“İman gözlüğü her şeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nurâni bir gözlüktür.”1 Kişi hayatı boyunca kendi tercihi ile takmış olduğu gözlük ile mahlûkata nazar eder, ahvallerini seyre dalar. İman ile nazar ederse mahlûkatın ya da olayların hikmetini idrak eder, teselli bularak sürura ve inşiraha kavuşur. İman gözlüğü takmanın insana ferah ve huzur verdiğine dair sayısız örnekler vardır. Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatına baktığımızda bunun örneklerine şahit olmaktayız. Van’da yapmış olduğu tefekkürüne bir göz atalım:
Said Nursi, İhtiyarlar Risalesi On Üçüncü Rica’2 da sergüzeşt-i hayatımın mühim bir levhasından bahsedeceğim diyerek başlar tefekkürünü bizlerle paylaşmaya…
Van’da Horhor ismi verilen medresesinin ziyaretine gittiği zaman, Van hanelerinin ve kendi medresesinin Rus istilasında Ermeniler tarafından yakıldığını görür. Bu manzara karşısında hayalen o medresedeki hakiki dostlarını, kardeşlerini, enis talebelerini düşünür. Bir kısmının hakikî şehid, bir kısmının da manevî şehid olduğunu görür. Ağlamaktan kendimi tutamadım diyerek hayâl yolculuğuna devam eder. İstila edilmiş mekânlara tekrar göz atarak Van hanelerindeki adamlar ile dost ve ahbap olduğu günleri tahattur eder. Bu hâl karşısında “O kadar rikkatime dokundu ki, binler gözüm olsaydı, beraber ağlayacaktı” der. En ziyade insanı öldüren, ahbaptan müfarakattır, hiçbir şey beni o vaziyet kadar yandırmamış, ağlatmamış ifadelerini kullanır.
Müfarakat içerikli bu durum karşısında Said Nursi Kur’ân’dan ve imandan gelen medetten bahseder. Müsbet bakış açısı kazanmak ve iman gözlüğü takmanın ehemmiyetli olduğunu bizlere ders verir. İmtihanımızın şiddetlendiği bir anda bizler kimlerden ve nelerden medet bekliyoruz? Olayların mecraını değiştiren nokta tam olarak burada başlar. Medet beklediğimiz Kur’ân ve iman ise, hakikatleri görebilmemiz için perdeler bir bir açılır, sabır ve tevekkül baş gösterir. Lâkin medet beklediğimiz Kur’ân ve iman harici bir şeyler ise, teselliye ulaşamadan sabırsızlık ve isyan baş gösterir. Said Nursi içinde bulunmuş olduğu hâl karşısında Kur’ân’dan ve imandan gelen medet ile nasıl teselli bulmuş, tefekkür yolculuğuna devam edelim…
Görmüş olduğu harabezarâ manzara karşısında dünyanın tam fâni olduğu ve insanların da bu fani dünyada misafireten bulunduğu dersini çıkarır. Vatanımdaki bu gurbete dayanamayacağım ya ben de dostlarımın yanına yani kabre gitmeliyim ya da dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada beklemeliyim diye düşünür. Dünyayı boş, hâli, başına yıkılacak bir vaziyette gördüğünde ve ruhu ise hadsiz belalara bir nokta-i istinad, ebede kadar uzanan hadsiz arzularını tatmin edecek bir nokta-i istimdat ararken, teselli beklerken Kur’ân’ın ayeti kendisine medet verir;
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. O’nun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Dirilten de O’dur, öldüren de. O her şeye hakkıyla kâdirdir.”3
O rikkatli hayalden bu medet ile kurtulur ve gözünü açar, nazarını çevirir. Meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda görür ve kulak verir, “Bize de dikkat et; yalnız harabezara bakıp durma.” dediklerini işitir. Bu ayetin hakikati ile, imanın feyziyle öyle bir nokta-i istinad ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyade korkunç, zararlı musibetlere karşı gelebilir bir kuvveti iman-ı billahtan verdi diyerek ayetten aldığı teselliyi ifade eder:
“Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâliki Hakikisinin emrine her şey musahhardır. Her şeyin dizgini O’nun elindedir. O’na intisabın yeter.”
Bu ayetten medet ile düşman suretini alan bütün şeyler düşmanlıklarını terk eder, ağlattıran hazin haller neşelendirmeye başlar. Bu ayet medresesi, talebeleri ve şehirdeki dostları için ağlamak vaziyetini aydınlatarak, ahbabının gittikleri âlemin karanlıklı olmadığını, yalnız mekân değişikliği yaptıklarını, yine görüşeceklerini ihtar eder. Ağlamayı tamamen kestirerek, dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek olanları bulmasını ifham ettirir. Ve daha bunun gibi nice manâları hatırlattırır. Bediüzzaman Said Nursi ise imana intisabı cihetiyle kendisine verilmiş olan bu bakış açısı için “İman nurundan dolayı Allah’a hamd olsun” diyerek hamd eder.
Bizler de olaylara iman gözlüğünü takıp nazar edersek zahiren zulmetli görünen olaylar izale olur ve karanlıklar aydınlığa çıkar. Çünkü iman gözlüğü her şeyi güzel gösteren nuranî bir gözlüktür. Dayanacağımız ve medet bekleyeceğimiz nokta yalnızca Allah’a iman olmalıdır. Allah’a dayanırsak ve yalnızca O’ndan medet beklersek insanın kalbi, ruhu zevkleri ve lezzetleri hisseder, teselli bulur, vicdanı rahat eder ve olaylar hamdi intaç eder.
“Hamd Allah’tan gelir, Allah ile kaimdir, Allah için ve Onun vücudu sebebiyledir. Dünyanın başlangıcından hilkatin âhirine kadar bütün zerrât-ı kâinatın, ezelden ebede bütün zamanlardaki dakikaların âşireleriyle darbı adedince, Allah’a hamd olsun. ‘Elhamdülillah’ ni’meti için dahi, nâmütenâhi bir devir ve tesellül ile Allah’a hamd olsun.”4
Dipnotlar: 1. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar 2. Age 3. Hadid Sûresi/ 1-2. 4. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar