Psikolog ve Sosyolog Hatice Çizmecioğlu yaşlılığı, yaşlılığın psikolojisini konuştuk.
Çocukluk, ergenlik gibi, yaşlılık da hayatın ayrı bir dönemi. Psikolojisi de farklı oluyor. Yaşlılık psikolojisi nedir? diye sohbetimize başlayalım dilerseniz.
Tam da sizin söylediğiniz gibi aslında. Hem fizyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi pek çok konuyu içeren, geniş bir yelpaze aslında yaşlılık psikolojisi. Zaten Geriatri ve Gerontoloji dediğimiz bilim alanı içerisinde, yaşlıların hem fiziksel, hem ruhsal durumlarıyla ilgileniyoruz. Yaşlılık psikolojisi denilince en geniş haliyle fiziksel kayıpların yanı sıra bilişsel kayıp dediğimiz; algı, problem çözme gibi konularda kişinin eskisine göre yavaş yavaş kaybettiği beceriler ve kişilik özelliklerinin de etkisiyle bunlara dair yaşadığı kaygılar, sıkıntılar, çevrenin getirdiği yaşlılığa dair tabular anlaşılabilir.
İşin sosyal kısmı, psikolojik olan kısmını çok büyük derecede etkiliyor. Yani ne demek istiyorum; özellikle sanayi öncesi dönemde, bilginin kaynağı insandı. Dolayısıyla insanlar aslında yaşlandıkça toplumda birazcık daha bilgeleşmeye, ustalaşmaya ve arkasından gelen insanları çırak olarak yetiştirme noktasına geçebiliyorlardı. Ama maalesef biz, bunlar bakımından biraz daha şanssız bir dönemde yaşıyoruz. İnsanların yaşlandıkça emeklilikle ve dolayısıyla da emekliliğin taşıdığı bir anlamla yüzleşiyor. Yani bu ne demek; “sen artık üretimden, tüketim kısmına geçtin.” Maalesef tırnak içinde söylüyorum belki de tabiri caizse “ölümü beklediğin” bir dönemdesin. Aslında toplumsal olarak da duygusal olarak da bu mesaj sistematik olarak insanlara verilmiş oluyor. Dolayısıyla yaşlılık psikolojisi aslında kişinin yaşının ötesinde kendisini “artık ben üretmiyorum, hayatı seyrediyorum, pasifim, hiç bir şey yapmıyorum” hissini yaşadığı bir durum diye özetleyebiliriz. Yaşlılık da aslında daha çok bu psikolojiyle ilgili olan bir hal.
Kişinin algısıyla, kendini nasıl gördüğüyle alakalı bir durum yani.
Evet. Yaşlılıkla ilgili literatüre baktığımız zaman aslında kronolojik yani bedensel yaşın ötesinde olduğunu görüyoruz. Yani yaşlılık 60, 80, 90 yaş mı? Hayır, bunun ötesinde bir şey. Kişinin genel kişilik özellikleri, nasıl bir hayat geçirdiği, hayatı genel olarak nasıl algıladığı ve etrafında bulunduğu çevreye göre bu yaş değişebiliyor. Yani sosyal ortam ona yaşlanmayla ilgili ne şekilde yaklaşıyor? “Evet sen artık bize yol ver, çekil” mi diyor? Yoksa Mimar Sinan’ın Selimiye örneğinde olduğu gibi “Sen şu anda mesleğinin üretkenliğinin en zirvesindesin, en olgun, güzel eserleri verebilirsin” beklentisinde mi? İşte bunlarla çok ilişkili, yaşlılık psikolojisi.
Bu döneme hazırlanmak gerekiyor değil mi Hatice Hanım?
Ben yaşlı danışanlarımla çalışırken onu fark ediyorum. Onlara nazaran daha genç biri olarak, onlarla iletişim kurup destek olurken kaliteli yaşlanmayı da onlar vesilesiyle öğreniyorsunuz. Bu çok güzel bir tecrübe. Bireysel olarak yaşlanmaya yönelik neler yapabiliriz? diyecek olursak, ben işin içinde olan biri olarak, özellikle son birkaç yıldır çok yoğun bir şekilde bakım evlerinde konaklayan yaşlılarla tanışıyorum. Orada kronik rahatsızlıkları olan ve yatağa bağımlı olan yaşlılarımız var. Onlarla çalışırken, aileleriyle de çalışma imkanım oluyor. Dolayısıyla hem ruhsal olarak, hem de herkes gibi yaşlanmaya doğru giden bir insan olarak bu konuda “Ne yapabilirim?” diye bir farkındalığım oluşmaya başladı. Açıkçası ilk başta hayatın o kısmını, bazı şeyleri kaybettiklerini görmek karamsarlık duygusu uyandırabilir. Ama bu aslında çok da gerçekçi bir hayat felsefesine doğru bizi yaklaştırır. Evet, doğduğumuz andan itibaren hepimiz yaşlanmaya programlı bir şekilde gidiyoruz. Sadece belki bunu reddetmek istiyoruz. Çünkü bizim en temel arzumuz hayatta kalmak, yaşamaya devam etmek. Dolayısıyla da ölümü ve kaybetmeyi reddetme eğiliminde oluruz hep. Psikolojik olarak en temel kaygılarımızdan bir tanesidir bu. Ama aslında temelde daha akıllıca ve daha yatırım içeren bağlar, ilişkiler kurmamızı da engelleyen bir bakış açısıdır. Çünkü hiç ölmeyecekmişiz gibi bir bakış açısına ulaşmayı da sağlar bu. Biraz ağzımızın tadı kaçsa bile dinimizde de vardır ya kabir ziyareti, hasta ziyareti yapmak işte o zamanlarda daha gerçekçi bir bakış açısı yakalıyorsunuz, “Evet, kaybediyorum ve kaybetmek kaçınılmaz olan bir şey” diyorsunuz. Fiziksel, ruhsal ve bazı bilişsel yeteneklerimizi kaybettiğimizde “Beni hayatta ne tutacak?” noktasından baktığımızda, günlük hayatta sığ değil de derin ilişkileri tercih ediyor, mânâ içeren hedefleri önünüze koymaya başlıyorsun. Yani hırslı, ihtiraslı bir hayat yerine daha derinlikli, anlam yüklü bir şeyler programlamak gerektiğini gençlik yıllarında görmeye başlıyorsunuz. Dolayısıyla da daha gençlik yıllarında, yaşlılık için, şu anda yatırımımızı yapmış oluyoruz. Yaşlandığımız zaman bambaşka bir insan çıkmayacak bizden. Kendi kişilik özelliklerimizin belki daha sivrilmiş tarafları çıkacak. Kendimize yönelik psikolojik olarak ne kadar çalışabilirsek, yaşlılığımızda da daha iç huzuru olan ilişkilerimiz olacak, daha az çatışan bir insana dönüşeceğiz. Kendi kişilik özelliklerimizde bizi yıpratan ya da çatışma yaşadığımız taraflar yaşlılıkta daha zirve noktasında ulaşabilir. Sosyal baskıyla belki maskeledikleriniz, kontrol altında tuttuklarınız, yaşlılık döneminde ön kontrol mekanizmasının biraz daha devre dışı kalmasıyla daha fazla sıkıntı yaşatabilecek. Bunun için gençlik yıllarından bu hazırlığa başlamak daha doğru. Yaşlılarla çalışırken şunu da fark ediyorum, fiziksel yaşlanma, psikolojik yaşlanmayla beraber başlıyor. Yani kişi kendine “Ben artık yaşlandım, bir kenarda durayım” dediği andan itibaren, vücut da bu komuta çok rahat bir şekilde uyum sağlıyor ve sistemde bozulmalar başlıyor. Dolayısıyla da kişinin hayatı bırakmaması, hayata asılması, bir hayat felsefesi edinmesi, sürekli yenilenen, onu ayakta tutacak hedeflerle hayatını idame ettirmesi onu üretken kılıyor.
Neofobi-Yenilik korkusu
Yaşlılıkta ortaya çıkan en temel şeylerden bir tanesi de “Neofobi-Yenilik korkusu” oluyor. Özellikle kuşaklar arasındaki farklılıklar, teknolojik değişiklikler, eski kuşakların kendine has jargonundan uzak kalması, yaşlı kişilerde, genç kuşaklardan bir kopma yaşatabiliyorlar. Bunlar için yaşlıya vereceğiniz destek ve kendimizi de yaşlılığa hazırlama noktasında yapabileceklerimiz olabilir. Özellikle “yeniliği kabullenme” daha gençken psikolojik olarak üzerinde çalışılması gereken bir konu. Genel olarak tahammülsüzsek ya da yeni bir şeyi kabulde zorlanıyorsak, hele ki bu özelliğe gençlikte de sahipsek, yaşlılıkta bu sıkıntıyı yaşayabilme ihtimalimiz çok yüksek. Şu anki yaşantımızda yeni bir şeyi kabulde, adapte olmakta, uyum sağlamakta zorlanıyorsak yaşlanmada bununla ilgili sıkıntı çekebilmemiz muhtemel olduğu için bu konuda kendimizi psikolojik olarak hazırlamamız, gerekirse destek almamız gerekiyor. Bununla beraber, yaşlılık, tek başına bireyin yaşadığı bir konu değil, işin sosyal boyutu da var demiştik. Aslında bu hemen hemen her ailenin yaşadığı bir konu. Ailede yaşlı birey varken, diğer aile bireyleri de bundan etkilenebiliyor. Özellikle yaşlının bakımını üstlenen kişilerin iş, evlilik, aile hayatı bu konudan etkilenebiliyor. Bizim toplumumuzda yaşlıya bakma noktasında bazen bir tarafın fazla yük alması söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla böyle durumlarda da yaşlılık aslında bir aile konusu haline dönüşebiliyor.
Bu noktada kız çocuklarının şefkat cihetiyle, anne babayla daha hemhal olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?
Evet çalıştığım ailelerde de gördüğüm, kız evlattan yana daha fazla beklenti içerisine girildiği. Biraz toplumsal cinsiyet ve roller noktasında böyle bir durum söz konusu oluyor. Burada hassas olunması gereken nokta şu aslında. Bir taraf fazla yük aldığında yaşlının bakımı krize de dönüşebiliyor. Bir tarafın fazla yük aldığı durumlarda, o tarafta belli bir zaman sonra bir tükenme durumu söz konusu olabiliyor. Bu da tabi Allah ömür versin, o yaşlının kaybından sonra bir de aile içerisinde onarılmayacak çözülmelere neden olabiliyor özellikle kardeşler arasında. Bunun için özelikle yaşlının bakımı söz konusu olan ailelere, bakacak olan kişiler arasında adaletli bir şekilde maddi-manevi görev paylaşımı yapılması gerektiğini tavsiye ediyorum.
Herhalde merhametli çocuklar, gençler yetiştirmek lazım ki zor zamanlarımızda bizim yanımızda olabilsinler.
Gerçekten öyle. Çünkü gençlik yıllarımızda merhamet duygumuz, anne ve baba olarak bebeğe yönelik oluyor, yaşlılıkta da tam tersi akışın olduğu bir süreç yaşanıyor. Dolayısıyla da öyle bir şey ki bu çocuğumuza şefkat verdiğimiz ölçüde, bize geri dönüşü de şefkat oluyor. Bu derin tohumlar, o şefkatle örülmüş olan ilişki, daha anne karnındayken başlıyor aslında. Anne baba en zor şartlarda bile, artık yaşlılıktan ayağa kalkacak hali yok, gözü görmüyor, fiziksel bir bağ kuramıyor belki, ama aradaki o bağın, fiziksel olarak yanında olmayla bir ilgisi yok. Onun ötesinde manevi, kuvvetli bağ olmuş oluyor. Dolayısıyla da hiçbir koşul o bağa zarar veremiyor. Bakımevleri çok büyük bir ihtiyaç olmakla beraber Avrupa toplumlarında olduğu gibi burada faaliyet yapamıyorlar. Çünkü biz yine de yaşlımıza bizzat bakmayı, anne babamızın yanında olmayı tercih eden bir toplumuz. Bu güzel taraflarımız hâlâ yoğun bir şekilde çok şükür ki devam ediyor.
Elhamdülillah.. Son olarak söylemek istedikleriniz varsa alalım Hatice Hanım.
Yaşlılık, Allah ömür verirse kaçınılmaz bir süreç. Ama yaşlılığı zor kılan yaşadığımız çağdaki yaşlılığa dair kalıp yargılar. Onların üzerine biyolojik, sosyolojik, psikolojik değişimler ve kayıplar da eklenince aslında yaşlılık zor hale geliyor. Yaşlılık dediğimiz hadise aslında kaç yaşında olursak olalım, artık hayatı bir kenarda seyreder durumda olduğumuzu kabul ettiğimiz anda başlıyor. Halbuki yaşlanma, durma, duraksama, üretmeyi bırakma dinimizde de kabul edilebilen bir şey değil. Emeklilik kavramı çok modern bir kavram. Evet olması güzel, ama “emeklilik” kavramını kafamıza bir etiket olarak koyduğumuz zaman, üretkenliğimizi, aşağıya çekmiş oluyoruz. Halbuki bir insan üretebildiği, son nefesine kadar yapabileceğini yaptığı ölçüde, insan olduğunu, yaşadığını, hayat verdiğini, hayat bulduğunu hissetmeye başlıyor. Dolayısıyla yaşlanmak, yaşlılık bizim yüklediğimiz anlamla şekillenen bir kavram. O zaman duygularımıza, hislerimize, meyillerimize bu noktada dikkat etmek, en güzel şekilde hazırlanmaya gayret etmek gerekiyor.