Ekin Sapı Devrimi, derin felsefî ve ruhsal gerçeklerin pratik bir tarım yaklaşımına nasıl uygulandığını gösteren olağandışı bir kitap. Fukuoka buna “doğal tarım ya da hiçbir şey yapma tarımı” adını vermiş zira bu yöntemde tarımı doğa yapar ve insan dikkatle neler yapması gerektiğini öğrenir. Bu kitap 1978’de İngilizce olarak yayınlandıktan sonra büyük yankı uyandırdı ve David Holmgren ve Bill Mollison gibi permakültür ve diğer alternatif tarım biçimleri üzerinde çalışan insanlara ilham kaynağı olarak alternatif yaşamı savunanlar için zorunlu okuma halini aldı.
Masanobu Fukuoka, Japonya’nın güneyinde küçük bir adada yüzyıllardır tarım yaparak yaşayan bir aileden geliyordu; mikrobiyoloji üzerine eğitim aldı ve uzun yıllar bitki hastalıkları üzerine çalıştı. Henüz yirmi beş yaşındayken yakalandığı zatürrenin onu ölümün kıyısına getirmesinin hemen ardından bir gün sabaha karşı fark ettiği şu gerçek yaşamını değiştirdi: “İnsanlık hiçbir şey bilmiyor. İnsanoğlunun yaşamı kontrol etme hatta anlama çabası bile nafile ve özünde yıkıcıdır.” Bu fark edişin ardından köyüne dönen Fukuoka ilk önce kendisine emanet edilen narenciye bahçelerinde bu yöntemi dener ve o zamana kadar budanmış olan ağaçları ve sürülmüş olan bahçe toprağını kendi hallerine bırakarak bütün meyve bahçesinin solarak yok olmasını izler. Aldığı ilk ders tabiata dönüşün bir anda her şeyi bırakarak yapılamayacağıdır.
Savaş sırasında beş yılını yine devlet için bitki hastalıkları üzerine çalışarak geçiren Fukuoka bunun hemen ardından köyüne dönerek felsefesini uygulamaya girişir. Yeni bir yöntem geliştirmenin yaygın yolu “şunu denesek nasıl olur, bunu denesek nasıl olur” diye sorarak bir sürü yeni şeyi birbirinin üstüne denemektir. Oysa Fukuoka bunun tam tersini yapar ve şu sonuca varır: Sürmeye gerek yoktur, gübrelemeye gerek yoktur, kompost yapmaya gerek yoktur, böcek ilacı kullanmaya gerek yoktur. Bu noktaya kadar indiğinizde, gerçekten gerekli olan çok az tarım uygulaması vardır. Fukuoka her fırsatta bunun yalnızca bir tarım yöntemi olmadığını vurgular: “İnsanın gelişmiş teknikleri gerekli görmelerinin nedeni, tabii dengenin aynı yöntemler kullanılarak ciddi şekilde bozulması sonucunda toprağın onlara bağımlı hale gelmiş olmasıdır. İnsanlar hastalıklı bir çevre maydana getirdikleri zaman doktorlar ve ilaçlar gerekli hale gelirler. Resmî eğitimin hiçbir temel değeri yoktur ama insanlık, insanın hayatta kalması için ‘eğitimli’ olmasını gerektiren koşulları yerine getirdiği zaman gerekli hale gelir.”
Bu yolda ilerleyen Fukuoka 30 yılı aşkın zaman içinde birçok başarısızlık yaşadıktan sonra tarlalarından ve bahçelerinden gerek modern tarımın gerekse geleneksel tarımınkilere eşit miktarda ürün almayı başarır. Bunun için ise bazı şeyleri yapmaması gerekir. Bunların başında toprağın sürülmemesi, çapalanmaması ve altüst edilmemesi geliyor. Toprak sürüldüğünde organik kaynaklar hızla tükenir ve toprak verimini kaybederek yapay gübrelere bağımlı hale gelir. Fukuoka toprağı sürmek yerine tohumlarını doğrudan toprağın üstüne savuruverir ve bazen de böceklere ve kuşlara karşı bu tohumları, kilden bilyelere sararak tohum topları yapar. Toprağın havalandırılması işi de bitki kökleri, mikroorganizmalar, küçük hayvanlar ve toprak kurtları tarafından yapılır. İkincisi suni gübre ya da hazırlanmış kompost uygulanmamasıdır. Toprağı dışarıdan gelen takviyelere bağımlı hale getirmek hem toprağı hem de bu şekilde gelişen türleri zayıflatır. Fukuoka bunun yerine yeşil bir zemin örtüsü kullanır ve topraktan gelen ürünün meyvesi hariç bütün kısımlarını toprağa geri verir. Bu toprağın üstünde 10-15 santim kalınlığında canlı ve nemli bir malç örtüsü oluşturur ve bu malçın ayrışması için de genellikle kümes hayvanlarının salınması yeterlidir. Üçüncü ilke herhangi bir yolla yabani otları yok etmemek ama onları diğer yabani otlar ve böceklerin yardımıyla denetim altında tutmaktır. Dördüncü ilke ise hastalıklara ya da böceklere karşı kimyasallara bağlı kalmamaktır. Toprağın sürülmesi ve suni gübre kullanılması nedeniyle zayıflamış bitkiler buna ihtiyaç duyuyorlarmış gibi görünseler bile tabii bir çevrede yetişen bitkiler çok daha dayanıklıdırlar ve kendi haline bırakılan bir toprak parçasındaki böcek ve hastalıkları birbirlerini dengede tutarlar.
Bu uygulamaları çıkardığınızda elde kalan tarım, son derece sadedir ve her bölge için farklıdır. Fukuoka kendi toprağında yazın pirinç, kışın ise buğday ve arpa yetiştirir ve gübre olarak yalnızca önceki mahsulün saplarını ve yoncadan oluşan bir zemin örtüsü kullanır ve bunların üstüne az bir kümes gübresi serper. Geleneksel pirinç tarımında olduğu gibi önce tohumları özel yataklara ekip sonra çıkan fideleri göllenmiş bir tarlaya ekmek yerine Fukuoka tohumları kil bilyeler (tohum topu) içinde, kurtlar ve diğer doğal yardımcılar tarafından yumuşatılmış toprağın üzerine savurur. Yüzeydeki yeşil örtü sulama ihtiyacını da ciddi ölçüde azaltır. Bu yöntemle aynı miktar ürün elde etmek için harcanması gereken zaman geleneksel ya da kimyasal tarımdakinin beşte biridir. Daha da önemlisi diğerlerinin aksine toprağın üst katmanlarının verimliliği yıldan yıla artar. Üstelik bu yöntem sayesinde, başka zamanlar atıl halde kalan eğimli ya da uygun görünmeyen toprak parçalarında sebze yetiştirilebilir ve birçok sebze türü için bir kez tohumlama yaptıktan sonra yıllarca yalnızca ürünleri toplamak yeterlidir. Günümüzde çoğu çiftçiye bu uygulamalardan herhangi birinden vazgeçilmesi hayal bile edilemeyecek bir felaketmiş gibi görünür “Çiftçi ‘bilimsel’ yöntemler kullanınca işler daha iyi gidiyormuş gibi görünürama bu, doğal verimlilik kendi doğasından ötürü yetersiz olduğu için bilimin yardıma koşması gerektiği anlamına gelmez. Doğal verimlilik yok edildiği için yardımın zorunlu hale geldiği anlamına gelir.” Bunca avantajına rağmen, böylesine bir sadeliğin diğer yıpratıcı sistemler karşısında neden yaygınlık kazanmadığı sorulabilir. Bunun nedeni, hiçbir şey yapma tarımının çiftçinin bütün ruhunu vermesi gereken bir yöntem olmasıdır. Çiftçi, hava durumu, böcek nüfusları, toprağın durumu ve diğer doğal etkenlere bağlı kalarak mahsullerini her sene farklı şekilde yetiştirmelidir.
Bu kitap yalnızca bir tarım rehberi değil, aynı zamanda bir yaşam rehberi ve dinî, felsefî bir metindir. Fukuoka beş bölüme ayırdığı Ekin Sapı Devrimi kitabının ilk bölümünde kendi geçmişini ve yöntemi nasıl bulduğunu, geliştirdiğini anlatıyor. İkinci bölüm doğal tarım uygulamasına yönelik bilgiler içeriyor, üçüncü bölüm ise doğal tarım ile ticarî tarımın karşılaştırmasını yapıyor. Dördüncü bölüm doğal tarım için gerekli olan doğal rejimin nasıl sağlanacağını anlatırken son bölümde bunun için gerekli yaşamsal bakış açısına ışık tutuyor.
“İnsanlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, doğal olarak büyüyen meyve ve sebzeleri geliştiremezler. Doğal olmayan bir yolla yetiştirilen ürünler, insanların değişken arzularını tatmin edebilirler ama insan bedenini zayıflatır ve beden kimyasını böyle gıdalara bağımlı hale gelecek şekilde değiştirirler. Bu olduğunda vitamin takviyesi ve ilaç kullanılması zorunlu hale gelir. Bu durumun yaptığı tek şey, çiftçiye zorluk ve tüketiciye ıstıraptır. “
Çevre Mühendisi Elmas Zeynep Salihoğlu