Hayat, sıhhat ve seyahat…
Mânâ itibariyle birbirini tamamlayan, telaffuz cihetiyle âhenkli ve müteradif olan tabirler bunlar. Zîra hayat ancak sıhhatle mütekâmil, sıhhat seyahatle mütenasip. Hilkatle şekillenen bu tenasübün en veciz ve mucizevî ifadesini de Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (asm) terennüm etmiş:
“Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz.”
İnsan fıtratını çok iyi bilen ve ümmetinin sevinçli, hüzünlü her hali ile alâkadar olan Peygamber Efendimiz (asm) ‘Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün, (Ankebut 20) şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine… (Rum 50) gibi âyetlerin tefsiri mahiyetindeki hadis-i şerifinde neticesine dikkat çekerek seyahati tavsiye etmiştir.
Âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere riayeti şiar edinen ümmeti seyahati hayatî hedef, manevî vecibe addetmiş; her vesile ile ve çeşitli maksatlarla farklı seyahate çıkarak hem sıhhat bulmuş, hem de Evliye Çelebi, İbn Battûta, Abdürreşid İbrahim, Farabi, Muhiddin Arabî gibi büyük seyyahlar yetiştirmiştir.
Seyahat; suyun sürekli akışını anlatmak için kullanılan ‘seyh’ kökünden türetilen, ‘rihle, seyr, sefer’ manâlarını da muhtevi, su gibi akma, belli bir maksatla gezme, dolaşma, yolculuk yapma, yürüme, gitme manâlarına gelen ferdî, ailevî ve gruplar halinde yapılan plânlı, programlı hareketlerin adıdır.
Zahirî maksat ve maddî menfaat esas alındığı takdirde ‘gezi, yolculuk, tur’ gibi kelimelerle ifade edilen fiilî, maddî, bedenî seyahat; bazı insanların ibadet maksadıyla veya gezmek, görmek, öğrenmek kastıyla çeşitli vasıtaları kullanarak yaşadıkları mahallerden uzak yerlere gidip bir süre oralarda kalarak gelmeleri şeklinde tarif edilir.
Hac, umre, sıla-i rahim seyahatleri; makam, mekân, türbe ziyaretleri, tarihî, coğrafî, tabiî yerlere yapılan gezi turları; eğitim, sanat, edebiyet faaliyetleri, millî, beynelmilel spor karşılaşmaları, kongre, panel, sempozyum, konser gibi ilmî, keyfî, fikrî çalışmalar, ticarî, sınaî, kültürî fuar organisasyonları bu kabil ferdî veya toplu seyahatlerin vesileleridir.
Hacca, umreye giden, türbeleri, mukaddes ve mübarek beldeleri ziyaret eden mü’minlerin niyetinde seyahat ibadettir, ibadet maddî manevî sıhhattir. Sıla-i rahim yapanlar, vazifelerini yerine getirmenin huzurunu hissederler. Spor faaliyetlerine katılanlar sitres atarak; eğitim, sanat, ilim, kültür, çalışmalarına iştirak edenler bilgi öğrenerek, tüccarlar para kazanarak, turlara çıkanlar yeni yerler görerek, konserlere gidenler eğlenerek kendilerince hoşça, ekseriyetle de boşça vakit geçirirler.
“Seyyah olup şu âlemi gezerim / Bir dost bulamadım gün akşam oldu.”
Böyle diyen Kul Himmet gibi ömrünü dost arayarak geçirse de bulamayanlar, Mecnun gibi çöllere düşenler, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi bulsa da vefa görmeyip ‘yalan dünyayı boşa çiğneyenler’ Yunus, Kaygusuz gibi diyar diyar dolaşarak farklı insanlarla dostluk kurup onlarla birlikte ezelî ebedî dosta doğru gidenler de vardır.
İnsanları seyahate teşvik etmek için kullanılan ‘düzenli seyahate çıkmak kalp krizi rizkini azaltır, stres seviyesini düşürür, depresyona mani olur, teşebbüs gücünü arttırır, pozitif bakış açısı kazandırır, insanî ilişkileri iyileştirir, zihni açar, öğrenme şevki verir’ ve benzeri ifadeler, mezkûr hadis-i şerife mutabık olsa da Peygamber Efendimizin (asm) tavsiye ettiği seyahat sadece bu maksatlara matuf değildir.
Seyahatin; kendine has hususiyetleri bulunan ve ancak aynı zamanda manevîyat ehli de olan erbabı tarafından bilinip yapılan dinî, aklî, kalbî, ruhî, hissî, fikrî, hayalî, tefekkürî, tasavvufî türleri de vardır. Öyle manevî halleri, hayatî hareketleri yapanlar da huzurlu, mutlu, müferrah olup maddî manevî sıhhat bulduklarından, hayat bir nevi seyahattir denilebilir.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, “Namaz dinin direğidir” hadis-i şerifini tevil ve izah ederken anlattığı temsilî hikayecikte “O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre o uzun yolu mütefavit derecede katederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi elli bin senelik yolu bir günde kateder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetle işaret eder” (Sözler 40) diyerek Kur’ân-ı Kerimdan mülhem, hayatın seyahatle mütenasip olduğunu ifade etmiştir.
Ölümü, ebed tarafına seyahat eden yolculara verilen vesika (Lemalar s: 414) telâkki eden Bediüzzaman, talebelerine ‘Aziz sıddık kardeşlerim ve hizmet-i imaniyede kuvvetli, metin, ciddi, sarsılmaz, fedakâr, arkadaşlarım ve seyahat-i berzahiye ve uhreviyede nuranî yoldaşlarım’ (Kastamonu Lahikası s: 370) diye hitap etmiş; okuyucularına da ‘Ey hayali ile benim seyahat-i hayaliyeme iştirak eden arkadaş’ (Sözler 888) diye seslenmiştir.
Bu hitap ve seslenişle Arşa, Arza, berzaha, uhrevî âleme doğru yaptığı hayalî, kalbî, ruhî, tefekkürî seyahatlere onların da iştirak etmelerinin zeminini hazırlamıştır. Muhataplarının seyahate çıktıklarında aklî iradeleri ve bedenî uzuvları ile birlikte manevî hasselerini, ulvî latifelerini de kullanmanın yollarını göstermiştir.
Vasıtaların, vesilelerin, uzuvların yanı sıra hasselerle, latifelerle de seyahat etmek sadece Bediüzzaman’a has bir haslet değildir. Başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere onun sünnetlerine ittiba ederek manevî kemalât kazanan her mütteki mü’min dilediği takdirde hasseleri, latifeleri ile de seyahat edebilir.
Üstad’ın tabiri ile ‘cismanî âlemde cüz’i bir seyr-ü seyahat suretinde tecelli eden Miraç mucizesi; hem küllî, hem mahşer-i acayip bir seyahatin anahtarı hükmündedir. (Sözler 911) Mirac mucizesi, kâinat cihetiyla cüz’i, âlem-i gabya talluk eden yönüyle külli ve uzun bir seyahattir.
“Bütün zîhayatların, hayatları ile gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, Ey Rabbim Sana mahsustur! Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.” (Şualar 163)
Hazret-i Muhammed’in (asm), Cebrail Aleyhisselamın refakatinde Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa, Sidretü’l münteha, Kab-ı Kavseyn, Arş-ı Âlâ tarikiyle Mirac’a çıktığında ‘Hakka karşı selâm yerine mezkûr ifadeyi kullanması, Cenab-ı Hakkın ‘Selâm sana ey Peygamber’ hitabına mazhar olması, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın o kudsî selâma ‘Bize ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun’ kelâmı ile mukabele etmesi, bu ulvî selâmlaşma mükâlemesine şahit olan Cebrail Aleyhisselamın da namazdaki teşehhüde olduğu gibi şehadet getirmesi, (Şualar 163, 164) Peygamberimzin (asm) Mirac’tan dönerken ümmetine namazı hediye getirmesi, bu mucievî hareketin, seyahatin bütün unsurlarını taşıdığını göstermektedir.
Peygamberimizin (asm) açık bırktığı o miracî seyahat güzergâhını takip eden Abdulkadir Geylâni, İmam-ı Rabbanî gibi büyük zâtlar, tayy-i zaman ve mekânla bir dakikada Arşa kadar ‘urûc-u ruhanî’ halini yaşamışlardır. Gavs-ı Azam’ın (ks) yerde iken nazarî bir seyahatla Arş-ı Azamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa etmesi, (Şualar s: 223) Pirî Resi’in, gökyüzünde kendince malum bir yerden bakarak Arzın haritasını çizmesi, Uluğ Beyin yıldızların haritasını çıkarması, Mevlâna’nın, gezegenlerin hareketlerini takip ederek müşterek zikir olan semayı şekillendirmesi yapılan hayalî, nazarî, tefekkürî, kalbî, ruhî seyahatlerin neticeleri, meyveleri ve hediyeleridir.
“Kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın müşahedatıdır.”
Bediüzzaman Hazretleri de böyle tarif ettiği Ayetü’l Kübra eserini, ‘Ramazan’ın iki hilâlinden doğmuş bir edep yıldızıdır’ dediği Lemaat manzumesini, (Sözler s: 1131) küfrün belini kırdığını söylediği Hüve Nüktesi’ni, (a.g.e. s: 260) Ramazan Risâlesi, Otuzuncu Sözün Birinci Maksadını, Avrupa’ya medeniyet dersi verdiği On Yedinci Lem’a Risâlesi’ni çeşitli vesilelerle, farklı cihetlerde yaptığı seyahat-i hayaliye-i fikriye, kalbiye, ruhiyeler neticesinde telif etmiştir.
Bedenen yapılan maddî seyahatler, seyahat şartlerına riayet edilmediği zaman nasıl bazı menfi neticeler veriyorsa; fikrî, hissî, kalbî, ruhî, hayalî seyahatler de usulüne riayet ederek dikkatle yapılmadığı takdirde seyahatten beklenen maksat hâsıl olmaz ve seyyaha zarar verebilir.
Hayatının Yeni Said safhasında, Eski Said fikriyle hareket eden Said Nursî de ‘o seyahat-i kalbiyede, Avrupa fünun ve medeniyetinin emraz-ı kalbiyeye inkılâp ederek ziyade müşkilata medar olduğunu’ anlayınca; zihnini silkeleyip müzahref felsefeyi ve sefih medeniyeti atarak Yeni Said halet-i ruhiyesi içinde yaptığı seyahat-ı ruhiye neticesinde emraz-ı kalbiyeden kurtulmuş ve Avrupa’nın şahs-ı manevîsi ile muhavere etmiştir. (Lem’alar s:291)
Hülasa-i kelâm: Valizi ile birlikte aklını, hissini, zihnini de hazırlayarak kendince hedefler seçip yeryüzünde herhangi bir yere seyahate çıkmaya hazırlanan zamane seyyahları; filîi, maddî, bedenî hazırlıklarının yanı sıra kalbî, ruhî, fikrî, hayalî hasselerini de hazırlayarak giderler ve seyahat esnasında o latifelerini de kullanırlarsa, o nisbette ulvî neticeler, manevî meziyetler, uhrevî meyveler kazanırlar.
Böylece Peygamber Efendimizin (asm) sünnet-i seniyesine riayet edip hayatlarını seyahat haliyle maddî, manevî, hissî, ruhî sıhhat içinde yaşayarak saadet-i dareyne mazhar olurlar.
Hilkatin gayesi ve hayatın neticesi de bu değil mi ki zaten.
İslâm YAŞAR