Prof. Dr. Ali Akpınar ile ‘selâm ve selâmlaşmanın mahiyeti’ üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. İstifadeye medar olması duasıyla…
Dilerseniz ‘selâm’ın mahiyetinden başlayalım.
Her şeyden önce es-Selâm yüce Allah’ın adıdır. Rabbimiz esenlik, barış, huzur kaynağı, olması hasebiyle es-Selâm adıyla isimlenmiştir. İslâm, yüce Allah’ın katındaki yegâne hak din, Hz. Adem’den (as), Hz. Muhammed’e (asm) kadar peygamberlerin insanlığa ulaştırdıkları İslâm ile aynı kökten gelir. Selâm olan İslâm dini, barış ve esenlik dinidir. Bu sebeple, insanın hem iç dünyasında barışı, hem de ailesi, yakınlarıyla, çevresiyle barışık olmasını sağlar. Dinin ilkeleri, esasları da bunun için dizayn edilmiştir. Dolayısıyla İslâm es-Selâm’ın dinidir.
Müslüman ‘müslim’ kökünden gelir. Teslim olan ve Allah’a teslim olmakla, barış ve huzura, hem dünyada, hem de ahirette esenliğe eren anlamındadır. İşte selâm Müslümanların sloganı diyebileceğimiz bir ifadedir.
Müslümanların birbirleriyle karşılaştıklarında hem ilk sözleri, hem son sözleridir selâm. Biz kültürümüzde birbirimizle karşılaştığımızda selâmlaşırız. Ama ayrılırken selâm vermek, pek yaygın değildir. Halbuki Peygamber (asm) sünnetine baktığımız zaman, iki Müslüman’ın hem karşı karşıya geldiklerinde, hem de birbirileriyle ayrılacaklarında selâm vermeleri tavsiye edilmiştir. İslâmî gelenekte ilk sözümüz ve son sözümüz selâm olmalıdır.
Bir eve girdiğimiz ya da gireceğimiz zaman izin isterken selâmla söze başlamamız, hem ayetlerde, hem hadislerde bize emredilmiş, buyrulmuştur. Eğer ki eve girdiğimizde kimse yoksa “Esselâmü aleynâ ve alâ ibadillahissalihin” (Allah’ın selâmı bizim ve salih kulların üzerine olsun) şeklinde selâm vermek de Peygamberimizin (asm) sünnetidir. Yine bu ifadeyle en yalnız olduğumuz anlarda bile, aslında yalnız olmadığımızı, Rabbimizin gözetiminde ve denetiminde olduğumuzu, meleklerin bizimle beraber olduğunu hatırlamış oluruz.
Selâmlaşmak, bütün coğrafyalarda, dinlerde, ırklarda var. En güzel selâmlaşma şekli de dinimizde öyle değil mi?
Es-Selâmun aleyküm; “Benden sana zarar gelmez, esenlikte olasın, güvende olasın, birbirimizle barışığız, aramızda bir husumet, kin, nefret, düşmanlık, söz konusu olamaz” şeklinde karşı tarafa güvence ifadesidir. Dolayısıyla selâmı bu bilinçle vermek, karşıdakinin de bu bilinçle alması gerekir. Bizim kültürümüzde selâm ifadesinin devamında gelen, Peygamber (asm) öğretisi olan, “Es-selâmu aleyküm verahmetullahi veberakatuhu” “Allah’ın rahmeti, bereketi” diyerek, “Benden bir insan olarak kaynaklanan güvenceden öte Allah’ın güvencesiyle, korumasıyla, güvende, esenlikte olabiliriz. O’nun rahmeti, bereke ti olmadan bizim varlığımız sürdürmemiz, ayakta kalmamız mümkün değil.” anlamında, yüce Allah’ı hatırlatan bir selâmı karşı tarafa vermiş oluyoruz. İnsan ne kadar güçlü, kuvvetli, donanımlı olursa olsun, bir bitiş noktası vardır. Ama yüce Allah öyle değil. İnsanın aciz kaldığı noktalarda O vardır. Onun için başka ifadeler diğer kültürlerde ya da bizim dilimizde olan; merhaba, iyi günler, hayırlı günler, günaydın, tünaydın -elbette güzel ifadelerdir- ama, bunların hiç birisi, tam olarak İslâm selâmının yerini tutmaz.
Şöyle de bir sıkıntımız var. Kullandığımız kelimeleri çoğu zaman anlamlarını bilmeden kullanıyoruz. İnşallah, maşallah gibi selâm da bunlardan birisi. Alışagelmiş bir şekilde ağzımızdan dökülen bir ifade. Halbuki fark etmeliyiz, çünkü selâm ayetlerde, söz konusu edilen ve Peygamberimizin (asm) Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakları arasında saydığı bir maddedir. Selâma karşılık verilmesi, selâmın ciddiyetle verilmesi şeklindeki ifadeleri, İslâm selâmının sıradan bir ifade olmadığını bize net bir şekilde gösteriyor.
Sosyal hayatımız dışında, ibadetlerimizde de selâm alıp, veriyoruz. Bunu da biraz açabilir miyiz?
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Bizler namazda da selâm alıp, selâm veriyoruz. Hem de bütün mahlukatın. Bir miraç hatırası olarak; “Ettehiyyâtu lillâhi ve’s-salevâtu ve’t-tayyibâtu esselâmu ‘aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berakâtuhû esselâmu ‘aleynâ ve ‘alâ ‘ıbâdillâhi’s-salihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden ‘abduhû ve rasûluh.” “Selâm, rahmet ve bütün güzellikler, her türlü dil, beden ve mal ile yapılan ibadet Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Allah’ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizlere ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve şahadet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür” diyoruz. Burada hem Peygamberi (asm) selâmlayışımız, hem Peygamberimizin (asm) Rabbinden selâm alması, hem de selâm Allah’ın tüm salih kullarının üzerine olsun şeklinde genelleme vardır ve çok da anlamlıdır.
Dikkat çekici bir diğer husus da, biz kutlu ibadet namazdan ayrılırken, sağımıza solumuza selâm vererek ayrılıyoruz. O iki ifade de yine çoğul kalıp kullanıyoruz; “Allah’ın selâmeti, rahmeti, bereketi sizin üzerinize olsun” şeklinde.
Namaz, yüce Allah’la, kulun doğrudan bağlantı kurduğu, bir dolum ibadetidir. Şarj olmaktır. İnsan Rabbinin huzurunda, Rabbiyle baş başa kalarak, O’nunla konuşarak, huzur, esenlik doluyor. İşte namaz bitiminde, o doluluğunu da sağına, soluna taşıyacağına bir anlamda söz vererek -meleklerine selâm vererek- namazdan çıkıyor. Buradan da şöyle anlaşılıyor ki; namaz bir selâm ve selâmlaşma ibadeti. Namaz kılındığı zaman, kılındığı yerde kalmamalı. Kur’ân namazın ruhunu hayata taşımayı bize öğretiyor.
Bu anlamda İslâm selâmı Müslüman’ı diğer dinlerden de farklı kılıyor diyebilir miyiz?
Elbette Müslümanların diğer insanlardan, din sahiplerinden, farklı olduklarını ortaya koyuyor. Ayırt edici bir unsur da olması hasebiyle, dikkatli olmamız gerekiyor. Özellikle evlerimize girdiğimiz zaman, yakın, eş, dost, akrabayı taallukatımızla, görüştüğümüzde, sınıfa, dershaneye girdiğimiz zaman, camii avlusuna, iş yerine, dükkanımıza, girdiğimiz zaman, yolda, çarşıda, pazarda, kardeşlerimize selâm vermeliyiz. Selâm karşılıklı bir dualaşmadır. Kim bilir belki de duaların makbul olduğu bir zaman diliminde verdiğimiz ya da aldığımız o selâm, bizimle o kardeşlerimizin gerçekten selâma, İslâm’a erişmesine, yüce Allah’ın Selâm ismiyle buluşmasına bir vesile olacaktır. Onun için bir dualaşma olduğunu, karşı tarafa verilen bir güvence teminat sözü olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bu bilinçle selâmı hayatımızın gündeminde tutmalıyız.
“Selâm bir dua ifadesidir.”
Evet selâm, ahiretle ilgili ayetlere baktığımızda da karşımıza çıkar. “Selâmün kavlen min rabbirrahim” “Engin merhamet sahibi Rabden gelen söz şu olacak: Selâm size!” diye yüce Allah cennetliklere selâm ediyor. Daha sonra da meleklerin, cennetlikleri selâmlayarak, cennete buyur etmeleri, cennetliklerin karşılaştıklarında söyleyecekleri, tahiyyeleri, selâm sözüyle olacaktır. Hem dünyada, hem ahirette, cennette gündemimizde devamlı olacak olan bir kavramı konuşuyoruz. Lafız olarak da, manâ olarak da, ruh olarak da bize kazandırdığı ve kazandıracaklar bakımından çok kapsamlı bir kelime. Çok donanımlı bir dua ifadesi. Dolayısıyla bu nimetten istifade etmeliyiz. Çevremizdekileri de istifade ettirmeliyiz. Zaman zaman da bu kelimenin, duanın taşımış olduğu manâları gündeme getirmeliyiz.
Günümüzde insanlar selâmla buluşuyor, bir araya geliyor, ayrıldıktan sonra birbirlerinin gıybetini yapıyor. Az önce selâm vererek, güvence vermiştin o kardeşine ne oldu? Selâm sözümüzü yerine getirmemiş olduk. Selâm sözümüzden caymış olduk. Allah korusun münafıkça bir tavır içerisine girmiş olduk. Dolayısıyla biz kardeşimize selâm veriyorsak; canı, malı, namusu, değerli her şeyi bizim güvencemiz altında olmalıdır. Onun dedikodusunu, gıybetini yapamayız, onun aleyhinde, gıyabında konuşamayız, kuyusunu kazamayız. Çünkü biz ona Allah’ın selâmıyla güvence verdik. Bunun farkında, bilincinde olarak hareket etmek gerekiyor. Elbette insan kusurludur, hatalarını nazik bir şekilde, yerinde, zamanında uygun bir dilde uyarmak, anlatmak başka bir şeydir. Ama hem yüzüne karşı selâm verip, hem de onun kuyusunu kazmak, aleyhinde olmak Müslüman’a ve selâm ruhuna yakışmaz.
Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Sosyal medyada selâmın yaygınlaşması ve bu selâm ifadesinin yerine kullanılan bir takım şekillerin, emojilerin selâmın yerini tutmadığını belirtmem gerekiyor. Telefon konuşmalarımıza ‘selâmunaleyküm’le başlamak ondan sonra, ‘nasılsınız, merhabalar vb.’ demek, konuşmamızın bitiminde yine selâmlayarak konuşmamızı sonlandırmamız Müslüman’a yakışan bir tavırdır.
Özellikle metropollerde, büyük şehirlerde selâmdan uzaklaştık. Şöyle bir endişe var; ‘Selâm veriyorum almıyorlar.’ Hayır biz bize düşeni yapmalıyız. Eğer karşı taraf bizim işiteceğimiz şekilde selâmımızı almamışsa, biz içimizden ‘aleykümselâm’ diyerek, kendi selâmımızı alırız. Selâm konusunda cimri, davranmamalıyız. Anlaşılmayacak şekilde değil, gerçekten karşı tarafın işiteceği şekilde o mübarek sözü söylememiz gerekiyor.
Madem hayatımızda ve kültürümüzde bu kadar önemli, bunu doğru telaffuz etmek de son derece mühim. Bu anlamda ciddi yanlışlar yapılıyor. Selâm cümlesini İslâm’ın özündeki, ruhundaki varlığıyla doğru bir şekilde telaffuz ederek, uzatmadan, kısaltmadan, olduğu gibi aktarmamız en doğrusudur. Kur’ân-ı Kerim’ de Peygamberimize (asm) selâm etmemizi emreden ayetimiz var biliyorsunuz. Bunu da hep getirdiğimiz salavatlarla, dualarda yapmalıyız. Selâm bilinçli bir şekilde hayata taşımamız gereken, ruhunu da hepimizin yaşaması gerektiği bir kavramdır.