Günlük hayatın koşuşturmacası ve stresi içerisinde san’atın tedavi edici özelliğini nasıl kullanabiliriz? Bu konuda Uzman Klinik Psikolog Ayşe Kaya Göktepe’den bilgi aldık. San’at terapisiyle ilgili yapmış olduğumuz röportajı istifadenize sunuyoruz.
San’at terapisi nedir, Ayşe Hanım?
San’at terapisi genel olarak danışanın duygularını dışa vurması amacıyla çeşitli san’at dallarından yararlanarak üretkenlik süreçlerinin de kullanıldığı klinik bir terapi türü. Buradaki amaç kişinin san’atla ilgili bilgisinin çok olması ya da bir san’atçı olması değil, san’atı araç olarak kullanarak duygularını dışa vurmasıdır.
Bu anlamda san’atın hangi alanlarını daha çok kullanıyorsunuz?
Her tür san’at biçiminden yararlanabiliriz. Ama daha çok san’at terapi türlerine değinecek olursak; görsel san’atlarla terapi, müzik terapi, fotoğrafla terapi, sinemayla terapi, şiir ve edebi metinlerle yani edebiyatla terapi ve dans hareket terapisi dediğimiz terapi çeşitleri var. Bunlar danışanın talepleri ve ilgi duyduğu san’at dallarıyla ilişkili oluyor; bizim amacımız san’at icra etmek değil san’atı araç olarak kullanmak.
Terapiyi veren uzmanın da o san’at dalına aşina olması gerekiyor mu?
Gerekli değil aslında. San’ata ilgi duyuyorsa tabi ki daha iyi uyum sağlayabilir. Ama ilgi duymak zorunda diyemeyiz. Çünkü orada bir san’at kaygısını temele koymuyoruz. Öyle yaparsak bu sefer terapi yönünü görmezden gelmiş, kişiye kaygı kazandırmış olacağımız için daha çok san’at değil de bu san’atı araç olarak kullanmayı öne çıkarıyoruz. Örneğin; bir resim çizmeyi düşünürsek, kişinin ne çizebildiği önemli değil, muhteşem bir resim ya da muhteşem bir kolaj çalışması şart değil. Önemli olan onun bir şeyler çizebilmesi ve o çizdiği şeylerde ne ifade ettiğini kendi cümleleriyle anlatabilmesidir.
Basında zaman zaman yer alıyor, deprem sonrası çocukların rehabilitesinde çizdikleri resimler ya da şiddet gören çocukların, Suriyeli çocukların çizdikleri resimler şeklinde… Duygu dünyalarını deşifre etme açısından siz o görsel materyallerden faydalanıyorsunuz, değil mi?
Evet, projektif testler olarak çocuklara resim çizdirme genelde psikolojide uygulanan bir yöntemdir. Ama biz teşhis koymaktan çok kişinin kendisini resim üzerinden anlatmasını istiyoruz. Çünkü travmatik durumlarda, doğrudan doğruya sözel olarak ifade etmek kişiye sıkıntı oluşturduğu için nesne üzerinden kendini ifade etmesi daha kolay oluyor. Böylelikle travmayı bastırmış ve yanlış bir şekilde zihnine kaydetmiş olmuyor. Farklı bir biçimde, sözsüz iletişim aracı olan san’atı kullanarak belki de sözlere yansıtamadığı acısını bir şekilde dışarıya vurarak, kendisine yük etmekten kurtulmuş oluyor.
İslâm medeniyetinde san’atın tedavi edici özelliğinden nasıl istifade edilmiş?
Türk-İslâm tarihine bakıldığında san’atın terapi uygulamaları kadim bir gelenek olarak karşımıza çıkıyor. Farabî özellikle müziğin tedavi edici özelliğini hastalar üzerinde uyguluyor. Çeşitli Türk makamlarının insanlar üzerindeki farklı etkilerinden yola çıkarak hastaları tedavi etmeyi amaçlıyor. Bu ilk olarak Nurettin Zengi’nin 1154 yılında Şam’da kurduğu Nurettin Hastanesi’nde uygulanıyor. Bunun gibi pek çok şifahane; Amasya Darüşşifası, Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi, Edirne Şifahanesi gibi pek çok şifahanede müzik ve su sesinden yararlanarak hastalara tedavi sunuyorlar. Cumhuriyet dönemine baktığımızda ise Türkiye’de 1950’li yıllarda Dr. Süleyman Velioğlu ve Dr. Kazım Dağyolu’nun İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde San’at Psikopatoloji Laboratuvarı’nı kurmasıyla san’at terapinin tarihçesi başlatmıştır. Şu anda günümüzde yine devlet hastanelerinde ve özel kliniklerde bu uygulamalar devam etmektedir.
Peki, Batı medeniyeti san’at terapiyi ne zaman uygulamaya başlamış?
Terapi olarak tanımlanması 19. ve 20. yüzyıllara tekabül ediyor. Hâlbuki ilk çağlara baktığımızda, mağaraların duvarlarına çizilen resimlerde yine çizen kişilerin san’at aracılığıyla kendi yaşamlarını ve kendi duygularını ifade ettiklerini görüyoruz. Batı literatürü yine o resimlere atıfta bulunur.
San’at terapisini kimlere, hangi danışanlarınıza uyguluyorsunuz?
Travmada uyguluyoruz ama şunu öncelikle vurgulamak lazım, san’at terapi başlı başına bir terapi ekolü olmaktan çok biraz daha koruyucu ve destekleyici olarak karşımıza çıkıyor. Yani travma mağduru olan kişiler, bir yandan psikiyatrist kontrolünde ilaç tedavisi görürken bir yandan bir psikologla tedaviye devam ederler. Sosyalleşmek amacıyla da san’at terapiye katılabilirler. Dolayısıyla aslında bu bir ekip işi. Psikiyatrist, psikolog, hemşire ve sosyal çalışmacının bir ekip halinde geliştirdiği bir tedavi biçimidir. San’at terapiyi gelişim geriliği, panik atak bozuklukları, kaygı bozuklukları, yeme bozuklukları, kişilik bozuklukları, depresyon –ki sıklıkla karşımıza çıkan bir tablo-, nörolojik bozukluklar ve travma sonrası stres bozukluğu bulunan kişilerde uyguluyoruz. Özellikle hamilelikte ise stres azaltma ve nefes teknikleriyle birleştirerek medikal san’at terapisi uyguluyoruz. Şöyle bir yöntem de var; kişilerin san’at terapiye katılmaları için hasta olmaları gerekmiyor. Yani, herhangi bir psikolojik bozukluk olmadan da kişiler farkındalık geliştirmek amacıyla terapiye katılabilirler. Çünkü san’at terapi kişilere içsel süreçlerini keşfetmelerinde yardımcı oluyor. Söz ile ifade edemedikleri, özellikle 0–2 yaş söz öncesi dönemde yaşanan o travmatik olayları san’at aracılığıyla dışa vurabilme imkânına sahip oluyor kişiler. Ve bu onların iyileştirilmesinde epey iyi rol oynuyor.
Peki, san’at terapi nasıl uygulanıyor? Süreci biraz anlatabilir misiniz?
Bireysel seanslarda hastanın ilgi duyduğu san’at alanını sorabiliriz. Bu bizim daha çabuk psikoterapide ilişki kurmamızı sağlayacaktır danışanla. Grup ile san’at terapi uyguladığımızda, doktor, hemşire ve psikologdan oluşan bir konsültasyon gurubunun karar verdiği san’at dalı olabilir. Meselâ; katatonik bir şizofreni vakasında, bu kişinin kasılmaları olduğu için öncelikle hareket terapisi tavsiye edilebilir. Ekip, öncelikle hareket blokajlarının dans aracılığıyla açılmasını sağlayabilir. Zaten san’at terapi öncesinde yapılacak san’ata karar verilir, terapi uygulanır, sonrasında danışanla psikolog bir değerlendirme yapar -ki bunu danışan anlatır, yönetir. Terapi seansı kapandıktan sonra danışan gider, psikolog danışan üzerindeki gözlemlerini, danışanın söylediklerini konsültasyon ekibine sunar. Kullandığı ilaç, terapideki gözlemleri değerlendirilir. Tabiî ki bir de psikologa yardımcı olacak, danışanın yakın çevresinden bir kimse psikologla birlikte çalışır. Tüm bunlar bir ekip olarak hastanın değişimini gözlemler. Ve bunun sonunda iyileşme durumuna göre ya değiştirmeyi ya da aynı şekilde devam etmeyi öngörürler. Bu genelde klinikte yapılan bir yaklaşım biçimidir. Ama bireysel seanslarda, okul uyum problemleri, stres yönetimi problemleri gibi bazı psikotik değil de nevrotik vakalarda; san’at terapinin resim alanı tercih edilebilir. Psikolog ve danışan bir diyolog kurarak hali hazırda bulunan problemi anlamlandırır. Ve bu anlam üzerinden kişinin hem problemini tanımlamasına, hem de çözüme ulaşmasına yardımcı olur. Hastanın yürümüş olduğu karanlık yolda psikolog bu yola ışık tutan kişi olur san’at terapisi seansında. Beraber bir çözüme ulaşmayı amaçlarlar. Ama şunu kesinlikle belirtmek lazım; çözümü bulan psikolog değil, çözüme gelen bizâtihî danışandır. Çünkü danışan merkezli gitmek zorundayız. Bir de resim ile çalıştığımızda, resmi çizdikten sonra danışandan resmi kendisinin anlatması istenir. Danışan genelden özele doğru resmi anlatır. Ve genelden özele indikçe de kendi hikâyesini anlatmaya başlar. Böylelikle kişinin problemini yapılandırırız.
Çocuklara san’at terapi uygulanması konusunda neler söylersiniz?
Küçük yaşta çocukları san’ata yönlendirmek, onların gelişimi için önemli. İlk başta bunu kaldıramayabiliyorlar; çünkü bazı san’at dalları gerçekten profesyonel yetenekleri gerektiriyor. San’at terapi, çocukların bir san’at dalına yönlenmesi için ön adım olabilir. Çünkü çocuk yaptığı san’at sürecinde estetik bir gaye taşımadığı için bu, onda kaygı oluşturmayacaktır. Dolayısıyla o rahatlamayla ve kendisini ifade etme süreciyle birlikte san’atı sevmeye başlayabilir. Bunun ardından ilgili olduğu san’at dalına yönlendirilebilir. San’at terapi çocukların gurup içerisinde kendisini ifade edebilme gibi bazı becerileri kazanmasını da sağlar. Ve topluluk karşısında konuşma kaygısı gibi sosyal kaygının bir önceki basamağı olabilecek durumlar hakkında farkındalık kazanılmasına ve kendini iyileştirmesine yardımcı olur. Yani çocukların kendisine dair farkındalık elde etmesi için güzel bir süreç san’at terapi. Çünkü bir aktiviteyle meşgul oldukları için sözel terapilere nazaran daha iyi karşılık verebiliyorlar. Anneler bu noktada çocuklarını san’at terapiye yönlendirebilirler.
Son olarak okuyucularımıza neler tavsiye edersiniz?
San’at terapiye katılmak için kişilerin psikolojik bir rahatsızlığı olması gerekmiyor. Normal, sağlıklı olarak gördüğümüz bireyler de san’at terapiye katılarak kendilerine dair geniş bir farkındalık oluşturabilirler. Bu noktada herkesi san’at terapiye katılmaya davet ediyorum.