Tevazu deyince akla ilk gelen Allah resulü (asm) oluyor. Peygamber Efendimizin (asm) alçak gönüllülüğü, hoş görülü olması, sakinliği, yumuşak huyluluğu kaynaklarda nasıl tarif edilir?
Peygamber Efendimiz (asm) tevazuun zirvesindeydi. Bildiğiniz gibi tevazu insanları yükselten, insanı insan yapan büyük bir değerdir. Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuştur ki: “Tevazu göstereni Allah yükseltir.” Bu güzel haslet alçak gönüllülük diye de Türkçemize girmiştir. Aslında tevazuun bir manâsı da alçalarak yükselmektir. Alçalan yükseliyor, yükselen alçalıyor. Bunun tam tersi olarak da tevazuun karşıtı kibirdir. Kibir ise büyüklenmek ve insanları küçük, kendini büyük görmektir. Oysa tevazuda kendini küçük görmek, kendini alçaltmak, insanları, Allah’ın mahlukatını büyük görmek vardır. Bu çocuk da olabilir, yaşlı da olabilir, genç de olabilir, kadın da erkek de olabilir. Hatta insan olarak iman etmiş olması, olmaması bu bakımdan çok ehemmiyet arz etmez. Mü’min de olabilir kafir de. Tevazu göstermek, bütün insanlığa karşı sünnet olarak, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından teşrih kılmıştır. Peygamber Efendimiz (asm) çocukla çocuklaşıyor, onların seviyesine inerek, onlarla hemhal oluyordu. Mesela bir defasında, küçük kız çocuğunu yolda biraz üzgünce bir şeyler ararken görüyor. Peygamber Efendimiz (asm) yaklaşıyor “Çocuğum ne arıyorsun, sen üzgünsün, neden üzülüyorsun?” diye sorduğu zaman çocuk diyor ki “Babam beni şu kadar dinarla çarşıya gönderdi, şunu alacaktım ama dinarımı yolda kaybettim. Şimdi eve de dönemiyorum babam bana kızacak, beni dövecek diye korkuyorum. Arıyorum bulabilirsem çarşıya gidip alacağım.” Çocuk çok üzülmüş. Allah resulü (asm) “Peki evladım babana karşı sana refakat etmemi ister misin? İstersen gidelim babana durumu anlatalım.”diyor. Çocuk önce tedirgin oluyor sonra Peygamber Efendimiz (asm) ellerinden tutunca, doğru evlerine götürüyor. Peygamber Efendimiz (asm) evlerine gidince çocuğun babasına “Ey falanca” diye sesleniyor. Adam Efendimizin (asm) sesini duyar duymaz sıçrayarak, kapıya doğru geliyor. “Buyur Ya Resululllah, emret evimizi şereflendirdiniz.” diyor. Peygamber Efendimiz de (asm) küçük kızın yolda çok üzülmüş olduğunu, eve dönemediğini, kendisinden korktuğunu, oysa çocuklara çok şefkatli davranılması gerektiği söylüyor ve “çocuğu azarlama, bağırma, dövme çocuktur kaybeder” diye çocuğu babasına teslim ediyor. Adam o günden sonra bu çocuğa o kadar hürmet ediyor ki, “senin vesilenle Peygamber Efendimiz (asm) evimizi şereflendirdi” diye çocuğa olan bakışı değişiyor. Çocuk deyip geçmiyor Peygamber Efendimiz (asm). Onunla birlikte evine kadar gitmesi alabildiğine tevazuun, büyüklüğün, kemalatın bir göstergesi. Tabi ki o çocuğun küçük zihninden Peygamber Efendimizin (asm) bu asil davranışı asla gitmeyecektir. Çocuk hayatı boyunca bu tevazuu kendisine de örnek ve rehber olarak alacaktır. Yine başka bir örnek. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra) Efendimizi (asm) çok severdi. Peygamber Efendimiz (asm) torunlarıyla oyun oynarken bir defasında, Cebrail (as) gelmişti ve karşılıklı oyun oynuyorlar. Peygamber Efendimiz (asm) Hz. Hasan ile eşleşmiş, Hz. Hüseyin’in ise eşi yok. Dışardan gören birisi “Ya Resulullah Hüseyin’in eşi nerede, Hüseyin’i yalnız bırakmışsın” diyor. Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki “Onu eşi Cebrail’dir görmüyorsun” diyor. Yani koca Cebrail (as) kainatın ötesinden geliyor ve Peygamber Efendimize (asm) vahiy getiriyor ve bu esnada orada bulunan 2 çocuk, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile oyun oynamaya başlıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Hem Peygamber Efendimiz (asm), hem Cebrail (as) da aynı tevazuun örneği vardır. Muazzam bir şeydir bu.
Furkan suresi 63. ayet-i kerimede “Rahman’ın has kulları onlardır ki yeryüzünde tevazu ile yürürler.”, “Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında incitmeksizin selam derler geçerler yer “ ya da “İnsanlardan yüz çevirme” , “Yer yüzünde böbürlenerek yürüme” , “Allah kibirleneni , övüneni sevmez” tarzında ilahî emirlerle de bunu emrediyor Cenab-ı Hak öyle değil mi?
Evet doğrudur. Esasen Kur’ân-ı Kerim, kulluğun şanı olarak tevazuu bizim hayatımıza getirmiş. Bunun karşıtı olan böbürlenmek, kibirlenme, büyüklenme, büyüklük taslama gibi davranışları da Cenab-ı Hak asla sevmiyor ve kulunu mütevazi görmek istiyor. Kulunu insanlarla hemhal olmuş, selam veren, insanların derdi ile ilgilenen, insanlara karşı kendini küçük gören olarak görmek istiyor. Allah’a karşı insan esasen bu noktada küçülür ve Allah katında değerini yükseltmiş olur. Kur’ân’da da bu çerçevede zikrettiğiniz gibi ayetler bulunuyor. Çünkü insanlığın şerefidir tevazu, insanlığın asaletini gösterir. İnsan büyüklenmek ile hiçbir yere varamıyor. Secde de namazın içerisine bunu ifade ediyor aslında. Düşünün yani secdede mü’min alnını ve başını yere koyarak Allah’ın önünde bir defa tamamen alçaldığını bilfiil ifade etmiş oluyor.
Efendimizin (asm) çocuklara, torunlarına karşı olan tevazuunu ifade ettiniz. Aile hayatında eşlerine, arkadaşlarına, sahabelerine karşı nasıl davranıyordu Peygamber Efendimiz (asm), tevazuu nasıl şekilleniyordu o ortamlarda?
Aile hayatı diyince, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Sünuhat’ ta zikrettiği bir ölçüyü zikretmeden de geçemeyeceğim. Şöyle ki tevazuu ile vakarı karşılaştırıyor. Vakar aslında büyüklük taslama ya da kibir değil. Vakar ağır başlı olma, bulunduğu yeri, makamı doldurma diye ifade edebiliriz. Ciddiyet ve işini ciddiyetle takip etme ve yapma diye tercüme edebiliriz.Tevazuu da bunun karşılığında merhametli, alabildiğine şefkatli olma, bilhassa aile içinde olarak tarif edebiliriz. Üstad Hazretleri Sünuhat adlı eserinde diyor ki, bir makam sahibinin, mesela kamu hizmeti yapan, müdür ya da şube müdürü ya da amir konumunda bulunan bir kimsenin, makamındaki tevazu zillettir diyor. Oysa ki evindeki hal tevazuu, makamındaki ciddiyeti vakardır, evindeki ciddiyeti ise kibirdir diyor. Yani tevazu, kibir, vakar yerine ve konumuna göre yer değiştirebiliyor. Makam sahibi birisi makamında ciddi olmalı buna kibir diyemezsiniz bu vakardır. Çünkü makamında ciddi olması gerekiyor, elinde ona teslim edilmiş bir çok emanetler var, kasasında devletin teslim ettiği paralar, cihazlar, donanımlar olabilir ki vardır. Devlet adına yürüttüğü, takip ettiği işler vardır. Gayri ciddi olursa bu işleri aksatma ihtimali çok yüksektir. O yüzden makamında ciddi bir şekilde vazifesini yapar, ama evine geldiği zaman evinde zillet içinde olur. Yani evine, çocuklarına karşı gayet merhametli, yumuşak huylu, mütevazi bir duruş ve davranış sergiler. İşte bu mütevaziliktir, buna tevazuu denir. Bir misal aklıma geldi, Cebrail (as) bir gün Hz. Dıhye (ra) suretinde geliyor. Ki Dıhye (ra) fiziki olarak da güzel bir sahabedir. Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz iki küçük çocuk 3-4 yaşlarında. Eve Dıhye geldi zannediyorlar ve Dıhye’nin kucağına oturup ellerini Dıhye’nin ceplerine daldırıyorlar. Peygamber Efendimiz (asm) mütevazi bir şekilde buyuruyor ki “Sizi Dıhye zannettiler. Dıhye eli boş gelmezdi, mutlaka üzerinde bir şeyler olur ve çocuklara bir şeyler verirdi. Dolayısı ile sizi Dıhye zannettikleri için ellerini senin ceplerine attılar” deyince Cebrail (a.s) elini ceplerine atıyor bir gaybi bir şekilde cennetteki cennet yemişlerinden çocuklara ikram ediyor.
Bir melek çocukların seviyesine iniyor yani…
Evet, bir meleğin çocuklar seviyesine tekrar tekrar inmesi, Peygamber Efendimizin (asm) çocukların gönlünü alması bunlar hep tevazu göstergesidir. Her anlatışta titrerim, her anlatışta tüylerim diken diken olur, yine bir defasında Peygamber Efendimiz (asm) namaz kıldıracaktır. Cemaatin önüne imam olarak geçer ve mübarek omzunda Hz. Zeyneb vardır. Yani Hz. Zeyneb’i yere indirmeyi düşünmeden, o namazı kıldırır. Çocuklara karşı işte bu kadar mütevazidir. Böyle bir yürek düşünebiliyor musunuz? Namaz kılacaktır ve omzunda Hz. Zeyneb vardır, rükuda, secdede hep omzundadır. Hatta bu yüzden secdeden biraz geç kalkıyor, sahabe acaba vahiy mi geliyor neden Peygamber Efendimiz (asm) secdede gecikti diye secdeyi de bozacak hale geliyor. Sonra Peygamber Efendimiz (asm) secdeden doğruluyor, tekrar secde yapıp namazı bitirince buyuruyor ki, “Gördüğünüz gibi omzumda Zeyneb vardı, o düşer diye, onu incitmemek için secdemi uzattım, o esnada da secde ile alakalı dua ettim.” buyuruyor. Ve “Çocuklarınıza karşı nazik olun, mütevazi olun, çocukları sevin, çocuk sevgisi cennet sevgisidir, çocuk kokusu cennet kokusudur.” buyuruyor.
Çok ilginçtir, sahabelerden bir tanesi Peygamber Efendimiz’i (asm) gördüğünde heybeti karşısında titremeye başlıyor, Peygamber Efendimiz de (asm) “Korkma ben de senin gibi Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” diyor. Bu nasıl güzel bir iletişim dilidir, bunların aslında iletişim uzmanlarınca da tahlil edilmesi gerekiyor…
Her birisi muhteşem örnekler. Yine bir defasında Peygamber Efendimiz (asm) et yemeği yiyor, elinde kemik vardır. Mübarek dişleri ile kemikteki eti yemektedir. Onu oradan geçen, arsız bir kadın -ki kaynaklarda böyle geçiyor- Peygamberimize (asm) takılıyor “Bak bak şuna bak bir de peygamber olacak. Eline almış kemiği, bir kulun, kölenin yiyişi gibi kemik yiyor.” diyor ve peygamberimizi (asm) kınıyor. Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki “Evet, benden daha kul, bir kul mu var?” Benden daha kul, bir kul mu var? Yani tevazu noktasında baktığımızda diğer insanlarla eşit saymakta kendisini. Akabinde kadın, “Yiyorsun da bana vermiyorsun” diyor ve “Buyur” diye ikram ediyor Efendimiz (asm). “Hayır senin ağzındakini yiyeceğim” diyor kadın. Allah resulü de (asm) mübarek ağzındakini veriyor kadına. Kaynaklara aynen geçen ifade bu Risale-i Nur’ da da geçiyor, kadın bu eti yedikten sonra en edepli, en hayalı, en güzel cümleleri kuran bir kadın haline geliyor. Az önce de ifade ettiğiniz olayda da anlatıldığı gibi insanlarda saraylarda oturan, insanları titreten, haşmetinden yerin dibine sokan bir resim görme alışkanlığı var. Oysa bir peygamberdir bu, insanlarla birlikte olduğunu hisseden, bunu hissettiren ve insanlarla beraber oturup yemek yiyen, aynı halka içerisinde bulunan kendisine hususi bir saygı istemeyen bir duruşa sahip bir peygamber. İşte ümmetinden de böyle bir duruş istiyor Peygamber Efendimiz (asm).
Bu noktada son olarak söyleyeceğiniz bir şeyler var mı?
Peygamber Efendimizin (asm) asrımızda ki yansıması olarak Risale-i Nur’u burada zikredebiliriz. Bu yansımada Üstad Hazretleri kendisini şahıs olarak ve kişi olarak bu hizmetin o kadar dışında tutmak istiyor ki, mesela “Said yoktur, Said çürümüştür, ben sizin bir ders arkadaşınızım, beni bir şeyh, bir mürşid olarak görmeyin.” tarzındaki ifadeleri insanın tüylerini ürpertiyor. “Benim de bir reyim vardır, ben ders arkadaşınızım.” diye o kadar ısrarla ifade ediyor ki Üstad Hazretleri, kendi talebelerine karşı bu hizmetin, bir şahsı manevi hizmeti olduğunu ısrarla ifade ediyor. Hakikaten tevazu bir insanlık dili aslında. Tevazudan anlamayan hiçbir insan yoktur. Kafir de olsa siz mütevazi olsanız kafiri kazanırsınız. Kibirli olursanız kafir o kibir dilini anlar ve uzaklaşır. Kibir bir uzaklaştırma dilidir, tevazu ise insanları yaklaştırma, ısındırma dilidir ve insanlara ulaşmanın en güzel yoludur.