Çocuk edebiyatı dalında pek çok ödülün sahibi, yazar ve şair Bestami Yazgan ile çocuk gelişiminde şiir, masal ve hikâyenin etkilerini konuştuk. Keyifli okumalar…
Masallar, hikâyeler, temsiller, kıssalar, çocuk eğitiminde çok önemli. Siz bu alanda kafa yoran bir uzmansınız. Çocuk gelişiminde, eğitiminde bunların etkileri nelerdir?
Dünya bir ağaç olsa çiçeği çocuklar olurdu. San’at bir ağaç olsa çiçekleri şiir, masal, hikâye olurdu. Burada şiire ayrı bir yer veriyorum. Çünkü çocuklar kafiyeli sözleri, tekerlemeleri, annelerinden dinledikleri ninniler sebebiyle çok seviyorlar. Belki fıtrata da uygundur. Bunun için bir şiirimde şöyle demiştim:
Benekli kelimeler
Fidanlar çiçek çiçek
Heceliyor baharı.
Çocuklar şiir okur,
Şiirse çocukları.
Benekli kelimeler
Uçarı mı uçarı,
Çocuklar şiir sever,
Şiirse çocukları.
Mısralara dizilmiş
Sözcükler boncuk boncuk,
Çocuklar şiirdir,
Şiirler çocuk.
Dediğim gibi çocuklar insanlığın çiçeğidir. Şiir de edebiyatın damıtılmış, süzülmüş sözleridir. Bu bakımdan çocuk ile şiir ikiz kardeş gibidir. Çocukları eğitmede hatta onların ruhunu kodlamada şiir unsurunu kullanmak gerektiğine inanıyorum.
İfade ettiğiniz gibi ninniler aslında daha beşikteyken kulağımıza üflenen şiirler hükmünde. Ve bu ninnilerin ruhsal rahatlamayı sağladığını, manilerin düşünme becerisini ve tekerlemelerin de akılcı konuşmayı geliştirdiğini söylüyor uzmanlar. Bizim kültürümüz hep bunlarla yoğrulmuş. Fakat beri yanda da teknolojinin getirdiği bir uzaklaşma söz konusu. Günümüzde anne babalar iş hayatından vakit bulamıyor, dede ve nineler zaten torunlarından ayrı yaşıyor. Böyle bir ortamda çocuklarımıza bu sihirli dünyayı kazandırma noktasında yapmamız gereken çok önemli şeyler var.
Dediğiniz gibi ninnilerin ayrı güzellikleri var. Birincisi sözlerinin eğitici olması, ikincisi de dünyanın en güzel iki sesinden dinleniliyor: Anne ve nine sesinden. Ama çağımızda sıkıntılar var ve bunlara çözüm bulmak gerekiyor. Çocuğa şiiri, masalı yani edebiyatı ulaştırmak gerekiyor. Burada aileye, eğitimcilere ve yazarlara önemli görevler düşüyor. Maalesef şuanki çocuklar daha çok çizgi film izlemek istiyorlar. Bunu değiştirmek için yazarlar ve şairlerin güzel eserler verip bunların çocuklara ulaşmasını sağlaması gerekiyor. Bu nasıl olacak? Geçtiğimiz haftalarda Konya’ya gittim ve orada iki bin çocukla buluştum. Bunun yanında birçok programa davet ediliyorum bunlara da her zaman katılmaya gayret ediyorum. Derdim güzel şeyler yazmanın yanında, bunları çocuklara ulaştırmak. Bir şarkımız vardı ”Gitmesek de görmesek de, o köy bizim köyümüzdür.” İletişim buna yeni bir tarif getirdi, “Gidemediğin yer senin değildir.” O zaman bunu değiştirelim. “Gidemediğin okuyucu, ulaşamadığın çocuk senin değildir.” Evet, yazarlar güzel eser vermeli fakat çocukların ayağına da gitmeli. Yarınımız onlar. Bunun bir bedeli var. Ailelerin çocuklarını san’atla, edebiyatla buluşturmaları gerekir. Basın, yayın, radyo, televizyon ve medyanın da san’ata destek vermesi gerekiyor. Yoksa sadece bu görsel eserlerle iyiye ve güzele ulaşmak mümkün değil. Dün yaşadığım bir şeyi anlatayım. Beşinci sınıfta okuyan bir çocuk yerinde duramıyor, koltuktan koltuğa zıplıyor. Neden böyle yapıyor? Çünkü çizgi filmler çok hareketli, kırıcı, dökücü. Çocuk orada gördüklerinin aynısını yapıyor. Burada bizlere çok görev düşüyor. Çocuğun dünyasına böyle faydasız şeyler yerine, eğitici nitelikte olan masalları, hikâyeleri katmamız gerekiyor.
Bu eserler aslında güzel bir âlemi bizim nazarlarımıza sunuyor. Nezaketi, görgüyü, ince ve hassas bir dünya görüşünü kazandırıyor bizlere. Belki san’atçı olamayız ama san’atı, san’atkârı sevenlerden oluruz. O da ayrı bir güzellik.
Efendimizin (asm) “Ya öğrenici ol, ya öğretici ol ya da bunları sevici ol.” buyruğuna benzetme yaparak “Ya san’atçı ol, ya san’atsever ol, ya da bunları destekleyici ol.” diyebiliriz. Mesela çocuklarımıza güzel şiirler ezberletsek ne güzel olur. Çocuğu eğitirken yapılan hatalardan biri de yaramazlık yaptığında “Allah seni yakar!” demek. Buna bir çocuk şöyle cevap veriyor: “Ben onu küçücük yüreğimle kocaman seviyorken, hadi canım sen de!”
Allah ilminizi genişletsin, kaleminizden uzun yıllar güzel şiirler, hikâyeler okumayı nasip etsin inşallah. Bu noktada medyanın da yapacağı şeyler olsa gerek. Belki san’atçılar, tiyatrocular bunu gündeme getirmeli. Geçmişte yaptığımız bir şey bu, şimdi çok daha mükemmellerini yapabiliriz çocuklara bunu tanıtma, kazandırma, sevdirme adına. Zaten yaratılışları buna uygun. Medyanın bu konuda yapacağı çok şey olsa gerek.
Şimdiki medya san’at anlayışını tekrar gözden geçirmeli. San’atçı deyince, ses san’atçıları mı, görsel san’atçılar mı bilemiyorum fakat yazarları, şairleri ve eserlerini tanıtsınlar. Çocuklarımız bunlardan haberdar olsun biz gerisini hallederiz. Tabiatın Yemek Sofrası diye bir masalımız var başını okumak istiyorum.
“Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın nimeti çokmuş. İnsanlar dilleriyle, diğer varlıklar halleriyle Allah’ı anarmış. Yüce Mevla’mız da bazen yoklukla bazen de varlıkla kullarını sınarmış. Hiçbir kalbi kırmayalım. Kul ile Allah’ın arasına girmeyelim. Taşa, toprağa, ağaca, yaprağa selam edelim. Haydi, el ele tutuşup sevgi ormanına gidelim.” diye başlıyor masal. Tekerlemelerle masalın başında, devamında, sonunda mesajlar verebiliriz. Ama bu mesajlar çayın içindeki şeker gibi olmalı. Baktığımızda şekeri görmüyoruz çayın içinde. Bir yudum alsak şekerli olduğunu anlıyoruz. İnancımızı, ideallerimizi, iyiliği ve güzelliği, çaydaki şeker gibi çocuğa sunmamız gerekir. Bir yazar olarak ben şu kaygıyı yaşıyorum: Çocuğu televizyondan, çizgi filmden, bilgisayar oyunlarından uzaklaştırıp kitapla dost yapacağım. Ve bunu yaparken de kendi masallarımı, şiirlerimi, hikâyelerimi okumalarını sağlayacağım. Bu gerçekten zor bir iş. Öyle güzel şiirler, hikâyeler, masallar yazmalıyım ki çocuk bir defa okudu mu elinden bırakamamalı. Âcizane kendi kitaplarımı yeni basım yaparken kontrol amaçlı baştan sona okuyorum. Genelde şiir kitaplarının çok okunmadığı söyleniyor. Bu konuda iyimserim. İşimizi iyi niyetle, samimi duygularla, duayla yapmamız gerekir. O zaman Allah yardımcımız olur inşallah.
Evet, mümine elbette ki ümitsizlik yakışmaz. Ümitvârız ama çalışılması, yapılması gereken de birçok konu var. Belki o yazılan şiirlerin kliplerle ses san’atçıları tarafından seslendirilmesi, belki masalların, hikâyelerin oyuncular tarafından canlandırılması okumayı sevmeyen çocuklar için birer alternatif olabilir.
Kesinlikle böyle. Bakın şimdiki çizgi filmlerde kahraman rakiplerini hep ışınlarla yok ediyor. Çocuklar da “yok etme” üzere kodlanıyorlar. Çocuğun bu çizgi filmleri izleyince ileride neler yapabileceğini düşünüyorum. Misal yaşanan bir şey: Adamın teki sebep yokken okul basıyor yüzlerce insanı öldürüyor. Oradaki öğrencilerin ne suçu var. Bu normal bir davranış değil. Bu gibi şeylerin yaşanmaması için de önlemimizi almamız gerekiyor. Sizin de dediğiniz gibi iş sadece eserleri yazmakta değil ulaştırma noktasında da çaba gerekiyor.
Serçenin duası
Kanadım için cik cik,
Kuyruğum için cik cik.
Ayaklarım minicik,
Benim Rabbim biricik.
Güzel Allah’ım!
Beni yumurtadan çıkardığın için,
Sıcacık bir yuva, güzel bir anne verdiğin için
Sana şükrediyorum.
Yüceler yücesi Allahım!
Bütün canlıların uçmak için canı giderken bana ne güzel kanatlar verdin.
Mavi gökyüzünü bir halı gibi önüme serdin.
Allahım!
Her kanat çırpışımda
Senin güzel adını anıyorum.
Verdiğin rızıklarla doyuyor, gönderdiğin yağmurla yıkanıyorum.
Ben Seni çok seviyorum Güzel Mevlâm!
Ne olur, çocukların yüreğindeki kuş sevgisini çoğalt!
Çoğalt ki,
Sapan taşlarıyla bizi vurmasınlar!
Senden armağan olan kanatlarımızı kırmasınlar!
Çocuklarla hep beraber olalım.
Cıvıl cıvıl sevgilerle dolalım.
Sevgiyi yaratan ve çoğaltan Sensin.
Âmin!
“Yerde ve gökte ne varsa Allah’ı zikreder.” ayetinin çok güzel bir tefsiri olmuş bu. Ağzınıza ve gönlünüze sağlık. Peki, masal ve hikâye yazmaya meraklı kabiliyetli genç kardeşlerimiz için siz bu alanda önemli bir isim olarak ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Yazma işi Allah vergisi bir yetenektir. Bu alana meraklı kardeşlerimizin kabiliyetli olmaları ve bu kabiliyeti ortaya çıkarmış olmaları gerekiyor. Yazma olayı taşma olayıdır. Bardak dolmadan taşmaz. Yani kardeşlerimiz öncelikle başka eserleri okuyarak kendilerini dolduracaklar. Yazma olayı biraz da yazarak öğrenildiği için bu konuda pratik yapmaları da gerekiyor. Yani bir yazıyı yazacaklar, beğenmedikleri kısımlar olacak, onun üzerine düşünecekler, belki değiştirecekler, emek verecekler. Ben bile şuan her yazdığım eseri dergilere göndermiyorum. Seçici olmak lazım. Yani bu iş yazarak öğreniliyor. Yazdıkça dolacaklar ve zamanla taşacaklar. Benim de bazen tıkandığım, bir kelime dahi aklıma gelmediği zamanlar oluyor. “Ya Rabbi! Ümmet-i Muhammed’e ve bizlere elimizle, dilimizle, halimizle, kalemimizle ve sesimizle İslâm’a hizmet etmeyi ve bize güzel eserler vermeyi nasip eyle.”diye dua ediyorum. Allah nasip ederse gelişme oluyor. Gerek yazma konusunda gerek hayat konusunda başarılı olmak isteyenler anne babalarının duasını da her zaman alsınlar efendim. Yine bir şiirle bitirelim dilerseniz.
Anne sen melek misin?
Gelip geçen mevsimler
Duyguları silmez mi?
Anne sen deniz misin?
Sevgin hiç eksilmez mi?
Hayat yelkenim doldu
Sıcacık nefesinle,
Enginlere açıldım
Dua yüklü sesinle.
Ne zaman ‘anne’ desem
Derdime derman oldun,
Fırtınalar kopunca
Güvenli liman oldun.
Gözünden ayırmadın
Bulut gibi, nem gibi.
Sevemez kimse beni
Biricik annem gibi.
Hakkın kabul ettiği
En güzel dilek misin?
Etrafımda dolaşan
Tatlı bir melek misin?