Doludizgin. Nerede, nelerden geçtin? Nasıl bittin? Boğazıma düğümlenmiş geçmişim. Hatalarıyla-sevaplarıyla tükettiğim tek varlığımdın.Nefsim kıdemli bir kılavuz. O önde ben arkada.Yenilgiye uğramışçasına ardım sıra sürükleniyorken ise çar nâçar. Gâhi bahtiyarım.
Ateşe uçuşan pervane misali pervasızlıklarım. Kalbimi galebe eden bu fesat karanlık! Şimdi de şöhretim, üzüldüğüme üzülmek. Yarına dair inşirah izlerini kaybetmişim de bulamıyorum sanki. Olmaz yerlere, yok yerlere…Kusur üzerini, kusurla örtmeye, vehme hakikat sümbülünü takmakla… İnadım divanelik dercesine çıkmış da, hırstan gözlerim kör olmuşçasına. Ne idi ki beni mecbur kılan? Takatsiz düşüren. Onca ağırlığa tahammül edebilmeyi çokça yıpranmak ya da muhatabını aynı derecede yıpratmak addetmiş idim. Nice zahmeti, emeği-gayreti, ardından gelmesini az-çok kestirebildiğim nedamet için mi çektim?
İnsan denilmiş o öze, kâinata sımsıkı sarılı, olanca gücüyle bağlı her şeye. Gün doğar dertleriyle. Oflar, puflar. Daim başkalarını sorumlu tutar yaşadıklarından. Üşenircesine sarf eder bir ömrü, bitmek* bilmeyen yılgınlıkla… İçini perişan eden, sırf rahatlıkta sürdürmektir onu. Bozuk para gibi harcamaya gayrettir sersefil gidişatı.
Yaşamak mı? Öylesine. Nefes almak, zoraki. Mutsuz, dertli, gam yükü. Halini-hatırını sorana, dakikalar içinde yüzlerce derdini sayıvermek hususunda mahir birsanatkâr. Hayat gailesini bahane savurup. Himmeti başkasından istemek ise üstümüze vazife olanlar içinde yegâne silah. Zaten her şeyi ziyadesiyle yapmışızdır(?) Vicdan denilen fıtrat-ı zişuur susturulunca, insan rabbini aramaz olur. Gafil gafil dolanıp durur. Çalışma, çaba, gayret vaktinde geride kalır, isteksiz olur; mükâfat/ücret vaktinde her daim önlerde olmak ister. Ne olursa olsun bahsi geçen. Cenneti ister, ama tembelliği bir türlü yakasını bırakmaz. Cehennemden söz açılınca rahmete sığınır, tezadı günahta berdevamdır ne yazık ki. Yaptığımız işin, bulunduğumuz konumun, sahip olduğumuz-taşıdığımız vasıfların gayyasında biz “biz” değiliz sanki. Zora gelince kaçan, az bir ihtimamı kıskanan. İnkişaf edebilecek her ihtimali, inkıraza uğratmak hiçbir şey yapmamanın bedeli. Bu bedeli kimlerin ödeyeceği ise sadece(?) kelebek etkisi.
Bir bardak demli çayımı elime alıp köşeme çekildiğimde… Yahut da okuduğum sayfalar arasına gömülüp kaybolduğumda… Camdan dışarısını izlerken. Ufacık bir kuşun kanadında… Başımı yastığa koyduğumda en köhne tabirle… Hülasa muhasebeyi tahattur ettiğimizde. Yarın dediğimiz, öte dediğimiz, her yokluğa anlamlar yükleyip yüreğimize yükler yüklediğimiz… Kendimize dertler edindiğimiz… Şairane hoş sözler edip, tatlı iltifatlar etmek! Gizli elemlerin kâşifi olmak kâfi mi bu emele? Kaçmaktan yoruldum.
Gafletle saklanıp, kör bir çabayla saklanmaya uğraşmak. Mutluluğu sırf dünyada el yordamıyla bulmak yeter mi? Ahiretten nasipsiz olmak nedir peki? Kaderin hükmüne boyun eğmesiyle her canlının tadacağı o kat’i gerçek! O an dil susar, el işlemez. Dünyayla bağlı tüm emeller birden çözülüp kaybolur. İnsan ebedi âlemin çağrışımlarına tekrardan şahit olur.“Gelmesi muhakkak olan her şey yakındır” düsturuyla, başkasının aynasında kendisini bulur. Zaman durur, an durur, sonsuz sandığımız o mevhum ipin ucu avuçlarımıza dokunur. Fani hayat hitam bulur…
Ya bu ihtimaller yumağı? Hem kendisini, hem de bütün sevdiklerini asıp mahvedecek, cümlesini kucağına çekecek olan darağacı? Her anını korkuyla geçirmek, bunun adı mı yaşamak?Asıl endişe duyulacak olansa müflis ve eli boş olarak bu handan ayrılmak resmi. Göğe yükselen karelerin kimi mütebessim, kimi ise kasvetli…
“Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme; merdâne kabre bak, dinle ne talep eder. Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak, ne ister.””
Dipnot:
- Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 239.
Nuriye Sağdıç