Kapak

Olgunluk yaşta değil, yaşantıdadır

Kainatta tekamül kanunu gereği bütün yaratılmışlar kemale doğru gider. Olgunlaşmanın, kemal bulmanın mevsimidir yaz mevsimi. Evet sıcak yaz aylarında matbaha-i kudretin kazanında pişen olgunlaşan çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz meyvelere, bostanlara şahitlik ederken; acaba misal-i musağğar olan insanda bu kanun nasıl işler?  Alemimizde düşündürttü. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Mahiyet-i insan kainatın misal-i musağğarı olduğundan, adeta alemde ne varsa insanda numunesi vardır” sırrınca yaz mevsiminin penceresinden insanın olgunlaşma, kemal bulma, terakki etme ya da tefessüh edip sönme süreçlerine nazar edeceğiz.

Öncelikle “olgun” kelimesi “olmak” anlamına gelir. Önceleri sadece meyveler için kullanılan bu sözcük, zamanla insanlar için de kullanılmaya başlamış. Günümüzde tecrübeli, ağırbaşlı ve görgülü kişiler olgun olarak nitelendirilir.

Nerede, nasıl ve ne şekilde davranması gerektiğini bilen davranışları ölçülü olan kişiye olgun denir.

Konfüçyüs asırlar önce, ‘Yaradılıştaki amaçlarına hizmet eden insan olgun insandır’ der.

Buradan hareketle yaratılış gayemizi bilme, anlama ve iz an etmek için kişi mahiyetini doğru okuması gerekir. Ben kimim? sorusu çok büyük ve belki de cevabı bir ömür boyunca aranan bir soru “kendini bilen Rabbini bilir”  “kendini bilen haddini bilir”  Evet ama nasıl olacak bu kendini bilme hali?

Henüz kendini bilememiş, mahiyetini okuyamamış, evet kitabı okumuş lakin enfüsi tefekkürde okuduğu hakikatleri kendi üzerinde keşfedememiş ve bu sebeple olgunlaşamamış ruhların çığlıklarını duyarız belki de zaman zaman…

Olgunlaşma kişinin kendisini bilmesi, fıtratını fark etmesi, kendine derinleşmesi, yaratılışındaki maksadı kavraması cihazatının, duygularının farkında olması ile gerçekleşebilir.

İnsan, fiziksel ihtiyaçlarını giderirken ruhunu ve kalbini aç bırakırsa mutluluğu hedeflediği şu dünyada beklediği saadete asla muvaffak olamayacaktır. Çünkü; insana verilen cihazlar, duygular, lâtifeler hayvanlara verilenlerden çok yüksek değerdedir. İnsan eşref-i mahlûkattır. Bu sebeple sınırlı duygulara sahip olan hayvan gibi sadece dünyevî, maddî bir hedef, fiziksel bir haz ve geçici bir mutluluk için çalışması, bu değerli lâtife, duygu ve cihazlarını yanlış yolda kullanmasına, ruhsal, duygusal bir tatminsizliğe ve mutsuzluğa yol açacaktır. Bu durum ise insanı terakkiye değil tedenniye götürecektir.

Peki gerçek tekamül, gerçek terakki nedir? ‘insana verilen kalp, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyetle meşgul olmasıdır.

Yoksa ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sükuttur der Bediüzzaman. O halde bu satırlardan anlıyoruz ki kişi her bir cihazatını hususan kalp, ruh, akıl, hayal gibi daha nicelerini tanıyıp farkedip, nefsi emmarenin hatırına bu yüksek cihazları söndürmemeye ve onların yönünü hayat-ı ebediyeye çevirmekle terakki etmiş olur.

Olgunluğu fiziksel, ruhsal ve psikolojik olarak üç ayrı bölümde değerlendirmek isabetli olacaktır.

Evet atalarımız “Akıl yaşta değil baştadır” derken olgunluğun ağırbaşlılığın, mukteza-i hale mutabık konuşmanın ya da davranmanın yaşla birebir örtüşmediğinden dem vururlar ki, insanlarla olan ilişkilerimizde bunlara şahit olabiliyoruz. Zaman oluyor ki ellisinde olan bir insanın çocukça hislerine hallerine tanıklık ederken, bazen olur on yedisinde bir gencin kemal yaştaymış gibi oturaklı ve vakur hallerini görürüz. Ve bu durum neden böyledir insana sordurtur?

İnsan hayatta bir yolcudur ve bu yolculuğunda insanın Rabbi (Terbiye edicisi) her insana ona özel ona mahsus sorular gönderir, kişi yaşı kaç olursa olsun, o soruya muhatap olduğunda iki şey gelişir;

1) Ya o soruda takılır kalır, o imtihan olan şey sebep olarak her ne ise orada oyalanır. Hislerini, duygularını, aklını ve vehmini orada harcar ve günün sonunda yıpranmış yorulmuş, tükenmiş belki kızgın tahammülsüz olarak o sorunla boğuşmaya devam eder.

2) Ya da bir soruyla muhatap olunca aciz olan insan önce haliyle bir sarsılır ama ‘akıl hikmeti bulmak içindir’ kaidesince soruyu soranın kim olduğunu bilir. Onun hangi maksatla, hangi amaçla kendine o soruyu sorduğuna yönelir. Bilir ki; Rabbi hem Rahimdir, hem hakimdir. Kuluna zulmetmez, kötülük etmez. Peki bu hadisede benim Rabbim benim neyi öğrenmemi istiyor buraya odaklanır ki işte o soru, o imtihan bir öğretmen olmuş, kişi de meraklı bir öğrenci olmuştur artık. Ve bunun neticesinde Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Musibetin tenevvüü, musikinin nağmeleri gibi bana gelir” pozisyonunda hal sergileyebilir ve hislerini, duygularını, vehmini, vesveselerini akıl hikmetinin arkasına aldığı için tevekkül, rıza ve şükür makamına çabuk erişebilir ki bu da onu dünyada daha aziz, izzetli, olgun ve kamil yapabilir.

Elbette gençliğin kemali dediğimiz ve peygamberliğin geldiği kırk (40) yaşın hikmetleri pek çoktur.  Zübeyir Gündüzalp’ın dediği gibi “insan kırk yaşına kadar neyle meşgul olursa, şahsiyeti ve istidatları o istikametle sübut bulur” yani müsbet ya da menfi alışkanlıkların kalıcı şekilde istikrar bulduğu dönemdir. O halde insan bakış açısına, yapıp ettiklerine, meşguliyetlerine dikkat etmelidir ki istidatlarda artık kırk yaşla birlikte o minvalde sümbüllenecektir.

Olgunlaşmanın ilişkilerimize yansıması

1- İnsan sosyal bir varlıktır. Bu haysiyetiyle hayatı ilişkiler sarmalında gezer. İnsanın öncelikle kendisiyle olan ilişkisinde kendisini özgürleştirmesi, şartların, durumların ve muhatap olduğu insanların zaman zaman yükleyebileceği ağır yüklerden koruyabilmesinin altında yatan en mühim unsurlardan birisi İhlas Lem’asının birinci düsturudur. İnsan gerek amellerinde gerekse de insani ilişkilerinde bu düsturu esas alması kişinin ruhunda müthiş bir özgürlük hissi yaşatır. ‘Amelinizde rızay-ı ilahi olmalı. O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok, eğer o kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti de iktiza ederse, sizler istemek talebinizde bulunmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder’ sırrınca önceliğimiz muhatabımızı razı etmek değil, (ki bu çok zordur) Rabbimizi razı etmek esas niyetimiz olmalı.

2- Kişi kendini tanıma aşamasında güçlü yanlarını farkedip, Cenab-ı Hakkın gönderdiği hususi nimetine şükrederken, zayıf yanlarını da kabul edip, ıslah yoluna girmelidir. Hatadan ders almak olgun kişinin en büyük özelliğidir. İnsan bir hatayı iki kere yapmaz. Hatadan dersini alır. Peygamber (asm) bu konuda “akıllı olgun mü’min aynın delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz” buyurmuştur.

3- Olgun kişi kendini tanımaya meraklı olduğu gibi, çevresine de duyarlıdır. Bu minvalde insanları birbirine bağlayan rabıtaları nazara alarak birlik beraberlik ve uhuvvete vesile olacak şekilde hal ve etvarda bulunurken, bir başkasının değil, yalnızca kendi kusurlarına odağını çevirip onları ıslah etme niyeti taşır.

4- ‘Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’ sırrınca hadiselere güzel cihetinden bakabilmekle güzel düşüncelere zihnimizi sevk etmek. Bu pratiklerle insan, hayatına bahşedilen nimetlerin daha çok farkına vararak kişi daha çok şükre, huzura erer ve hayattan lezzet alabilir.

5- Zihnen muhataplarımızdan beklentilerimizi azalttığımız gün daha çok mutlu olup, daha çok teşekkür edeceğimizin bilincinde olmak.

6-Olgunlaşma anlık bir durum değildir. Hayat boyu süren bir süreçtir bu nedenle olgunlaşmanın bir yolculuk olduğunu bilmek.

Hülasa;

Olgunluk sosyal hayatta; esasında güzel ahlakın hayata yansımasıyla gerçekleşir diyebiliriz. İnsanı kamil olan Efendimizin (asm) bütün hayatı, davasına sadakati, vazifesindeki ciddiyeti, sebatı, düşmanlarına yaklaşımı, dostlarına muhabbeti, çocuklara merhameti, insanlara şefkati, hanımlarına letafeti, ticarette ve yönetimde adaleti ve komşulukta hukuka riayeti vs yani hayatın her alanında boşluk kalmaksızın çok güzel örneklere ve sünnetlerine şahit oluyoruz. Yalnız şart o ki; onu okumak, onu anlamak ve onu yaşamakla güzel ahlaka vasıl olabiliriz inşallah. Hayatımız esasında tercihlerimizin mahsulüdür. Neye niyet eder ve neyi tercih edersek onu yaşarız. Niyeti ali ve canlı tutmak ve her zaman bir başka yolun olabileceğini ve şartların fırsatlara çevrileceğini bilmek ve bu minvalde rıza i ilahiyi ve sünneti seniyyeye ittibaı asıl maksat yaparak insanı kamile doğru gidilebilir inşallah….

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*