Bediüzzaman’ın “Elli beş yıllık gaye-i hayalim ve tam elli beş senedir Risâle-i Nur’un hakâikına çalıştığım gibi ona da çalışmışım” şeklinde ifade ettiği Medresetü’z-Zehra projesi çok geniş mânâ ve hakikatlerle doludur.
Fen ilimleri ile din ilimlerini mezc ve derc ederek, külliye şeklinde tasarladığı bu eğitim projesi için hayatının her safhasında durmadan çalışmıştır.
“Medresetü’z-Zehra” projesinin mahiyetine geçmeden önce Osmanlı’da mektep, medrese, tekke ve zaviyelerin son durumlarına kısaca değinelim.
Osmanlı’da eğitimin son durumu
Osmanlı Devleti’nin 16. Yüzyıl sonlarına kadar iyi durumda olan medrese eğitimi bu tarihten sonra bozulmaya ve etkinliğini kaybetmeye başladı. Tanzimat sonrasında uygulanan reformlar ise tam anlamıyla düzelme sağlamadı. İlgi, açılan Avrupaî Mekteplere kaydı. Bu mektepler daha çok memur yetiştirmeye odaklıydı. Medreselerin iyileşmesi için yapılan teşebbüsler malî ve idarî hâllerden öteye geçemedi.
Ayrıca mektep, medrese, tekke ve zaviyelerin kendi aralarında da fikir ve meşrep ayrılığına düştüğü görülmekteydi. Medrese, mektebi iman zayıflığı ile itham ederken; mektep de medreseyi fen ilimlerini bilmeme, yani cehaletle itham ediyordu. Ve medrese, tekkeyi zikir hâli sırasındaki bazı mübah a’mal ve hareketlerine bid’at diyordu.
Bediüzzaman ise çare olarak;
Mektepte ulûm-i diniyeyi bihakkın okutmak,
Medresede lüzumsuz hikmet-i atîkaya bedel, lüzum-u lâzime-i cedide tahsil olunmalı,
Tekkelerde mütebahhirûn ulema bulundurmak gerektiğini söyler.
Netice olarak da şunları kaydeder. “Şuubat-ı selâse yek-aheng-i terakki olarak kat-ı meratip etmek kaviyyen me’muldür.”
Medreselerin bozulma sebeplerini maddeleyecek olursak:
* İlmi pâyelerin hak etmeyen kişilere verilmesi (üst seviyedeki ilim adamlarının çocuklarına hak etmedikleri ilmî pâyeler vermeleri gibi)
*İlmin izzetinin korunamaması (ağa ve paşaların emri altında olmaları)
*Medresede ders verenlerin cehaleti
*Cehalet ve fazlın birbirine karışması, insanlar tarafından ayırt edilememesi
*Medreselerde ilmî hürriyetin kalkması
İltimas ve siyasetin karışmaya başlaması
*Siyasi düşüncelerin aktifleşmesi
*Mekteplilere karşı olarak, aklî ve nispet ilimlerin (fen ilimlerinin) müfredattan çıkarılması
*Medrese vizyonunun değişmesi; insanlığa faydalı, düşünen ve üreten kişiler yetiştirmek yerine sadece devlete memur yetiştiren kurum hâline gelmesi
*Müderris (profesör) ya da muid (asistan) olabilmek için ehliyet, ilim ve iktidar gerekirken; ilmî yetkinin arka plâna atılarak iltimasın ön plâna çıkarılması
*Avrupa’da başlayan ilmî, fikrî ve teknik alanlardaki gelişmeler karşısında medreselerin yetersiz kalmaları ve yeni gelişmelere karşı olumsuz tutum sergilemeleri
*Ehil olmayanların ilim sınıfına dâhil olması sonucunda müstebid ilim adamlarının ortaya çıkması
*Yazılan eserlerin, teliften çok eskilerin şerh ve açıklamaları mahiyetinde olması
*İlmi düşünceden uzaklaşılması
*Medrese öğrencileri arasında disiplinin bozulması
*Medreselilere askerlikten muafiyet sağlayacak olan imtihan usulünün kaldırılması. Bu durum medreselerdeki öğretim seviyesini düşürmüş ve medreselerin asker kaçaklarıyla dolmasına yol açmıştır.
*Medreselerde öğretim metodunun açık ve net olmaması. Bu hususta her müderris kendi başına bırakılmıştı. Zaten çoğu müderrisin de “müderrislik” vasfı yoktu. Hiç maaş ve ödenek almayıp, diğer işlerinden boş kalan zamanlarında bu işi “meccanen” yapan müderrisler, mevcudun büyük kısmını meydanda getiriyordu.
*Medreselerin gelir kaynakları olan vakıfların kısmen Maarif Nezaretine, kısmen de başka ellere geçmesi, netice olarak medreselerin maddi ve ekonomik açıdan sıkıntı çekmeleri
*Medreselerin eğitim verdikleri binaların eskimesi ve medreselerde öğrencilerin kullanabilecekleri yeterli araç ve gereçlerin bulunmaması
*Ulema sınıfının ihmal edilmesi, nüfuzundan korkulan ulemanın tesirinin kırılmaya çalışılması
*Din ilimlerinin önemli branşı olan “tefsir” ve “ hadis” ilimlerinin okutulmaması. (Gramer, mantık, belagat gibi ilimlere ağırlık verilip; ulum-u âliye-i İlâhiye denilen hadis, tefsir, fıkıh gibi ilimler ihmal edilmiştir.)
*Âlimler ve talebeler libas-ı mânâ hükmünde olan Arapça dilinin kelimeleriyle uğraşmışlar, “asıl maksut olan ilim” ise ikinci üçüncü plânda kalmıştır. Okunulan bu ilimler talebenin bütün zamanını aldığı gibi, zihninin ve fikrinin bunlarla meşgul olmasına sebep olmuş, talebeler başka şey düşünemez hâle gelmişlerdir.
*Medreselerde okuyan ya da çalışan ilim ehlinin yetenekli olmadıkları bilim dallarında çalışmaları, toplum içinde üstünlük sağlamak veya hükmetmek gibi duygularını tatmin için ilim öğrenmeleri; ilmi bu ve benzeri maksatlar için alet ettiklerini göstermektedir.
Yeni bir çözüm: Medresetü’z-Zehra
Yukarıda bahsettiğimiz medreselerin bu hâlini bizzat müşahede eden Bediüzzaman “Vilayet-i Şarkiye ve ulemasının istikbâli” ancak maarifle olacağını ve bunun yolu da medreseden geçtiğini söylemektedir. Ve medrese projesine diğer bir sâik de gazetede İngiliz Müstemlekat Nazırının konferansta söylediği sözleri gazetede okumasıdır.
Medresetü’z-Zehra projesi için Bediüzzaman İstanbul’a gelmiş ve ,projesini anlatmak için Sultan Abdülhamit ile görüşmek istemişti. Maalesef ki Sultan Abdülhamit ile görüştürülmemiştir. Ve projesinin mâhiyetini padişaha anlatamadığı gibi anlaşılmaması nedeniyle tımarhane ve hapishaneye atılmıştır. Bu yerleri “mektep” olarak isimlendiren Bediüzzaman “İki Mekteb-i Musibet Şahadetnamesi yahut Divan-ı Harbî Örfî” adlı eserlerini kaleme almıştır. Bu eserinde hürriyeti, meşvereti, meşrutiyeti ve eğitim projesi olan Medresetü’z-Zehra’yı detaylı bir şekilde ifade etmiştir.
“Ben vilâyât-ı şarkiyede aşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrâsı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ulemâ-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin. Zira, o vilâyatta nim-bedevî vatandaşların zimâm-ı ihtiyarı, ulema elindedir. Ve o saik ile Dersaadete geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte-şimdi münkasim olmuş, şiddetlenmiş olan-istibdatlar, merhum Sultan-ı mahlûa isnad edildiği halde, onun Zaptiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hatâ ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatimi terk ettim.”1
Daha sonra Van’a dönmüş ve oradaki halkın sorularını cevaplandırmasından oluşan “Münazarat” eserini yazmıştır. Münazarat eserinde de ilk önce yine meşrutiyeti, meşrutiyet-i meşruayı, hürriyeti, meşvereti anlattıktan sonra hükümeti muhatap alarak Medresetü’z-Zehra projesini detaylı bir şekilde anlatmıştır. Şimdi projenin adım adım içeriğine bakalım.
1.a) Medresetü’z-Zehra’nın yeri
Vilayet-i şarkiyenin merkezinde Bitlis ve iki cenahlı olan Van ve Diyarbakır’da kurulmasını istemiştir. Afrika’daki Camiü’l-Ezher gibi Asya’da “Hem İran, hem Arabistan, hem Mısır ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu’nun merkezinde bir kalp hükmündedir. Ve hem bir Camiü’l-Ezher, bir Medresetü’z-Zehra’dır.”2 Bu şekilde tüm âlem-i İslâm’a hitap edecektir.
1.b) Medresetü’z-Zehra’nın ismi
Emirdağ Lahikası’nda Bediüzzaman Medresetü’z-Zehra için “Medresetü’z-Zehra manasında, Cami’ül-Ezher üslûbunda bir darülfünun hükmünde, hem mektep hem medrese olarak üniversite için tam elli beş senedir Risâle-i Nur hakâikına çalıştığım gibi ona da çalışmışım.” demiştir.
“Medrese” ismi toplum tarafından kabul görmüş bir isimdir. Ayrıca “şevkengiz” ve “cazibedar” itibarı olduğu kabul edilmektedir. El-Ezher’in kız kardeşi olarak gördüğü bu medreseye “Zehra” ismini vermiştir.
Medresetü’z-Zehra bir tane olmayıp çoğalabilir özelliğe de sahiptir.
1.c) Medresetü’z-Zehra’nın dili
Bediüzzaman “Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lazım” diyerek medresenin üç dilde eğitim vereceğini belirtmiştir. Kürtçeyi mahalli dil, Arapçayı ilim ve iletişim dili, Türkçeyi de resmî ve siyasî dil olarak kabul etmiştir.
1.d) Medresetü’z-Zehra’nın mâli kaynakları
*Bölge halkının hamiyet ve gayreti “Şu medrese, çekirdek gibi bilkuvve bir şecere-i tubâyı tazammun ediyor. Eğer hamiyet ve gayretle yeşillense, tabiatıyla maddi hayatını cezb ile sizin kuru kesenizden istiğna edecektir.”3
*Vakıflar, zekâtlar (hatta zekâtın zekâtı da olsa kâfidir), adaklar, sadakalar ve diğer bağışlar.
1.e) Müderrislerin özellikleri
Bu medresede görev yapacak müderrislerin,
*Zülcenaheyn olması (yani dinî ve fennî ilimlere sahip olması)
*Mahalli dil Kürtçeye aşina olmaları (anadilde eğitim)
*Kürtlerin ve Türklerin itimat ettiği kişilerden seçilmeleri gerektiği belirtmektedir.
1.f) Statüsü
*“Taksimü’l-a’mal” kaidesiyle tatbik olunacak.
*Şubeler (fakülteler) arası geçiş olabilecek.
*“Mekatib-i âliye-i resmiyeye müsavi” tutulacak. Bir anlamda resmî yüksekokullara denkliği olacak.
1.g) Medresetü’z-Zehra’nın mâhiyeti
*Vicdanın ziyası din ilimleri ile aklın nuru fen ilimlerini mezc ederek okutulacak. Bunun neticesinde hakikat açığa çıkacaktır. Ve talebenin himmeti pervaz edecektir.
*Mecalis-i şuara mahiyetinde olacak. Yani hem medrese, hem mektep, hem zaviyeyi bünyesinde barındıracak.
*Külliye şeklinde oluşturulacak. Eğitimin her kademesi için kısımlar oluşturulacak. Ayrıca eğitim fakültesine (darülmuallimin) yer verilecek. Burada yetişen muallimler eğitimin ihtiyaç duyulan alanlarında hocalık yapabilecekler.
*Talebeler kendi fakültelerinde uzmanlaşırken, kendi uzmanlık sahalarına yakın dallarda da ilgili dersleri alabilecekler. Diğer ilim dallarına tamamen cahil kalmayacaklar.
“Ulum-u müsbete ve fenniye ile ulum-u imaniyeyi barıştıran Risâle-i Nur, Medresetü’z-Zehra’da ders kitabı olarak okutulacak ve İslâmiyet noktasında Medresetü’z-Zehra’nın bir nevi programı olacaktır.”4
1.h) Medresetü’z-Zehra’nın hedefleri
*Eğitimi, Kur’ân ve Sünnet esaslı hâle getirmek.
*İnsaniyete ve İslâmiyet’e hizmet etmek.
*Vilayet-i Şarkiye ve Türk ulemasının geleceğini temin etmek.
*Maarifi medrese kapısı ile doğuya sokmak.
*Meşrutiyet, hürriyet, meşveret kavramlarını anlatıp, gerekliliğini ve güzelliğini izah ederek, onlardan istifade edilmesini sağlamak.
*İslâmiyet’i paslandıran hikâyat ve israiliyat ve tassubat-ı bârideden kurtarmak.
*Mektep, medrese, tekke ehlini barıştırmak.
*Uhuvvet-i İslâmiyeyi sağlamak.
İ*lmî istibdadı ortadan kaldırmak.
*Eğitimi menfi milliyetçilikten arındırmak. Aksi hâlde olan bir eğitimde tarafsız davranılmadığı için gerçeğe ulaşılamaz. Tarafgirlik ve gadap duyguları uyanır.
*“Nefsini ıslah edemeyen, başkasını ıslah edemez.” düsturuyla cemiyetin eğitimi için önce ferdin nefsinden eğitime başlamak.
*Fıtrat ve kabiliyete uygun eğitimi vermek. “Bir adam müstaid ve kabil olduğu şeyi terk ve ehil olmayan şeye teşebbüs etmek, şeriat-ı hilkate büyük bir itaatsizliktir.”5
Risâle-i Nur ve Medresetü’z-Zehra
Bediüzzaman, Medresetü’z-Zehra’yı gaye-i hayal etmiş ve bu gayesi için sürekli çalışmıştır. Maalesef ki önüne birçok engel çıkmış ve maddi hüviyette bir Medresetü’z-Zehra gerçekleşememiştir. Ancak bu çaba ve çalışmaların arkasından yazılan Risâle-i Nur, manevi bir Medresetü’z-Zehra hükmündedir.
“Hem bu Münâzarât risâlesinin ruh ve esâsı hükmünde olan hâtimesindeki Medresetü’z- Zehrâ hakîkati ise, istikbâlde çıkacak olan Risâle-i Nur’a bir beşik, bir zemin ihzâr etmek idi ki, bilmediği, ihtiyârsız olarak ona sevk olunuyordu.”6
Ayrıca Risâle-i Nur eserlerinin ilk yazılma yeri olan Isparta içinde “Medresetü’z-Zehra” ifadesini kullanmaktadır.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Isparta vilayetini, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan bir Medresetü’z-Zehra, bir Câmiü’l- Ezher yapmış.”7
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvela: Hadsiz şükür olsun ki, Isparta tam bir Medresetü’z-Zehra ve Camiü’l- Ezher olacağını ve olmaya başladığını, kahraman talebelerinin bu ağır şerait altında sarsılmadan faaliyetleri ispat ediyor.”8
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Eski Said çok zaman Medresetü’z-Zehra’yı gaye-i hayal ederek çalışmış. Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden, Isparta’yı o Medresetü’z-Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta’nın mahdut akraba ve ahbap yerine mübarek Isparta vilayetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta’nın aslı, bu büyük Isparta’dan gitmiş. Benim vatan-i aslim, o Isparta olmak caizdir. Hatta Ispartalı kim olursa olsun, başkalara nispeten benimle ve Risale-i Nur’la fazla alâkadar görüyorum.”9
Ve Risâle-i Nur talebelerini de Medresetü’z-Zehra’nın talebeleri olarak ifade etmektedir.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelen: Cenab-ı Hakka yüz bin şükür ediyoruz ki, elli beş sene bir gaye-i hayalim ve hayatımın bir neticesi olan Medresetü’z-Zehra’nın mânevî hakikatini siz, Medresetü’z-Zehra erkânları tamamıyla gösteriyorsunuz.”10
“Zaten o, medrese-i Nuriye şakirtleri, benim nazarımda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medresetü’z- Zehrânın talebeleri suretinde düşünüyordum. Ve derdim: Onlar, bunlar oldu. Veya bunlar, onların dümdarlarıdır.”11
Bediüzzaman “Medresetü’z-Zehra’nın maddi tesisine çok maniler bulunduğundan, şimdilik Nur şakirtlerinin heyet-i mecmuasının dairesinden ibarettir.”12 diyerek Risâle-i Nur talebelerinin heyet-i mecmuasına ve şahs-ı manevisine dikkat çekmektedir.
Ayrıca Tarihçe-i Hayat’taki bir mektubunda Risâle-i Nur Şakirtlerinin Medresetü’z-Zehra’nın manevi hüviyeti yanında maddi hüviyetini de gerçekleştirebileceği müjdesini vermektedir.
“Fakat, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o medresenin manevî hüviyeti Isparta vilayetinde tesis edildi. Risale-i Nur’u tecessüm ettirdi. İnşaallah istikbalde, Risale-i Nur şakirtleri, o alî hakîkatin maddî sûretini de tesis etmeye muvaffak olacaklar…”13
Bediüzzaman’ın gaye-i hayali olan Medresetü’z-Zehra projesinin maddeten hayata geçmesi için çalışmalarının serüvenine baktığımızda, en büyük engelin istibdat olduğunu görüyoruz. Gerek yönetimdeki istibdatlar, gerek fikrî istibdatlar. Yahut cehaletin ve kalplerin iftirakından meydana gelen manevi istibdatlar…
Divan-ı Harbi Örfî’de şöyle söyler Bediüzzaman:
“Şedit bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır.”14
İstibdat varsa, şer’i meşrutiyet ve meşveret yoktur. Peki, meşrutiyet nasıl gelecektir?
Bu sorunun cevabını yine Eski Said Dönemi Eserlerinde buluyoruz.
“Müsemma-i meşrûtiyet hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.”15
“Meşrûtiyet-i ilmiye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakîkatin imdâdıyla, fünûn-u sâdıkanın muâvenetiyle, insafın yardımıyla şu firâk-ı dâlle Ehl-i Sünnet ve Cemaate dâhil olacakları kaviyyen me’mûldür.”16
İstibdadı ortadan kaldıran imandır. Hürriyeti getiren de imandır.
“Hürriyet, Rahman olan Allah’ın hediyesidir. Çünki, o imanın özelliğidir.”17
“Demek, iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet.”18
Dipnotlar: 1. Eski Said Dönemi Eserleri/ Bediüzzaman Said Nursî 2. Emirdağ Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Eski Said Dönemi Eserleri/ Bediüzzaman Said Nursî Bediüzzaman Said Nursî İstanbul Hayatı/ Abdülkadir Menek Muhakemat/ Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayat/ Bediüzzaman Said Nursî Kastamonu Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Emirdağ Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Kastamonu Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Emirdağ Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Kastamonu Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Emirdağ Lahikası/ Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayat/ Bediüzzaman Said Nursî Eski Said Dönemi Eserleri/ Bediüzzaman Said Nursî Age, s. 138. Age, s. 216. Age, s. 238. Age, s. 239