldi. 1928’deki harf inkılâbının ardından din eğitimi açısından şartlar daha da olumsuz bir mahiyet kazandı; ilk zamanlar ders okutma imkânı çok kısıtlandı, ayrıca uzun süre talebe de bulunamadı. Talebeler dinî ilimleri tahsil etmekten çekiniyor, bir müddet devam ettikten sonra bırakıp gidiyordu. O günlerde sürekli polis takibi altında tutulan Süleyman Efendi, 1930’da İstanbul’dan ayrılıp babasından kalan mirasla Çatalca’da bir çiftlik kiraladı ve ziraatla meşgul olmaya başladı. Çiftlikte çalışan işçilerden bazılarını seçerek onlara birkaç yıl ders okuttu. Bu durum jandarma tarafından tesbit edilince başka yerlerde aynı şeyi yapmayı denediyse de çok sıkı takip edildiğinden bir sonuç elde edemedi. Talebe bulamadığı dönemlerde iki kızını okutarak onlara icâzet verdi.
Diyanet İşleri Reisliği teşkilâtını düzenleyen 16 Kasım 1937 tarihli nizamnâmede dersiâmların vâizlik görevi alabilecekleri belirtilince Süleyman Efendi 4 Şubat 1938 tarihinden itibaren vâizlik görevine başladı. İlk zamanlar Doğancılar, Aziz Mahmud Hüdâyi, Yağkapanı gibi İstanbul’un nisbeten küçük camilerinde vaaz etti; ardından Şehzadebaşı, Süleymaniye, Sultan Ahmed, Beyazıt gibi camilerde yankı uyandıran vaazlarıyla çevresini genişletti. Bu arada bazı cami odalarında ve evlerin bodrum katlarında ders halkaları oluşturdu. Bunun üzerine karakola götürülüp ifadesi alındı; 1939’da Emniyet Müdürlüğü’nde “tabutluk” diye anılan nezârethânede üç gün işkenceye tâbi tutuldu. 1943’te vâizlik belgesi İçişleri Bakanlığı tarafından geri alındı. 1944’te tabutluklarda sekiz gün boyunca gördüğü işkenceden sonra kefaletle serbest bırakıldı. 1948’de vâizlik için yazdığı dilekçesine olumsuz cevap verildiyse de 24 Mart 1950 tarihinde bu izni aldı. 1957’de Bursa Ulu Camii’nde bir şahsın taraftarları kılıçla ortaya atılıp mehdîlik gösterisi yapınca hiç ilgisi bulunmadığı halde Süleyman Efendi, Kütahya Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceli sorgunun ardından tutuklandı. Elli dokuz gün sonra idam talebiyle hâkim karşısına çıkarıldı. Ancak 29 Ağustos’ta kefaletle serbest bırakıldı ve 8 Kasım’da beraat etti.
Camilerdeki vaazlarıyla geniş halk kitleleri tarafından tanınan Süleyman Efendi, 1950’deki iktidar değişikliğinin ardından meydana gelen kısmî özgürlükten yararlanarak din eğitimi faaliyetlerini yoğunlaştırdı…Talebelerini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı imtihanlara sokarak onların müftü, vâiz, imam ve Kur’ân kursu hocası olmalarını sağladı.
16 Eylül 1959 tarihinde vefat eden Süleyman Efendi hükümetin izniyle Fâtih Camii hazîresine defnedilmek istendi, ancak olumlu cevap alınamayınca Karacaahmet Mezarlığı’nda gömüldü.
Süleyman Efendi’nin, Kur’ân’ın kısa sürede öğrenilmesini sağlamak üzere yazdığı Kur’ân Harf ve Harekeleri: Kur’ân-ı Kerîmi En Kısa Zamanda Okumağı Öğreten Yepyeni Bir Tertip ve Usul adlı birkaç sayfalık elif cüzünün dışında basılmış bir eseri bulunmamaktadır. Kendisi, kitap yazmak yerine mevcutları anlayıp, anlatacak insan yetiştirmeyi tercih ettiğini belirtmiş, eski medrese öğretimini temel alarak öğrenci yetiştirmiş, öğrencileri de bir süre bu yolu izlemiştir.
Bediüzzaman Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan
Aynı devirde yaşamalarına rağmen birbirleriyle karşılaşmasalar da, Said Nursi Hazretlerinin, manâ aleminde tanıştıkları, evradının sevabına Süleyman Hilmi Tunahan ve talebelerini ortak ettiği hatıralarda zikredilmiştir.
“Ben kendini görmemişim. Fakat manen tanırım. Ulema-i su İslâm dininin şerefini ayak altına düşürdüler. Fakat o bunu minarenin şerefesi gibi yükseltti. Onu ve talebelerini okuduğum evradın sevabına ortak kılıyorum.”1
Dipnot: 1. Mehmed Emre/ Hatıralarım/ Erhan Yayınları Kaynak: www.islamansiklopedisi.org.tr