Diğer

Babalar yuvalarına dönmeli

Başlığın, iddialı bir başlık olduğunun farkındayım. Hemen bazılarınızın ne demek baba yuvaya dönmeli, baba fıtri olarak zaten dış işlerden sorumludur. Babayı yuvaya döndürmek de ne demek gibi itiraz ve sorular yükselebilir.  Elbet burada bahsetmek istediğim “kadınları yuvalarına dönmesi” gibi bir manadan ziyade uzun zamandır unutulan babalık rolleri noktasında bir farkındalık oluşturmaktır. Mimsiz medeniyet kadınları olması gereken yuvalarından uçurduğu gibi babaları da gelmesi gereken yuvadan uzaklaştırmıştır. Bu yüzden yuva, yuva mahiyetini kaybetmeye başlamış ebeveynini kaybeden yuvalarda çocuklar başıboş kalmıştır.

Aile, sıradan iki kişinin (anne ve babanın) bir araya gelerek yaşadıkları bir mekân değildir. Aile, iki farklı aileden iki farklı insanın, bir araya gelerek yeni bir dünya kurup, büyük bir sorumluluğun altına girdiği bir kurum ve hatta küçük bir devlettir. Bu yüzden içtima-i hayata dair hemen hemen bütün prensipler önce aile de yaşanmalı uygulanmalıdır. Toplumun en küçük birimi olan aile, aynı zamanda küçük bir eğitim yeri olan okuldur. Bu okulun öğrencileri, öncelikle çocuklar olmak üzere tüm aile bireyleridir. Anne baba hem öğrenen ve hem de öğreten ve eğitendir. Bunun için anne babanın çocuk eğitimine hazır olmaları gerekir.

Her ailenin, çocuğun eğitimiyle ilgili mutlaka doğru bilgilere sahip olması şarttır. Bu husus hiçbir şekilde ihmal edilmemelidir. Anne babaların çoğu, ebeveynlerinin kendilerini yetiştirme tarzından şikâyet ederken kendi çocuklarını nasıl yetiştirmek istedikleri konusunda ya fazla fikirleri yoktur ya da bu konuda düşünmeye vakit bulamazlar. Hayatlarını devam ettirirken ebeveynliğin kendiliğinden olacağını zannederler. Bu “pasif ebeveynlik tutumu” bugünün hızla gelişen günümüz dünyasına hazırlıksız yakalanmayı netice verirken ebeveyn ile evladın arasındaki mesafeyi iyice derinleştirmektedir. Ebeveynlik sadece olunan bir şey değil, yapılması gereken bir görevdir. Anne baba olmak, boş zaman olduğunda yapılan basit bir iş olarak değil, aktif bir öncelik olarak, bilinçli bir seçimdir.

Bediüzzaman’ın 23. Söz’de kullandığı bir metafor vardır. Saray örneği üzerinden insanın hakiki terakkisinin ona verilen cihazat ve programların her birinin kendine layık hususi vazifesini yapmakla mümkün olacağını ders verir. Bu dersini de iki saray örneği üzerinden misallendirir. Anlatılan saray metaforunda bazı sarayların kapısında şenlik var gibi bir cazibedarlık olduğunu bazı saraylarda ise daha sönük bir vaziyetten bahseder. Şenlikli görünen sarayın aslında içi boş olduğunu ve saray sakinlerinin vazifelerini yapmamaktan ahlaklarının sukut ettiğinden bahseder. Diğer sarayda ise içerisi çok şenlikli ve saray ehlinin kendi vazifeleri ile meşgul olduğunu ifade eder. Şimdi bu iki saray ve içerisindeki haller saray ehlinin vazifelerini aile hayatı nokta-i nazarından değerlendirdiğimizde sarayın en yukarısında sarayın efendisi padişahla haberleşen ve saray ehlinin istirahatini temin eden ve kemalatı ve tarakkiyatı temin için kendine has ulvi vaziyetlerle iştigal ettiğinden bahseder. Bir alt dairede kadınların latif sanatlarla meşguliyetini ve alt dairede ise kızlar ve çocukların ders okuduğu bir saray örneğini verir ki bu saray müminlerin sarayıdır der. Diğer sarayda ise efendi en aşağı mertebeye inmiş yani has ve ulvi vazifelerini bırakmış kapıdaki it ile oynar. Efendinin vazifesini ihmali ile diğer dairelerdeki vazifelerde ihmal edilir ve herkes aşağı iner kadınlar yabani gençlerle sohbet eder çocuklar ise derslerini bırakıp oyun oynarlar.[1]

Bediüzzaman’ın bu saray örneği adeta bozulmuş veya bozulmakta olan günümüz aile yapısına da işaret eder. Bu metafordan yola çıkarak sarayın efendisi hükmünde olan erkeğin/ babanın mimsiz medeniyetin levhiyatları mesabesindeki it ile oynaması yani saray ehline karşı has ve ulvi vazifelerini ihmal etmesi diğer saray ehlinin de vazifelerini sukut ettiren bir hususiyet arz etmesi dikkatleri çeken bir noktadır.

Neredeyse, tüm toplumlarda, çocuğun eğitiminde babalar, çok uzun dönem unutulmuşlardır. Bu yüzden çocuğun eğitimi ile ilgili kuramlarda genellikle anneler ile ilgili çalışmalar daha fazlayken, babalar hakkında yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır.

Genelde aile ve çocuk eğitimi daha çok annelik rolü üzerinden konuşulur. Fakat son dönemlerde babalık rolü hakkında da konuşmak gerektiği yapılan araştırmaların neticesinde daha bir kesinlik kazanmıştır.

Modernleşmeyle birlikte ev ve iş arasında oluşan uçurum kadını yuvadan çıkarttığı gibi babanın da evden kaybolmasına sebep olmuştur. Birçok çocuk için baba, artık kendisi uyuduktan sonra eve gelen gölge bir varlığa dönüşmüştür. Özellikle erkek çocuklar için baba, erkek kimliğinin oluşmasında çok önemli bir modeldir. Bu modellemenin eksikliği çocuğun cinsel kimliğinde deformelere sebebiyet vermektedir.

Baba çocuk ilişkisi çocuğun ileriki hayatında kendisini daha güçlü ve etkin hissettirecek çok önemli bir faktördür. Özsaygısı düşük babaların çocukları üzerindeki olumsuz etkisi, kendisiyle barışık olmayan annelerin olumsuz etkisinden daha fazladır.

1970’lerden bu zamana kadar İngiltere Kanada, İrlanda gibi ülkelerde yapılan pek çok araştırmada çocuklarının gelişim evrelerinde “orada olan babaların” evlatları, duygularını daha iyi düzenliyor. Daha yüksek eğitimsel ve toplumsal başarı gösteriyor. Babalar, çocuklarının hayal kırıklıklarına tahammül ve işleri kendi başlarına çözmeleri konusunda daha fazla cesaretlendiriyor. Baba sevgisini doyasıya yaşayan çocuklar duygusal açıdan daha istikrarlı, daha özgüvenleri yüksek ve dünyaya daha olumlu bakabildikleri ortaya çıkıyor.

Tam tersi durumlarda yani yok hükmünde olan babaların evlatları ise daha fazla madde kullanmaya, depresyon ve intihara meyilli oluyor.

Ailenin birinci sorumlusu babadır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için bir kısım yetkilere sahiptir. Bu yüzden kavvamiyet (sorumluluk) rolü bizzat Yaratıcı tarafından verilmiş ve bu vazifeye uygun donanımla yaratılmıştır.

Babanın sorumluluğu sadece dünyevî değil, uhrevî bir sorumluluktur. Yani baba, aile fertlerinin hem dünyevi hem de uhrevî saadetlerinden sorumludur. Aslında terbiye, maddî ve manevî her iki ihtiyacın karşılanmasını ifade eder. Babanın bunlardan sorumluluğu, bilhassa Allah’a karşıdır ve son derece ciddî bir sorumluluktur. Pek çok âyet ve hadis bu hususu kesin ifadelerle teşvik etmiştir. Bir âyette şöyle buyrulmuştur:

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun. O ateşin yakıtı insanlar ve taşlardır. Başında ise, Allah’ın emrine karşı gelmeyen ve verilen emri yerine getiren haşin ve şiddetli melekler vardır.”[2]

Bir başka âyet, aile halkına İslâmî terbiye vermeyerek ateşe düşmelerine sebep olan aile reislerini insanların en bedbahtı ve hakikî hüsrana, zarara düşenler olarak ilân etmektedir.

“Siz de ey günahkarlar! Allah’ın dışında dilediğinize kulluk edin. De ki: Gerçekten zarar ve ziyana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini zarara sokanlardır. Dikkat edin, budur apaçık zarar ve ziyan. Onların üzerlerini ateşten örtüler sarar, altlarında da kat kat ateşten tabakalar vardır. Allah kullarının kalbine işte böylece kıyamet korkusu salar. Ey kullarım! Öyleyse yolunuzu benim kitabım vasıtasıyla bulun.[3]

Görüldüğü üzere, bu ve benzeri başka âyetlerde aile reisine terettüp edecek uhrevî bir sorumluluk, en ağır ifadelerle hatırlatılmaktadır. Kişi, İslâm’ı yaşamadığı için kendini hüsrana atmıştır. Terbiyelerini verip İslâmî hayatı yaşatmadığı için ailesini de hüsrana atmıştır. Böylece kendi hüsranını katlayarak gerçek hüsran sahibi olmuştur.

Kişi ailesinden sorumludur. Kıyamet günü çocukları ya şefaatçi olacaktır ya da şikâyetçi. İslâmî terbiyeyi verdiği takdirde, onların sevaplarına aynen iştirak edecek, böylece şefaatlerine mazhar olacak; vermediği takdirde de “Bizim terbiyemizi niye ihmal ettin? Niye ateşe girmemize sebep oldun?” diye şikâyetlerine sebep olacaktır.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de baba-çocuk arasındaki iletişimi de anlatan pek çok Ayet-i Kerîme vardır. Bu Ayetlerde, sorumluluk duygusunun doruğunda olan peygamber babaların, oğullarını nasıl uyardıkları, onları en iyi bir şekilde yetiştirebilmek için nasıl çaba gösterdikleri anlatılır. Bu kıssalar, babalara en güzel misallerdir. Hazret-i İbrahim’in (as) oğluyla, Hazret-i Yakub’un (as) oğullarıyla, Hazret-i Nûh’un (as), Hazret-i Lokman’ın (as) oğluyla aralarındaki münasebetleri anlatan kıssalar, bizlere bu noktadan önemli mesajlar vermektedir. Bugün babaların bu kıssaları ve âyetleri bir bir inceleyerek neticelerine göre bir sorumluluk şuuru geliştirmeleri elzemdir.

Bugünün babası, sadece çalışıp çabalayıp evin nafakasının teminini, yegâne babalık vazifesi sanmamalıdır. Elbette bu da lâzımdır; ev halkının aç ve açıkta olmaması, babaların en öncelikli sorumluluklarındandır. Ancak çocuk terbiyesinde âilevî bütünlük esastır. Bir taraf noksan olunca, o eksiklik çabucak kendini belli edecektir. Terbiyede sadece anne ilgisi tek taraflıdır. Baba tamamlayıcı en temel unsurdur. Terbiyede bütünlük ve denge şarttır. Tek bir tarafa aşırı meyil, hayatın gerçeğine uymadığı gibi, çocukların iç dünyasında da tamiri imkânsız büyük yaralar açabilir. Bediüzzaman bu mesele ilgili olarak ben “şefkat derslerimi annemden, nizam intizam ve hikmet derslerimi babamdan aldım”[4] diyerek terbiyenin hem anne, hem baba ayağını ifade etmiştir.

Dolayısıyla bugün babaların akıllı, şuurlu ve sorumlu davranarak çocuklarıyla güzel bir iletişim içinde olmaları elzemdir. Onları suçlamadan, geniş bir hoşgörüyle ve onların yerine kendisini koyarak çocuklara yaklaşmak ve onlarla ortak bir dil yakalamak gerekmektedir. Babalar; tatlı-sert bir tâkiple, yapıcı ve ibretli anlatımlarla çocukların gönlüne girmelidir. Evlâtlarının ruh dünyasına inme, kalbini fethetme; babaların asıl hedefleri olmalıdır. Bunlar elbette ki kolay şeyler değildir. Büyük bir fedakârlık, gayret, bilgi ve tecrübe ister. Ancak sevgi, duâ, iyi niyet ve gayret ve ihlasla aşılmayacak hiçbir engel yoktur.

Gelişim için temel olarak görülen ebeveynlik becerilerinin annenin yanı sıra babadan da beklenmesi, babalığın niteliğini zenginleştiren unsurlar arasındadır. Bu sorumluluğun sadece anneye yüklenmesi sonucunda çocukların özellikle ergenlik döneminde cinsel kimlik hoşnutsuzluğu ve kimlik bunalımı gibi birtakım sorunlar yaşadığı gözlenmiştir. Bugün pek çok çocuk ilgili problemlerin kaynağında, sadece anne değil ebeveyn yani hem anne hem babanın tutumlarının olduğu görülmektedir.

Günümüzdeki ailelerin de çocuklarla ilgilenme ve onları yetiştirme vazifesi anneye yüklenmiştir. Baba ise, olup bitenleri ya uzaktan izlemekte, ya anne vasıtasıyla işin içine girmekte ya da bu işlerle irtibatını tamamen kesmiş bir şekilde, kendi dünyasıyla meşgul olmaktadır. Bir anne, ne kadar ferasetli, kabiliyetli ve yetişmiş olursa olsun, her hususta, bütün çocukları için yeterli olması, babasını aratmaması veya babanın boşluğunu doldurması düşünülemez.

Hasılı; Rabbimiz, evlatların gönlüne anne eliyle “şefkat”, baba eliyle “nizam intizam ve hikmet” duygularını yerleştirir.  Hikmet ve intizamdan mahrum bir şekilde, sadece şefkat eliyle yetiştirilirse, kendi duracağı sınırları bilemez. Aynı şekilde şefkatten uzak, sadece katı kurallar ve disiplin ile yetişirse, bu sefer de kalbine şefkat ve merhamet girmez. Kısacası, insanın çocukluk devresi ve almış olduğu eğitim tarzı, bütün hayatına tesiri olan çok kıymetli bir devredir. Bilhassa çocukluk devrelerinde bu denge kurulamazsa, ilerleyen yaşlarda daha büyük sıkıntılar baş gösterecektir.

Bütün bu sebeplerle babalar, çocukların eğitiminde daha aktif rol üstlenmeli; gerek erkek ve gerekse kız çocukları için “babalık” vazife ve sorumluluğundan kaçmamalıdır. Anneler, bu hususta asla yalnız bırakılmamalıdır.

Dipnotlar

[1]  Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s.360.

[2] Tahrim Suresi; 6. Ayet.

[3] Zümer Suresi 15-16 Ayetler.

[4] Son Şahitler 4. Cild s.  307 (Muhsin Alev’in hatırası).

Yasemin Yaşar

Harran Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*