Kapak dosyamızı farklı açılardan ele almak adına Psikolog Muhammed Genç ile “Dedikodu ve gıybetin altında yatan psikolojik etkenler”i konuştuk. Keyifli okumalar…
Muhammed Bey, kendi mesleğinizin penceresinden baktığınızda gıybeti nasıl değerlendirirsiniz?
Aslında işin gerçeği şöyle, psikolojik bakış açısıyla gıybeti, dedikoduyu değerlendirdiğimizde görüyoruz ki psikoloji bilimi bu konuları kendine biraz mesafeli tutuyor. Çünkü burada ahlâkî bir meseleden, kavramdan bahsediyoruz. Klasik psikolojik yaklaşım, ahlâkî kavramlar üzerinde çok da ciddi çalışmayı doğru bulmaz, bu konulara yaklaşmak istemez. Bir de bunun sosyolojik boyutunun olduğunu düşündüğümüzde, biraz daha psikolojinin dışındaymış gibi görünüyor. Ama bir gerçek var. Gıybet dediğimiz şey, bizim duygularımızla, bir takım düşüncelerimizle ortaya çıkan bir davranış. Dolayısıyla bizim psikolojimizle doğrudan ilgili olan bir durum.
O halde psikolojik anlamda düşündüğümüzde gıybetin altında yatan duygu ne olabilir?
Zannediyorum ki kişide gıybeti tetikleyen, pişise ve temel boyutta, büyüklenme hissi, kendini öne çıkartma arzusu ve kendini diğerlerinden daha farklı, kıymetli görme, daha doğru ifadeyle kişinin kendi değerliliğini hissedebilmek için ortaya çıkan bir durum olduğunu düşünüyorum. Gıybette yapmaya çalıştığınız şey, karşı tarafın bir takım eksikliklerini, yaptığı hataları, yanlış gördüğümüz şeyleri, kusurlarını ya da yanlışlarını birisi üzerinden başkalarına aktarıyoruz. İşte burada kendimizi temize çıkarmak, üstün tutmak gibi bir temel duygunun bu motivasyonu sağladığını düşünüyorum. Bizler insan olarak, nefis boyutunda, kemâlâtın üst katlarına kadar ilerleyememiş, sıradan, iki uçlu varlıklarız. Bir tarafımız çok üstün meziyetler, harika ahlâkî hâller gösterirken, cennete layık tavırlar alırken, diğer bir yanımız da çok aşağılık, ahlâken kötü süflî diyebileceğimiz cehenneme lâyık duyguları, davranışları geliştirebiliyor. Bizler bu ikisi arasında sürekli gelgitler yaşayan varlıklarız. Bu gelgitler içerisinde bir takım davranışlar iyi şeyler, ulvî hisler, güzel duygular hissettiriyor. Bir tarafımız da içimizi sıkan, ama içinde haz, lezzet bulunduran davranışlara sevk ediyor. Gıybet bizi aşağıya, daha karanlıklara çeken durumlardan bir tanesi. Ama burada ilginç olan şu, o olumsuz hâl, bize bir haz veriyor. Hani bazı durumlar vardır, yapılması kötüdür ama haz verir. Sigara içmek gibi. Gıybet de aynen böyle kötü olduğunu bildiğimiz hâlde haz aldığımız bir hâl. Çünkü en temelde, kişinin benliğin buradan beslenmesi, istifade etmesi var. Bu da en temel hazzımız olan, benliğin kuvvetlenmesi, beslenmesi ile ilgilidir.
Peki, neden gıybet ediyoruz?
Gıybetin en temel kaynağının şu olduğunu düşünüyorum. Özellikle Batı toplumları burada bizden farklılık gösterebilir. Ama biz Doğu toplumları olarak birebir ilişki kurarken bir takım sorunlar yaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi, biz ilişkilerde ya tepkisel olmayı seçiyoruz, gelen tepkiye göre anında refleksi bir davranış seçiyoruz. Ya da yeterince kendimize öz güvenimiz yoksa ilişkilerimizi yürütebileceğimize inanmıyorsak, kapalı ilişki tarzını tercih ediyoruz. Doğrudan beyan etmekten, bir takım şeyleri açık konuşmaktansa, ikisini bir arada tutarak, beyan etmemeyi, kırılmasın, yanlış anlaşılmasın, bunu böyle söylemek uygun olmaz gibi kaygılarla kendi dünyamızda tutuyoruz. Bu da bizi rahatsız ediyor ve içimizde birikiyor. Bunun bir şekilde çıkmasını istiyoruz. İşte biz de bu sorunu doğrudan karşıya ifade edemediğimizden, bunu başka ortamlarda, başka şartlarda içimizden atmak için gıybeti kullanıyoruz. İnsanların hepsi değil ama pek çoğu gıybet ediyor, bu davranışın içine düşebiliyor. Çoğu zaman yapılan bu gıybet, kötü niyet veya insanların fenalığını düşündüğümüzden değildir. Karşı taraftan aldığımız o negatif hâli, oluşturduğu duyguları boşaltabilme gayretidir. Psikologlar olarak, teknik olarak baktığımızda aslında bizler de danışanları dinleyerek gıybet ediyoruz. Bizim çocukluktan beri öğrendiğimiz bir takım yanlış kabuller, sanki bizim için doğru kabullerimizmiş gibi öğretilir ve bu bize ağır gelir. Dolayısıyla uygun zemin bulduğumuzda, o işler hakkındaki olumsuz niyetlerimizi beyan etme ihtiyacı hissederiz. Burada psikolog olarak bize düşen, kişinin o karşı taraftan almış olduğu, kendisine zarar veren bir takım davranış kalıplarını, iç dünyasında tutmak değil de daha doğru yerlere oturtabilmek, daha anlamlı hâle getirebilmektir
O zaman gıybet için aynı zamanda bir iletişim problemidir diyebilir miyiz?
Evet, bir yönü ile iletişim problemi olduğunu düşünüyorum. Şöyle düşünün, karşı tarafın olumsuz bir şeyi, bize isabet etti ya da fark ettiniz diyelim. Bir takım şeyleri yanlış yapıyorsa ve biz o insanla bir ilişki de kuruyorsak bunu ona söylemek görevimizdir. Yardımcı olabileceğimiz, yol gösterebileceğimiz birisi ise, yol gösterip, yardımcı olabiliriz.
Öyle birisi değilse neden böyle davrandığını anlamaya çalışabiliriz. Eğer ki söylediği ya da yaptığı bize isabet eden bir şeyse, daha önce de söylediğim gibi, biz birilerinin tanımlamalarından ibaret değiliz. Bizler Cenab-ı Hakkın yarattığı harika müstesna varlıklarız. Bize Cenab-ı Hak bu kadar değer verdiğine göre değerliyiz demektir. Birilerinin bize verdiği değerle çok da aşağı ya da yukarı inmeyiz. Biz gündelik hayatta kullanılan metal varlıklar gibi değiliz. Çok daha yüce, çok daha ulvi varlıklarız. Bunun böyle olduğunu hissettiğimde, karşı tarafın değerlendirmelerini ve o eleştireni daha doğru yerlere oturtabilirim. Ötesinde bir takım tutumlarda kendimizi üstün görme gayreti var ki bu ahlâken zaten kişinin kendi dünyasında aşması gereken çözmesi gereken en temel meseleden biridir.
Gıybet ya da bu tarz duygular terbiye edilebilir mi Muhammed Bey?
Gıybeti ya da bu duyguları yenmekle ilgili olarak, onun kötü bir şey olduğunu bilmek yetmiyor. Ama bir taraftan da bizi içimizde yönlendiren, karşı taraftan gelen, rahatsız eden bir takım şeyler var. İşte bunlar ancak farklı bir bakış açısıyla kişinin kendisini terbiye etmesi ve karşı taraftan gelen olumsuz yaklaşımları, kendisini etkilemeyecek derecede o bütünlüğünü sağlaması, kendisini koruyabilmesi, olayları değerlendirebilmesi, kendi öz tanımını doğru yapabilmesiyle mümkün olduğunu düşünüyorum.
“Dedikodu yapan kişiler daha çok sevilir’ denir. Uzman gözüyle nasıl değerlendirirsiniz bunu?
Evet dedikodu yapanlar daha çok seviliyor. Bu bizim içimizdeki zaafların gün yüzüne çıkmamış ifadesi aslında. Hepimiz için geçerli. Kendimiz rahat konuşamıyoruz, “günah, iyi bir şey değil, konuşmamak lazım” diye cesaret edemiyoruz. Birileri var yanımızda, rahatlıkla çekinmeden konuşuyor. Biz de onu dinlerken aynı şekilde paylaşmış oluyoruz bir anlamda. Biliyorsunuz gıybet iki türlü işlenebiliyor. Dini hükmü de böyle. Ya bizzat kendiniz beyan ediyorsunuz ya da o gıybeti dinlediğinizde aynı şekilde yapmış oluyorsunuz. Bir anlamda sanki bizim adımıza konuşmuş oluyor o yüzden gıybet yapan kişiler seviliyor.
Gıybeti alışkanlık hâline getiren, haz duyan bir kişiyi bekleyen tehlikeler nelerdir?
Bir kere kişi bunun bedellerini hayatı içersinde öder. İnsanî ilişkileri bozulur. Çok kötü bir şekilde, birçok kişi ile yüz yüze gelmek zorunda kalabilir. Sosyal hayatta bu davranışlarının geri dönüşleri, bedelleri olur. Ama başına hiçbir şey gelmediğini düşünelim. Zihinde, bakış açısında, kendi dünyasında, hayatındaki insanları değerlendiren, kolaylıkla yargılayabilen, eksiklerini kusurlarını görebilen, eleştirel bir ses hâkim olmuştur. Aslında o eleştirel ses şunu yapar, kendi kusur ve eksiklerini görmemek için, onunla yüzleşmeye cesareti olmadığından, ne kadar çok başkalarının kusur ve yanlışlarına odaklanırsa, bunlardan daha uzak kalabildiğine, hatta bunları yenebildiğine, alt edebileceğine dair yanlış bir inanç geliştirir. Kişi sıklıkla gıybet ediyorsa, aslında kendi zaafları ile yüzleşmeye cesareti yok demektir. Yani ne kadar çok eleştirirsek, o kadar çok halledemediğimiz, kendi dünyamızda sorunlarımız vardır anlamına gelir.
Gıybeti engelleyecek faktörler nelerdir?
İlk şey insanın tamamen kendine odaklanmasıdır. Kamil insanlara, yol gösteren, ışık tutan insanlara bakın, temel yaklaşımları şudur, hep kendileri ile yüzleşirler. Kendilerine ait bir tespitleri vardır ve biz onları okuduğumuzda, “sen oralardayken kendini bu şekilde görüyorsan biz nerelerdeyiz?” deriz. Büyük zatlar kendilerini beğenmezler. Temelde de mesele budur. Kendi dünyamıza odaklanıp, kendi karanlıklarımızı, çukurlarımızı, temizlemekle uğraşırsak, kişi kendi kusuruna odaklanırsa zaten başkasının kusurunu görecek hâli kalmaz. Cesurca, samimi bir şekilde kendine odaklanan insan affetmeyi öğrenir.