Tefekkür Dünyası

Bir gün bir derviş…

Dervişin biri, bir beldeden geçerken dinlenmek istemiş. Vakit biraz geç olunca kimseyi rahatsız etmemek için caminin yolunu tutmuş. Giderken ağır bir koku duymuş. “Nasıl da kötü bir koku? Nerede, ne ölmüş olabilir ki?” diye etrafına bakınmaya başlamış. Baktıkça hayreti artmış, her taraf çok temiz, düzenli, koku oluşturacak bir şey de yok. Daha da merakı artmış ama koku dayanılacak gibi değil, burnunu sararak hızlı adımlarla camiye doğru ilerlemiş. İçeri girip kapıyı kapatmış. “Ne kötü kokuydu! Üstüme sindi mi acaba?” Biraz dinlenmek için olduğu yerde sırtını duvara dayayınca içi geçmiş. Ne olduysa ondan sonra olmuş.

İki kişi gelip dervişin kolundan tutup dışarı çıkarmışlar. Derviş, “Orada çok kötü koku var, içeride konuşalım, ne için beni bu saatte dışarı çıkarıyorsunuz, siz kimsiniz?” diye konuşa dursun, derviş kokunun dibinde bulmuş kendini. Yanındakiler sormuşlar, “Nedir bu koku, nerden geliyor.?”

Derviş ise “Ben de çok merak ettim fakat her yer tertemiz, göremedim, leş midir, nedir bilemiyorum…” demiş.

Dervişe sormuşlar “Koku görünürde yoksa başka nasıl olur? Biraz düşün.” demişler.

“Allah Allah… Bu nasıl bir soru! Eskiden olsa derdim ki gıybet edilince etrafı böyle bir koku alırdı! “

Yani! Şimdi… Gözleri iyice açılmış, nefes alışı sıklaşmış, bulunduğu evin penceresinden ışık sızdığını fark edince yanındakilere bakmış. “Biz şimdi gıybet kokusunu mu duyuyoruz?” demiş şaşkın şaşkın. “Olamaz ya… Artık bu kokuyu kimse duymuyor ki çünkü aynı kokuyla yaşarsan alışırsın, o koku artık hissedilmez olur. Zaten cemiyet bu ufunet içinde yaşıyor.” Yanındakiler, “Allah sana bu hakikati gösteriyor ki insanları irşad ederken ikaz et. İnananlar bari uzak dursun gıybetten, iftiradan, su-i zandan…”

Derviş biraz eve yaklaşmış, “Demek bu evden geliyor bu pis leş kokusu, nasıl olur, ev tertemiz, insanlar tertemiz?”

Yanındakiler, “Temizlik sadece dış ile olmaz. İşte bunlar gibi değerli, saygıdeğer, maneviyatları güzel insanları şeytan ancak gıybetler, zanlar ile amellerini yakıyor, yok ediyor” demişler. Derviş çok üzülmüş. “Nasıl bu insanları uyarabilirim ki?” diye sesli düşününce; yanındakiler “İstersen içeri gir, anlarsın.” Dervişte bir şaşkınlık daha… “Nasıl girerim içeri? Sen kimsin? Bu saatte ne işin var derler, yok yapamam.”

Bunun üzerine dervişe şöyle demişler. “Düşünsene şeytan da melekler de içeride, onları görmüyorlar. Seni de görmezler.

Hem nasıl da şeytanın sesine kulak verdiklerini ve meleklerin üzüntüsünü görüp şahit olacaksın ki insanları irşat ederken tesirli olman için Allah bizi böyle vazifelendirdi” demişler. Dervişin ağzı açık kalmış, rengi sararmış, “Demek sizler melek miydiniz? Allah’ım bu nasıl bir görev, eskide kalmadı mı bu haller? Ben kimim ki …?” Zavallı bir derviş ne kadar konuşsa boşuna, bir anda kendini evin içinde bulmuş.

Herkes hararetli konuşuyor, hep kötü, hep olumsuz, hep yargılayıcı… Derviş dayanamamış “Allah insaf versin, bir insan bu kadar kötü olur mu? Hiç mi iyi tarafı yok! Hem akraban hem yıllarca iyiliği olmuş, şimdi nasıl kötü olmuş.” Zaten onu duyan da yok, gören de… Kıs kıs gülen şeytanı fark etmiş. Şeytan ortaya bir fısıltı yayıyor, ağızlarına bir bal sürüyor, lafı ballandıra ballandıra konuşturarak herkesi günaha sokuyormuş. Melekler üzgün, ne kadar, “Yapmayın, yazık ettiniz o güzelim amellerinize” diye seslenseler de onları duyan yok çünkü herkes olumsuzluk içindeki dalga frekansının içindeymiş. Derviş bu hali görünce çok üzülmüş. Sessizce seyre dalmış.

Kadın hadi artık geç oldu diye dağınıklığı toplamaya başlamış sonra da çöpü götürmek için dışarı çıktığını gören derviş dayanamamış, “Hey hanımefendi, herkesin ağzındaki leşleri de koy o torbaya çünkü ayet ifade ediyor ki ‘Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?’ Sizler gıybet ettiğiniz kişiyi insafsızca dişlediniz, o çöp torbasına hepiniz tükürün, tövbe edin, konuştuğunuz kişiden helallik isteyin ki Allah da sizi affetsin. Hem ortalığı böylesi pis bir koku yaydınız, onu da temizleyin” diye seslenerek yanına gitmiş. Artık heyecan dorukta, ne yapabilirimin derdinde imiş derviş… Kadın dervişin ne sesini duyuyor ne de görüyormuş.

Derviş, “Eyvah” demiş ağlayarak “Nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a’mâl-i salihayı yer, bitirir. Buradakilerin amellerini bu gece bu gıybet ateşi yedi bitirdi. Eyvah ki ne eyvah… Siz güzel ameller işleyen insanlarsınız.” sözlerini ifade ederken, meleklerin “Hadi kalk, namaz kılacaktın, uyan artık!” diyen sesleri ile derviş gözlerini açınca hayretle etrafına bakmış. “Ben caminin duvarına yaslanınca uyumuşum, bunlar rüya imiş. Allah’ım sana hamdolsun, benim gibi zavallı bir dervişe hikmet okumaları yaptırdın” diye secdeye kapanmış. Hemen abdest alıp namazını eda edince rüyasında gördüğü kokunun yayıldığı evin yanına gitmiş. Herkes uykuda, derviş de “Uyuyun bakalım, bir gün gaflet uykusundan hakikat sizi uyandıracak” demiş.

“Allah’ım konuştukları kişiyi bağışla. Konuşanları da bağışla ve dinleyenleri de bağışla. Allah’ım beni de bağışla” diyerek aldığı bu dersin tesiriyle uzaklaşmış…

Ayşenur Yaşar

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*