Kapak

Seyyah olup şu alemi gezerim

Bir dost bulamadım gün akşam oldu demiş halk ozanı. Seyahat eden sıhhat bulur demiş Habib-i Ekrem. Seyahat bir arayıştır, bir amaç, bir teneffüs bir gaye, bir hedeftir…

Yeknesaklıktan uzaklaştıran ruhu inbisat ettiren görgü ve anlayışı arttıran bir faaliyettir.

Yola düşenin niyetine göredir belki de verdiği şifa. Veysel Karani’yi Yemen illerinden Medine yollarına düşüren Peygamber aşkıdır. Dostunu göremese de seyahati amacına ulaşmıştır ya, ayağın tozuna yüzler sürmüştür ya ne gâm…

Kimi ilim arar yollara düşer nasibini veya fazlasını bulur…Abdulkadir-i Geylâni, Idrisi Bitlisi, Mevlâna Celaleddin-i Rumî, Cüneyd-i Bağdadi, Molla Gürani Said-i Nursî ila ahir…

Her birisi ilmin ve devrin şartları gereği memleketlerinden fersah fersah uzakta ilimleriyle temeyyüz ederken köy veya kasabalarına mensubiyetleri künyelerinin yerine geçmiştir.

Kimi fani mahbublar için yollara düşer Kays gibi…Mecnun olur..

Kimisi Hak Aşığı;

Arayı arayı bulsam izini,

İzinin tozuna sürsem yüzümü.

Hak nasip eylese görsem yüzünü Ya Muhammed canım arzular seni der Allah ve Resulunun aşkıyla yanar kavrulur nereden nereye sefer yapmıştır da Anadolu’yu mesken edinmiştir bu tam bilinmez  ama Aşık Yunus enfüsî seyahatini yaparak.

Taptuk Emre dergahında 40 yıl odun taşıyarak benliğini eritir de muradına nail olur…

Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun…Ballar balını buldum kovanım yağma olsun der seyahatini hitama erdirirken.

Mutasavvıfların seyr i sulüğu da bir nevi seyahat degil midir?

Kimi irşad icin yollara düşer hidayete aç gönüllere tevhidi yerleştirmek için. Öyle ki fetihten önce beldeleri İslam’a açan dervişler, Horasan Erenleri, abdallar, sufiler, alperenler manevi fütuhatın mimarıdırlar. Örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkünse bile biri yeter:

Mesela; Bosna-Hersek’te bulunan Blagay Alperenler Tekkesi -diğer adıyla Sarı Saltuk Tekkesi- 600 yıl önce Osmanlı bu toprakları fethetmeden 100 yıl önce buraya gelen dervişler tarafından kurulmuş ve halen de faaldir.

Nicelerinin seyahati; Bir mübarek sefer olsa da gitsem Kâbe yollarında kumlara batsam ilahisindeki arzunun şevki ve sevkiyle Allah’ın evine Resulü’nün menzilinedir.

Hac ibadetinin kudsi bir vazife olması o kudsiyete yakışır bazı incelikleri, özellikle Osmanlı’da bir olguyu ortaya çıkarmıştır ki bunun ismi” Surre Alayı”dır.

Her yıl Ramazan ayından önce saray bahçesinden uğurlanan ve padişahın bağışlarını kutsal topraklara taşıyan kervanın ismidir.

Sultan, aynı zamanda tüm Müslümanların halifesidir. Bu armağanların, Devlet-i Âliye’nin kutsal topraklara beslediği sevginin bir göstergesi o beldelerin imarı hacıların ihtiyaçlarının eksiksiz tamamlanması gibi çok amacı içinde barındırıyor.

Kimi seyahatler de mübarek bir seferdir lakin ona artık seyahat değil de İla’yı Kelimetullah için yola çıkmak olduğu için sefer, sefer-i hümayun   gaza ve cihad denecektir… Anadolu’nun başlı başına tarihi İpek Yolu üzerinde olması kervansaraylar, hanlar, hamamlar, sebiller, çeşmeler, camilerle bezeli, canlı, aktif şehir mimarisinin ortaya çıkmasında büyük etkendir.

Tarihte bilinen Müslüman seyyahlar;

Aslen Faslı olup tam 65 yıl, eski Dünyayı dolaşan ve tarihe önemli bir kayıt düsen Ibni Battûta; Ortaçağ Anadolu topraklarını ve insanını şöyle anlatır: “Bilad-i Rum denilen bu ülke dünyanın en güzel memleketidir. Allah, güzellikleri öteki ülkelere ayrı ayrı dağıtılırken, burada hepsini bir araya getirmiştir. Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah’ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü “Bolluk, bereket Şam’da şefkat ise Anadolu’dadır. ”

İbni Fadlan; Idil Bulgarları, Orta Asya kavimleri Vikingler, Ruslar hakkında siyaset inanış adetler ile ilgili birçok bilgi aslında İslam inancının mensuplarını ve yönetilen yerleri nasıl medeni hale getirdiğinin ispatı mahiyetindendir …

Seyyahların piri ve en bilineni en hoş sohbet ve şehirler kasabalar hakkındaki bilgileri akıcı çarpıcı, merak uyandırıcı ve kapsamlı bazen de mübalağalı veren ‘’şefaat ya Resulullah’’ diyecekken ‘’seyahat Ya Resulullah’’ diyen Evliya Çelebidir hiç şüphesiz “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” şehrin en mümeyyiz özelliğini vurgular Erzurum kışını tarifte kendisini dışta tutarak halk arasındaki darb- ı meseli anlatarak dimağlarda yer edinmesini sağlar;

“Erzurum’da kış öyle sert olur ki, insanların dilinde bir darbı meseldir ki (hikayedir) bir dervişe sorarlar;

-Nereden gelirsin?

-Kar rahmetinden gelirim

– O yer hangi diyardadır?

-Soğuktan Ere-zulüm olan Erzurum’dur.

-Orada kışa rastladın mı hiç?

Derviş ‘’Vallahi on bir ay yirmi dokuz gün orada kaldım, bütün halkı yaz gelecek dediler amma ben görmedim’’ der.

Yazın yaylakta kışın kışlakta formülü göçebe Türk geleneğinin hatta denebilir ki Osmanlı Kuruluşunun özetidir… 400 çadırlık Kayı Aşiretinin kışları Söğüt yazları Domaniç yaylasında olması ve genişlemesinin Bizans kasabaları ve şehirlerinin alınmasıyla gerçekleşmesi, yerleşik düzene geçilmekle de durmayan askeri siyasî ve ticarî bir seyr u sefer halini bize anlatır.

Peki klasik anlamda tatil ve eğlence kavramlarını ihtiva eden seyahat anlayışı Türklerde ve Osmanlı’da var mıdır varsa nasıldır sorusunun cevabı için çok yakın dönemlere doğru gelmek icap edecektir. Şifa bulmak için hamam ve kaplıcalara gitmek başka şehirdeki akraba ziyareti zorunlu iş tayin ve diplomatik görev gibi seyahatler dışında günübirlik Kağıthane Küçüksu sefaları haricinde eski dönemde seyahat anlayışının başka şehir ve ülkelere yapılmasının halk arasında çok da yaygınlaştığı söylenemez. Her ne kadar gez Dünyayı gör Konya’yı dense de… En fazla yazın sıcağından kaçmak için havası suyu güzel köylere çekilmek belki.

Bu adetin yaygınlaşması ise ancak 19. yüzyılı bulacaktır bugün şehrin semtleri sayılan Çamlıca, Bakırköy, Yeşilköy, Erenköy, Beşiktaş, Tarabya, Adalar, Bebek, Arnavutköy, Kuzguncuk eski dönemlerde İstanbulluların sayfiyesidir.

Saray ve çevresinde ise durum biraz farklıdır zira erken dönemlerden itibaren sahilsaraylar, kasırlar, köşklerde yaşamak padişah ve devlet erkanının adeti olagelmiştir. Dönemin bilinen yazlıkları Sepetçiler Kasrı, Üsküdar Sarayı, Beşiktaş Sahil Sarayı, Çırağan Sarayı, Aynalıkavak Kasrı’dır.

Suyu sabunu sulak ve yeşillik yerleri çok seven Türk halkının; aksine denize ve sahil yerleşimlerine yabani olması dikkat çekicidir.  Kayık ve sandal sefaları “Çek kayığı güzelim uzanalım Göksu’ya” şarkısında olduğu gibi yaygın, yalılar dantel gibi Boğaziçini süslemesine, 17. yüzyıla kadar inen ama 19. yüzyılda daha çok rastlanılan kadın erkek ayrı düzenlenmiş “deniz hamamları” örneğine rağmen, plaj ve yüzme kültürü hele hele Akdeniz, Ege sahillerinin bu amaçla istilâsı o dönemde muhali istemek kadar uzaktır.

Bunda pek tabiidir ki; mahremiyetin ihlali korkusunun asıl sebep olduğu aşikâr.

Tarihimizle ilgili bilgi veren diplomatik, siyasi, askeri, amaçlarla ülkede dolaşan veya sadece keşif ve merak için gelen seyahatnameleri bulunan çok yabancı seyyah veya sefaret mensupları var. Zira şark, Osmanlı, harem, İslamiyet, günlük hayat, kadın-aile onlar için her zaman çok ilgi çekici ve esrarengiz.

Başta payitaht olmak üzere Osmanlı şehirlerini, beldelerini gezmek bilgi edinmek Avrupa’ya aktarmak ve mukayeseler yapmayı adeta dinî ve millî bir vecibe! belledikleri için çoğu kez ön yargılı ve yanlışlarla dolu da olsa o dönemlere ışık tutan eserler kaleme almışlar.

Fakat Osmanlı anlayışında turistik gezi için yurt dışına çıkmak yok. Nasıl olsun sefaret açmamız bile ancak askeri açıdan geri kalmamızı kabul edip batıdaki askeri gelişmeleri takip amacıyla 18.Yüzyıl’da Padişah III. Ahmet zamanında, Fransa Devleti ile olan ilişkileri daha da geliştirmek amacıyla, Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’yi Fransa’ya “fevkalâde elçi” olarak göndermekle mümkün olmuş.

Modernleşme dönemi dediğimiz 19.Yüzyılda 2.Abdülhamid döneminde eğitim amacıyla yurt dışına öğrencilerin gönderilmesi, halkın dertlerini yakından duymak amacıyla Sultan 2.Mahmud’un ilk yurtiçi seyahatine çıkan padişah olması dikkat çekerken bugünkü anlamına uygun yani; gezi ve sergi ziyareti amaçlı ilk yurtdışı seyahatini yapan padişah Sultan Abdulaziz’dir.

1867 yılına kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, seferler dışında ülke dışına çıkmamıştır.

47 gün süren bu Avrupa Seyahati saray gelenekleri nazara alındığında neredeyse bir devrim mahiyetindedir.

Hasılı seyyah neden dost bulamamış da sitem etmiş bilinmez ama seyahat eden illâ ki sıhhat bulur. Tarihe seyahat etmenin sıhhat bulmaktan acep bir hissesi var mıdır? Bu da okuyucudan sorulur.

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*