Kapak

Aile hayatında olmazsa olmaz değerler

Bediüzzaman’ın İşârâtü’l-İ’caz’daki şu ifadeleri ile başlayalım:

“İnsan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki…”[1]

Evet, her insanda fıtrî olan bir ihtiyaç bu hâl. Bir muavenete, bu dünya hayatının zahmetlerini hafifleştirmeye, gamlı ve kederli zamanlarımızı feraha ve sürura tebdil etmeye ihtiyaç duyuyoruz ve bu evvelâ insanın en ünsiyet ettiği kişi olan eşiyle oluyor. O halde aile hayatına hem ihtiyacımız olduğunu, hem de böyle bir birlikteliğin çok kıymetli olduğunu anlıyoruz.

“Peki bu aile hayatı dediğimiz ortam nasıldır, nasıl olmalıdır?” dediğimizde ise Bediüzzaman’ın şu tanımıyla karşılaşıyoruz:

“Dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassungâh”.[2]

İnsanın, özellikle de Müslümanın tahassungâhı, bir küçük dünyası aile hayatı ise -ki tahassungâh deniliyor, yani ‘sığındığımız, korunacağımız yer’- o halde aile en emniyetli, en güvenilir, en huzurlu olacağımız yer olmalıdır değil mi?

Oysa Üstadın, çoğu dostlarından aile hayatlarıyla ilgili şikâyetler işitmesi, ailenin mahiyetinin bozulduğunu ve tahassungâh anlamını yitirmeye başladığını gösteriyor.

Ve bu durumun çaresi olarak da, “daire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniye”den başka bir yolun olmadığı hakikatini öğreniyoruz.

Evet tek çare, İslâm dairesindeki o dinî terbiyeyi kazanmak ve muhafaza etmekte.

İşte bizler de o aile hayatının içerisini daire-i İslâmiyedeki ‘olmazsa olmaz’ diyeceğimiz değerler ile doldurmalıyız ki yuvalarımız tanımını yaptığımız bu “cennet ve tahassungâh” mahiyetine bürünebilsin.

Şimdi bu değerlerden en başta “muhabbet”le başlayalım.

Muhabbet

“Muhabbet,” diyor Bediüzzaman “Şu kâinatın bir sebeb-i vücududur”[3] ve devam eden satırlardan da öğreniyoruz ki, insanın kalbine kâinatı istilâ edecek bir muhabbet dercedilmiş. Bu ifadeler, muhabbet duygusunun ne denli güçlü bir his olduğunu ortaya koyuyor. Ve Risale-i Nur’da “İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakikî” satırlarıyla karşılıyoruz. Evet, muhabbet duygumuza da bu pencereden bakarsak; eşlerin birbirine olan muhabbetleri olmazsa olmaz elbette. Ama bu muhabbet ne boyutta? Hakikî mi, mecazî mi, bir yoklamak gerekiyor.

Mesnevî-i Nuriye’de “Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla, Allah’ın sevdiği her şeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder” deniliyor.

Yani kalpteki hararetli ve kâinatı istilâ edecek mahiyetteki bu ‘muhabbet’ duygumuz en evvel Cenab-ı Hakka sarf edilmeli. Ve muhabbet duygusunu Hakikî Sahibine verdiğimizde, ızdırabı netice verecek muhabbetten sıyrılmış, hakikî anlamda kıymetli bir muhabbet beslemenin yolunu öğrenmiş oluyoruz.

Bediüzzaman, insanın ‘Cenab-ı Hakkın esmâsının bir âyinesi’ olması hasebiyle, eşlerin birbirine olan muhabbetlerinde sevdikleri hâlin bu manaya ait olduğunu hatırlatarak, muhabbeti doğru noktaya hasretmemiz gerektiğini vurguluyor.

Ve böylelikle o dünyevî aşklarda en fazla hissedilen “Sevilmeye hoş hallerim yitip giderse tekrar sevilebilir miyim?” endişesi ortadan kalkmış oluyor.

“Cenab-ı Hak hesabına sevmek nasıl olacak?” sorusuna karşılık ise, “Refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin munis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et” cevabını alıyoruz. Yine bir başka yerde, sevdiğimiz her şeyi eğer “Cenab-ı Hakkın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatının meyveleri” cihetiyle seversek, “hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzet” olacağı ifade ediliyor.

Yani eşlerimize ‘Rahmet-i İlâhiyenin bize hususî bir hediyesidir’ duygusuyla bakmak, kalbimize mukabil bir kalp ile bize ihsanda bulunulduğunu hatırlamak ve öyle muhabbet etmek hem elemsiz bir lezzet veriyor, hem de Rabbimize olan muhabbetimizi arttırıyor.

“Bütün bu sevmekler Kur’ân’ın emrettiği tarzda olsa neticeleri ve faydaları nedir?” sualine ise, cevaben diyor ki Bediüzzaman: “O refikaya samimî muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddî hürmet ve muhabbet eder.”[4]

O halde diyebiliriz ki, aile hayatımızda olmazsa olmaz bir diğer husus “hürmet”tir.

Hürmet

Aile hayatının saadetinin “samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet” ile ve bu hakikî hürmet ve samimî merhametin ise ancak ‘ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat’[5] fikriyle ve akidesiyle olabileceğini ifade ediyor Bediüzzaman.

Aile hayatının içinde iman hakikati yer almadığında kişilerin birbirine tam sadakatle ve ihlâsla davranabilmesinin pek nadir olacağını söylüyor. Meselâ eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, hanımını bu hissiyatla pek nadir sevebileceğini; ama ahirete iman olursa, babasını ‘dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederi’, eşini ‘Cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı’ olarak bilip ve öyle sevip hürmet, merhamet ve yardım edebileceğini dile getiriyor.

O halde Bediüzzaman’ın ifadeleriyle diyebiliriz ki, eşler birbirine samimî hürmet eder ve severse, şefkat eder ve sadâkat gösterirse, hatta birbirlerinin kusurlarına bakmazlarsa yüksek bir ahlâka erişirler ve hakikî insaniyet saadeti o hanede inkişafa başlar.

Bu “inkişaf” ifadesinden de anlıyoruz ki, aile hayatımızdaki hürmet, şefkat ve sadakat gibi hususların üzerinde ne kadar çaba sarf edersek, bu meziyetler o nisbette artacaktır.

Tabii ki bir de ‘aile hayatımızın devamı ve bozulmaması’ mühim bir mesele. Bunun temini için de “Aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder”[6] tespitiyle karşılaşıyoruz. Yani bu hürmet ve muhabbet, eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine göstermeleri gereken bir husus. Bu da kadının ve erkeğin kendi fıtratlarına münasip haller sergileyerek yapabilecekleri bir mukabele şekli diyebiliriz.

Öte yandan toplum hayatında rahatla yaşamanın da “merhamet, şefkat, hürmet ve itaati temin etmekle” mümkün olacağı gerçeğinden yola çıkarak, aile hayatımız içindeki huzuru, bu meziyetleri yaşayarak kazanabileceğimizi görüyoruz.

Eşlerin ‘birbirinin kusuruna bakmayan, birbirine hiddet yerine hürmet eden, itiraz yerine yardım eden’ halleri de sergilemeyi kendine vazife bilmesi gerekiyor. Eğer bu noktalarda eşler gereken hassasiyeti göstermezse aile içi huzuru bozan haller baş göstermeye başlamakta.

Hâsılı; aile hayatını bu cihetlerle dağıtmaya var güçleriyle çalışan menfî cereyanlar varken, bizler de kendimizi ve aile hayatımızı muhafaza etmek için bu değerleri “olmazsa olmaz” diyerek hayatımıza oturtmaya çalışmalıyız.

Şefkat ve himaye

Bir diğer olmazsa olmaz değerimiz aile hayatında eşlerin birbirine şefkat ve merhamet etmesi ve birbirini himaye etmesi.

Üstad zaaf ve aczin şefkat ve himayeti tahrik ettiğini söyler. Demek ki insanın zayıf ve aciz olduğu noktaları eşine hissettirebiliyor olması ondaki himaye duygusunu harekete geçiriyor.

Hatta Lem’alar’da İnsanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit de şefkate muhtaçtır” denilerek, aslında insan fıtratındaki bu hâlin izharının ihtiyaç duyduğumuz duyguları temin için imkân sağladığı ifade edilmiş oluyor.

Günümüzde “Kendini ezdirme! Güçlü görün! Ayaklarının üstünde durabilirsin, kimseye ihtiyacın yok!” gibi telkinlerin aksine, eşlerin birbirine karşı bu fıtrî hâli yansıtmaları, birbirlerini himaye etmek gerekliliğini uyandırıyor. Kadın, eşinin aciz ve eksik olduğu yerde onu himaye eden, erkek de refîkasının aciz ve zaif olduğu yerlerde onu himaye eden bir duyguyu ancak böyle besleyebiliyor demek ki.

Yine eşler arasında temin edilmesi gereken duygu olan şefkatin aşkla mukayesesini okuduğumuzda şefkatin de aile hayatında hissedilmesi ve gösterilmesi elzem bir duygu olduğunu anlıyoruz.

Sosyolojik ve psikolojik alanda aile hayatı üzerine yapılan tahlil ve araştırmalara baktığımızda, en fazla konu edinilen hususun, “Aşk olmazsa olur mu?”, “Aşk biterse evlilik biter mi?” tarzında olduğunu ve bu duyguyu kontrol altına almak için çareler arandığını görüyoruz. En güzel ifade ile Bediüzzaman en güçlü duygu olan şefkati eşlerin birbirine karşı hissetmesinin önemini çare olarak sunmuş oluyor. Eşlerin birbirine şefkatle gösterdikleri o istirahati temin eden hallerin, külfet değil hakikî bir lezzet almaya sebep olduğunu vurguluyor. Yani bir diğer ifadeyle, eşlerin birbiri için yaptıkları her şeyde ‘hizmetin içine ücret saklanmış bir hal’ görüyoruz.

Ve yine Üstadın tavsiyelerine baktığımızda; eşlerin birbirine birer tesellici, birer numune-i imtisal, birbirine taltifte bulunan zeki birer muhatap ve güzel seciyelerin birbirine yansımasında âyine olmalarının aile hayatındaki sıkıntıları hiçe indireceğini de öğreniyoruz.

Eşlerin dikkat etmesi gereken diğer bir husus ise; Risale-i Nur’da “hürmet, şefkat ve sevginin” bir ifadesi olarak zikredilen “tesanüd”ün ifsat komitelerince kırılmaya çalışılmasıdır ki, eşlerin tesanüdlerini muhafaza ettikleri sürece aile hayatları içerisindeki hürmet, şefkat ve sevgiyi korumuş olacakları ve o dayanışma ile huzuru yakalayabilecekleri ortaya çıkıyor.

Sıdk ve sadakat

Risale-i Nur’da iyiliği ve doğruluğu himaye etmek gerekliliğinin altını çizen Bediüzzaman aile hayatında olmazsa olmaz bir diğer hususa da parmak basmış oluyor.

Sıdk ve sadakat. Sıdk ve sadakat denilince, evvela birey olarak edinmemiz gereken mühim bir hasletten bahsetmiş oluyoruz. Peygamber Efendimizin (asm), kendisine “İslâmı bana tarif et, ama öyle bir tarif et ki daha senden başka kimseye sorma ihtiyacı hissetmeyeyim” diyen bir Sahabîye verdiği cevap, “‘Allah’a iman ettim’ de ve sonra da dosdoğru ol!” oluyor. Ve İşârâtü’l-İ’caz’dan ise İslâmiyetin ve imanın esasının sıdk olduğunu öğreniyoruz, hatta bütün kemalâta îsâl edici hâlin sıdk olduğu ifade ediliyor. Peygamberî olan bu haslet, El-Emin olan bir Peygambere ümmet olan bizler için elbette olmazsa olmaz bir değerdir.

Bu meziyeti, bir kul olarak, birey olarak hayatına oturtmuş her kişinin aile hayatındaki konumunda da bu hususun tesiri olacaktır. Bugün uzmanlar aile hayatının temelinde en sarsılmış konunun “güven” olduğuna parmak basıyorsa ve bunun temin edilmesi hususunda güçlükler yaşanıyorsa, çarenin evvela “sıdk ve sadakat” konularını kalbe doğru oturtmaktan geçtiğini anlıyoruz. Bazı kaynakları karıştırdığımızda da bu hususun aile hayatındaki en sancılı konu olduğunu görüyoruz.

Bediüzzaman ise aile saadetinin “emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetile devam edebileceğini söylüyor. Evet, bir aile hayatı kuruldu, ama bunun bir de devamı gerekli. Mütekabil olması gereken olmazsa olmazlarımız ahlâkımızı, ahiretimizi ve aile hayatımızı kurtaracak düsturlarımızdır, diyebiliriz. Bu sadakat konusuna Üstad Hazretleri kendi hayatından da bir örnek verir: “En sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi.”[7] Demek ki sadakatsizliğin insanda netice verdiği duygu bu. O halde aile hayatımızın devamı için olmazsa olmaz olan sıdk ve emniyeti muhafaza etmek adına gayret sarf etmek elzem. “Tahassungâhımız” dediğimiz bir yerden ‘ürkmek’ gelmemesine eşler olarak çalışmalıyız.

Ve hepimizin bildiği meşhur bir söz var:

“Yaşasın sıdk!” der Bediüzzaman. Evet sıdk yaşasın, yaşatalım ve yaşayalım. O yaşadıkça yeis ölecek. Ve muhabbet devam edecek ve şûrâ kuvvet bulacak!

Tam da burada anlıyoruz ki bize lâzım olan bir şey daha var; o da şûrâ, yani meşveret, yani istişare. Aile hayatımızdan eksik etmememiz gereken kıymetli bir husus.

İstişare

İstişare etmek, yine bireyin şahsî hayatında oturtması gereken temel bir mesele iken, aile hayatında da saadete sebep olacak bir husustur diyebiliriz. Bediüzzaman “saadetin anahtarı” diye ifade ediyor istişareyi. Eşler bunu birbirleri arasında oturtabilirse eğer, -ki o da olması gerektiği anlamda bir istişare olmalı, ‘Nasılsa ben onu ikna ederim’e dönen iletişimler değil, kişilerin her birinin o konu hakkındaki fikrini ifade edeceği, halini arz edeceği ve birbirini dikkatle dinleyip müşterek bir karara varabilecekleri sıhhatli iletişim ortamlarını oluşturmak,- saadetin anahtarını elimize almak gibi oluyor. Demek ki istişare edebiliyor olmak, sıkıntılarımızı izale edeceği gibi sıkıntı çıkmasına da mani olan bir hal oluyor.

Yine Üstad’dan aldığımız dersle anlıyoruz ki, eşimizle meşveret ettiğimiz ortamın münakaşaya dönmemesi gerekir ve yaptığımız istişareye ışık tutacak kaynaklarımız olmalı ki meşveretimiz sıhhatini bulsun. Cenab-ı Hakkın razı olacağı haller, nehyettiği haller, Peygamberimizle öğrendiğimiz güzel haller istişare ettiğimiz konulara iştirak etmeli.

Ve yine “Medâr-ı niza’ bir mesele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız. Herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir”[8] der Bediüzzaman. Bu da aile hayatımız için elzem bir tavsiye. Birbirini aynı hale zorlayan veya bunu problem eden eşlerin ortak noktada buluşması zorlaşır ve medar-ı niza haller çoğalır.

Evet, aile hayatındaki saadet ve huzurun temini, bu ‘olmazsa olmaz değerleri’ hayata geçirmekle mümkün.

Gayret ve dua bizden, tevfik Erhamü’r-Râhimîn’den.

 

Nurkan Tezer

tezernurkan@gmail.com

[1] İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 235

[2] Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 207

[3] Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 398

[4] Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 723

[5] Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 207

[6] Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 461

[7] Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 367

[8] Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 141. Mektup, s. 243

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*