Düşünceler

Vatan-ı aslî için…

Kendimizi en bahtiyar hissettiğimiz anda bir yerlerden elem ucu görünüp sürurumuzu incitmeye yeter. Ya kaybetme korkusu ya da bir daha ulaşamama endişesi. Vehmin kıskacında şimdiki zamanımız. Şükürsüzlükle heba edilir. Meçhul müstakbelin vehimleriyle oyalanmak hem zihni yormaya hem de sahibini incitmeye fazlasıyla kâfi. Zamanın şeridine tutunup asırlar evveline gidebilseydik. Şu anda sahip olduğumuz saymaya takat getiremeyeceğimiz nimetleri hayal bile edememiştik şüphesiz. Hiçken, yokken. Var olmakla başladı oysa… O halde insan aklının ucuna bile uğramamış bu yaşlarına her daim minnettar bir ruhu taşımalıyken, aksine neden ikilemlerle uğraşır ki? Yüreğin cenderesinde kıvranan akıl, hakikati onaylar lakin üzerimize sinmesi gereken hoşnutluk ise ortalarda yoktur. Bütünde tek bir parçanın gediğidir sadece gördüğümüz. Yap-boz oyuncağı gibi. Sûrî tablomuz hep noksan kalır ve bir türlü tamam olmaz. Ve üstelik hiçbir zaman da bütününü kestiremediğimiz. Zira faniye ve zaile mahkûm dünyamızda ardı arkası kesilmeksizin bir şeyler sürekli eksilmeye devam edecek. Münbit zeminimizde manzaralar husule gelirken, yerlerinden gidenler vacip. Muhakkak ki tam kavuştuğumuzu düşündüğümüz anda koşar adım bizden kaçıp giden bir vefasız olacak. İllaki hususi güneşimizin gölge edildiğine de hayıflanacağız…

Sevgiyle nefretin yağmasında nefisler nefeslere galip gelir. Bedenler ateşe koşan misali. Ateşin kor olduğunu bile bile. Ve yaşamak ateşi şiddetlenir. İnsan yalnız kalır. İnsan bir başınadır. İnsan ahir zamanın çarkındadır. Ve bildiği halde neden inada düşer yolları? Her şeyi bilir ama ağırdır bildiğiyle yaşamak ve amel etmek! Açgözlülüğümüz minnettarlığımıza perdeyken -hep daha fazlasının- hazımsızlığıyla tükenir hayat. Hayalleriyle yaşadıklarımızın hırsı mevcut olanlara teşekkürü abes bulur. Asıl vazifemizden gafil kalıp, sırf bu dünyayı imar çabamız. Yanlışa bilerek gitmek zarara rıza. Sıkıntıya değişir aradığımız. Gözümüzü korkutan gönlümüze bir yük! Merhamete liyakatin kalmayışının bedelini ise huzursuzlukla öderiz.

Dünya seyrinde ne görsek neye varsak neyi aralasak üzerimize serpilen zahiri bir ışıltı. Zevale mahkûm. Giydiğimiz dudaklarımızdaki ayrılığın aynı satırları. İki düşmanın eline kalmıştır hayatımız. Neticesiz, akim. Çıkılan yollar çetrefilli… Sevgiler yalan ise sevilenler çoktan kâzib.

“Evet hakiki terakki ise; insana verilen kalp, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalp ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse; o terakki değil sükûttur.”1

Dipnot

  1. Yirmi üçüncü Söz/İkinci Mebhas/2. Nükte, Bediüzzaman Said Nursi

 

Nuriye Sağdıç

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*